Av. Taşlıoğlu: İstanbul Sözleşmesi Türkiye'yi hedef almıyor

"İstanbul Sözleşmesi" olarak bilinen son günlerde gündemden düşmeyen sözleşmeye yönelik tartışmalar sürüyor.Konuyu değerlendiren Avukat Tayfun Taşlıoğlu “Sözleşmede Türkiye'yi hedef alan tek madde yok.” dedi. Taşlıoğlu sözleşmenin batı dayatması olmadığını ve denetim yetkisi vermediğini savundu.

Uluslararası kamuoyunda "İstanbul Sözleşmesi" olarak bilinen "Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi"ne yönelik tartışmalar sürüyor.Konuya ilişkin değerlendirmelerde bulunan Avukat Tayfun Taşlıoğlu sözleşmenin genel bir çarpıtmaya maruz bırakıldığını belirtti. Taşlıoğlu sözleşmeye soyut "batı bize dayattı" demek yerine bunun kanıtını sunulması gerektiğinin altını çizdi ve sözleşmenin tarihsel gelişiminin bunu yalanladığını savundu.

Sözleşmenin Türkiye'nin BOP eş başkanlığı sürecinden çıktığı zamanlarda imzalandığını iddia eden Taşlıoğlu sözleşmeyi Türkiye'nin hazırladığını ve AB'nin sözleşmeyi kabullenmediğini hatırlattı.

İstanbul Sözleşmesi'nin Türkiye'yi AB'nin denetimine açacağı yönündeki eleştirileri değerlendiren Taşlıoğlu, Türkiye'nin yakın tarihte yaptığı antlaşmaları ve sözleşmeleri hatırlattı.

Taşlıoğlu sözlerini şöyle sürdürdü:

"Tarihe bakmak istiyorsak Türkiye'nin 1928-1932 yılları arasında yaptığı ikili antlaşmalara, yükümlülük altına girdiği sözleşmelere bakacaksınız. Ezbere olmaz. Lozan hükümlerinde bir uluslarası hakem azınlıklar üzerinde denetim yetkisini tanıdık, isteyen açar bakar.Arkasından henüz Millet Cemiyeti'ne (MC) davet edilmeden önce buna uyum sağlamak üzere 1930 yılında iç hukukta yükümlülük yaratması için uluslararası mahkemenin ve La Haye'in denetimine açtık. Arkasından MC'ye katılma kararı aldık ve bizden önce yapılan bütün sözleşmeleri . Kabul ettiğimizi beyan ettik, tek koyduğumuz çekince karşılılıktı. Bu metin de Tevfik Rüştü Aras tarafından sunuldu. O metne isteyen açar bakar. Arkasından bunun gereği Uluslararası Daimi Adalet Divanı'na bırakın yetkiyi üzerimizde hüküm kurma yetkisi tanıdık. İç hukukta da. Bunlarda karşılılıklık dışında bir çekince dahi sunmadı Kemalist Devrim. Bunu yaptığımız için Bozkurt-Lotus davasını kazandık. Bu bizim milletlerarası başarımızdı. Biz milletlerarası hukuk tanımıyoruz diyen bir akım olsaydı bugün o başarılardan bahsetmek de mümkün değildi."

"SÖZLEŞMEDE DENETİM YETKİSİ YOK"

Hukuk'un bir yaptırım aracı olduğunu vurgulayan Taşlıoğlu sözleşmenin herhangi bir denetim yetkisi olmadığının savundu ve özdenetim dışında bir denetim yolu olmadığını iddia etti. Taşlıoğlu, "Denetim ne hukuki anlamda var ne de siyasi anlamda. Bu mantıkla karşı olduğumuz ve denetime tabi olan İkiz Sözleşmeler nedeniyle BM'den de çekilmemiz gerekir. Böyle bir devlet dünya üzerinde yok. Neden mi yok? Çünkü milletlerarası ilişkiden bütünüyle çekildiğinizde, o alandan çıktığınıza kendinize karşı yapılan anti-propagandayı, meşruiyeti kaybedersiniz. Çin bu yüzden bütün yalan raporlara rağmen o ilişkiyi sürdürüyor. Belki en ihtiyacı olmayan ülke." dedi.

Sözleşmenin batının dayatması olmadığının aksine imzacı ülkelere (Arnavutluk, Andorra, Avusturya, Bosna Hersek, Danimarka, Karadağ, İtalya, Portekiz, Sırbistan, İspanya) dayatanın Türkiye olduğunu belirten Taşlıoğlu, "Batının emperyalist merkezleri yıllarca bu sözleşmeye mesafeli durdu, kabul etmedi." dedi.

İstanbul Sözleşmesinden önce çıkarılan bütün kadın hakları mevzuatı doğrudan AB uyum paketlerinde olduğunu savunan Taşlıoğlu "Bunu oturup tartışalım, diyelim ki biz denetlenecek miyiz? Hatta CMK, TCK, TMK değişiklikleri de böyle. Ama İstanbul Sözleşmesi bu bile değil, çarpıtma var." dedi.

'SÖZLEŞME TÜRKİYE'Yİ HEDEF ALMIYOR'

Sözleşmede Türkiye'yi hedef alan tek bir madde olmadığını savunan Taşlıoğlu "Grevio raporunu sözleşme gibi koymakla, BM raporuyla BM sözleşmesinden çıkmak aynı şey. Zemin Türkiye'nin meşruiyetini arttırdığı zemin. Rapor kötüyse mücadele edilir, kaçılmaz." dedi

Taşlıoğlu İzleme komitesinin denetim ve baskı gücü olmadığını iddia etti ve ekledi: "Rapora karşı çıkarsın, çekilerek Türkiye'ye karşı propaganda üretilmesinin önünü açmazsın."

Raporun neden bugün tartışıldığının önemini vurgulayan Taşlıoğlu sözlerine şöyle devam etti:

"Somut, güncel, gerçek tartışma ve nedeni neyse ona bakacaksınız.Mevziyi kafamıza göre belirlemek salon solculuğudur. Onların ne dediği önemli değil biz zaten 6284'ü savunuyoruz diyemezsiniz. Son 2 senede belki 50 tane örnekle, İstanbul Sözleşmesi'ne 6284 nedeniyle karşı çıkıldığı açık. Siz kafanızı kuma da gömseniz bu değişmiyor. Öyle olmasa buna açıkça saldırır mı? Biz ıslık çalarak neyi tahlil edebiliriz. Her ne kadar İstanbul Sözleşmesi'nde Türkiye'ye karşı bir madde olmasa da velev ki olsun mevziyi en sevdiğimiz, en doğru, en kafamıza yatan, pürüzsüz yerde kuramıyoruz. Önündeki sorun neyse, gerçek neyse onu çözerek ilerlersin. Yoksa hep aşamaları atlayan salon solculuğundan öteye gidemezsin. Bu her sorunu uzun erime, devrime, sosyalizme erteleyen, bugünün güncel tartışmasından kaçan anlayış sorunu neoliberal kimlikçiliğin tekeline bırakmaktan başka hiçbir fayda sağlamıyor. En keskin sloganları atanlar, en "ideali" anlatanlar, aslında karşı cepheye alan açıyor. artışmada üslubun bozuk, düşmanca, tahammülsüzce yapılmasının tek bir nedeni var: Gerçekle savaşan özgüvensizdir. Bilgi bilgidir, gerçek gerçek. İnkar eden güçsüzdür ve ancak çiğ bir davranışla savunulabilir. İdeolojik mücadele gerçekle yapılır, gerçek yoksa hakaret var. Şunu da belirtelim. Dünyadaki ve Türkiye'deki tek çelişme emperyalizm değildir. Bütün çelişmeleri kendi özgünlüğü içinde ele alamamak, ideolojik zayıflıktır, tembelliktir, siyasetsizliktir, kendine güvenmemektir, dahası sapmadır. Milli Demokratik Devrimin kavranılmadığı anlaşılıyor." Üzücü."

Sonraki Haber