Avrupa’da halk hareketi ve “devrimci durum”

Avrupa Birliği ülkelerindeki son günlerde meydanları dolduran kitle hareketlerini nasıl okumalı? İnsanların sokağa çıkması sadece anlık bir tepkiyle sınırlanamaz.

2020’den bu yana ‘gözaltına’ alınan, evlere tıkılan ve yanlızlaştırılan bireyler, şimdi kolektif mücadelenin gücünü sokaklara taşıyor. Nesnel duruma bakıldığında, kitlesel gösteri büyüyerek halk hareketine dönüşeceği yönünde. Çünkü sessiz çoğunluğun sloganları ve programı netleşiyor. “Gıda ve elektrik fiyatları aşağıya çekilsin, Kuzey Akım 2 açılsın, savaş bizim savaşımız değil, Rusya’ya karşı yaptırımlar durdurulsun, NATO’dan ayrılalım!” gibi mottolar öne çıkıyor. Küresel sermayenin emrindeki holding medyası ise, sokağa çıkanların sağcı ve solcu “gruplar” olduğunu vurgulayarak, halk hareketine dönüşmesinden endişe duyuyor. Bu endişeyi daha önce Almanya dışişleri bakanı da ifade etmişti. Dolaysıyla büyüyen bir hareketin ‘aşırı sağcı’ veya benzeri etiketlemeyle sürekli gündeme getirilmesi, marjinaleştirilmeye yöneliktir. Ancak gerek Almanya, Avusturya, Hollanda, Çekya, Belçika, İngiltere ve Fransa gibi ülkelerde, meydanları dolduran insanlar ideolojileri dışarıda bırakarak, ‘ortak sorunu’ en başa koyup, ortak meydanlarda tepkilerini dillendiriyor. Dikkat çekici bir diğer husus da, ulusal bayrakların altında insanların birlikte hareket etmesidir. Alanlarda her sınıftan insanı bulabilirsiniz.                                                                                                 

Peki bu insanlar nasıl biraraya veya yan yana geldiler? Bunu anlamamız için, toplumun içinde bulunduğu ve daha önce alışagelmediği sürece bakmak lazım. Almanya’da İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, ilk kez orta sınıfın refahı sarsılmaktadır. Bu sınıf genelde uzun vaadeli mücadeleler içerisinde yer almaz. Nitekim orta sınıf burjuvazisi hızlı çözüm ister, sadece görebildiği hedefe yönelir, kesin başarı varsa pratiğini ortaya koyar ve varlığını korumak ister. Varlığı güvence altına alındığında, mevcut sistemin dönen çarkında bıraktığı yerden yine devam eder. Daha altta, ancak en büyük kuvvet olan işçi sınıfının farkı ise, sistem dışı değişimi amaçlar. Örgütsüzde olsa, eninde sonunda onu temsil edebilecek siyasal parti veya sendikaları desteklemek zorundadır. Şartlar işçi hareketinin önünü açarak, büyük bir güce dönüşmesi bakımında olgunlaşıyor. Kendisini ‘dışlanmış’ hisseden işsizler sınıfı ise, düne kadar ‘kaybedeceğim bir şeyim yok’ diyor olsa da, günümüzün koşulları onu da meydanlara çekecektir. Çoğunluktan tamamen soyutlanmış ve sosyal yardıma muhtaç insanlar da, bu mücadelenin bir parçası olabilir. Diğer yandan orta ölçekteki girişimciler de Kovid-19 dalgalarıyla refah denizinin kıyısına itilmiştiler. Ve bu kıyıdan varlık deryasına, yani sınıf atlamaya her zaman hazırlar. Uçurumdan alt sınıfa düşmemek için, onlarda bu süreçte güçlerini sokakta kanıtlamak isteyecektir. Bazı meydanlarda binlerce işverenlerin de sesi duyulmaya başladı.Bu süreçte gençlik hareketide denklemin önemli bir faktörü olacaktır. Yıllardır “Fridaysfor Future”  sloganı altında sokakları dolduran yüz binlerce öğrenci, doğru eylemin mevzisine geçerek yerini alabilir. Bu saydığımız halk katmanları ortak program etrafında ittifak edebilirse, mevcut sistemin sorgulanması kaçınılmaz olacaktır. Meydanlarda sadece haklı sloganlar değil, aynı zamanda büyük çözümün programı da vücut bulabilir.


Başta Almanya olmak üzere, bu kış eksi derece görsede AB kıtasının sıcak geçeceği görülüyor. Nihayet Almanya’da “Sosyal Devletin korunması, kamulaştırma müdahalesi, bölgecilik ve ABD karşıtlığı” daha çok duyulmaya başlayacak. Hükümet istifa! kamuoyunun ortak sloganı olacak. Bu dalga şimdiden meclisteki muhalefet partilerini ve iktidar ortaklarını da dahil, “yaptırımlar Alman halkını vuruyor, Rusya’yla anlaşın! ” gibi tepkileri, söyletmek zorunda bırakıyor. Mecliste siyasi kavga netleşirken, sahadaki kitle hareketi de siyasallaşıyor. İşçiler ve sendika örgütleri bu dönemde en anlamlı ve nesnel koşula uygun sloganı, toplumun gündemi yapabilir. Gaz, su, elektrik ve barınma hakkı gibi temel ihtiyaçların kamulaştırılması, gündemin odak noktası olacak.


Bu süreçte kitle hareketinde ‘homojen veya heterojen’ yapı, onun karakterini ve başarı şansını da belirler. Halk hareketini oluşturan kitlelerin özelliği ‘homojen’ yapıya sahipse, meydanları dolduran insanların örgütlü ortak hareketi, amacı, hedefi, disiplini, sabrı ve programı, eninde sonunda onu ‘öncüsüyle’ buluşturacaktır. Bunun aksi olan kitleyse, kalabalık görünümünün ötesine geçemez. Çünkü örgütsüz kalabalığın ortak değerleri, amacı ve programı olmadığından dolayı ‘heterojen’ kitledir. Bu tarz kalabalıklar protesto yapmaya ve deşarj olmaya gelen insanlardan vs.oluşuyor ve sayıca daha çok gözükebilir. Fakat içerisine provokatör yerleştirmek, kalabalığı bölmek ve meydanları dağıtmak, sistem açısından daha kolaylaşır. Dolaysıyla heterojen kitleye her geçen gün katılım azalır. Homojen kitle ise her gün kuvvet alarak, büyüyebiliyor. Devamla Avrupa ve dünyadaki olup bitenlere dikkat edildiğinde, “devrimci durum” değerlendirilmesi ayrıca anlamlıdır. Yani egemen sınıf daha önce karşılaşmadığı ve artık yönetemediği olağandışı bir durumla karşı karşıyadır. Halk bu duruma tepkili ve bu şekilde yönetilmek istenmiyor. Özetle yukarıdakiler aciz ve alttakiler bıkmış durumda. Böylesi bir süreç gelişip en ilerici ve ‘en gerici’ sınıfları dahil, tüm ulusu etkiliyorsa ‘devrimci durum’dan söz edilebilir. Serbest rekabetçi piyasanın yayın organlarından “PT Magazin”, 26 Haziranda “enerji dönüşümü Leninist tarzda bir devrimci duruma neden oluyor” başlıklı analiz yayınlamıştı. Yazıda özetle hükümetin tarihi yanlış kararları, hayat pahalılığı ve enerjinin beslendiği göbek bağının kopartılmasıyla toplumsal birliğin çatlayacağı ve devrimci durumun ortaya çıkacağı ‘öngörülüyor’. Çünkü enerji kaynağı koptuğunda, Avrupa ve Almanya’da üretim durma noktasına gelir. İşte o zaman halkın gıda teminide tükenmeyle karşı karşıya kalabilir ve halk hareketi en büyük dalgaya dönüşür. Bu gidişata göre devrimci durumun gelişimini ve halk hareketini sistemin geleneksel önlemleri durduramazsa, gözle görülmeyen ama etkisi sınırsız olan güç ‘tesadüfen’ halkın ilerleyişini tıkayabilir mi? Gözle görülmeyen ‘tatile çıkan’ Kovid-19 virüsü, tekrar canlanır ve farklı bir mutasyonla saldırıya geçebilir mi? Küresel sermayenin emrindeki sistem bakımından, bu bir nimet olur. Halk hareketi büyümeden Kovid-19 salgını tarafından durdurulabilir. Epidemi seviyesine çekilen virüs tekrar pandemi seviyesine çıkarsa, önceki aylarda yaşanan sürecin tekrarı görülebilir. Umarız virüs tatilde kalmaya devam eder, nede olsa Dünya Sağlık Örgütü ve ABD başkanı Koronanın ‘sonunu’ gördüler. Sonuç olarak, bir dönemin sona ermesiyle, ‘dünya bir devrime mi gidiyor’ diyebilir miyiz?                                                                                                                                                                   

Sonraki Haber