Avusturya’da nasıl ‘Devrimci, İslamcı ve Ülkücü’ oldular?

80’li yıllarda Avusturya’nın bir şehrinde gurbetçi aileler aynı mahallede ikamet ederlerdi. Çocuklar da aynı okulda okurlardı ve aynı parkta oynarlardı. Babalar ise aynı fabrikada çalışırdı.

 Avusturya’lı yerliler bu mahallede ikamet eden göçmenlere, yabancı veya Türkler diyorlardı. Birgün erkek çocuklar parkta futbol oynarken, maçı kazanan takımdan üç uyumlu oyuncu arasında yakınlaşma olur. O günden sonra bu üç çocuk arkadaşdırlar. Bu arkadaşlık yıllarca devam eder. Ta ki bu çocukları bekleyen geleceğin sorunlar dünyası, onları ‘değiştirene’ kadar. Çünkü birgün, zaman onları yol ayrımının eşiğine getirecek ve biri kendisini “devrimci, biri islamcı ve biri de ülkücü” olarak tanımlayacaktır. Oraya gelmeden önce, yıllar su gibi akar gider. Okul çıkışı bisikletle dolaşırlar, yaz aylarında yüzmeye giderler, dönem dönem futbol takımlarında oynarlar. Arkadaşlık okuldan sonrada devam etti. Üç arkadaş ortaokulu bitirdikten sonra, bir birine benzer meslek eğitimlerine yönelirler. Artık çocukluktan gençliğe ayak basmışlardı. Boş zamanlarında bilardo salonunda buluşurlar, motorsikletle dolaşırlar ve ortak hobilerini paylaşırlardı. Yedikleri içtikleri bir olan arkadaşlardan biri, bir ara ortalıktan kaybolur. Bu dönem kız arkadaşları da oldu. Sonra öğrenilir ki, ilk aşkın heyecanı o arkadaşlarını dış dünyadan koparmıştı. İlerleyen dönemde arkadaşlar yine görüşmeyi sürdürdüler. Yaş 18’e geldiğinde gençler askerlik işlemleri için, Viyana Türk Konsolosluğu’na giderek, burada meslek eğitim ve öğrenimden dolayı erteleme belgesi alırlar. Bu yaşlarda gençler hayatın anlamını algılamaya ve öğrenmeye çalışırlar. Aileden ‘doğru yönlendirme’ beklerler. Anneler genelde ev işlerinde ya da temizlik firmalarında çalışırlardı. Anne olmanın zorluğu tarif edilemezdi, onlar bir dönemin en büyük yükünü taşıyorlardı. Babalardan evlatlarına verilen öğüt genelde ‘meslek öğrenin, para kazanın ve bir baltaya sap olun’ şeklindeydi. Peki hepsi bu muydu, yaşamın özeti bu mu ? Arkadaşlardan biri teknik meslek işinden dolayı, şehirlerarası dolaşmaya başlar ve uzun süre projelerde çalışır. Diğeri akrabaların çalıştığı fabrikaya geçmeye karar verir, çünkü burada maaş daha yüksekti. Öbür arkadaşları ise başka yere taşınır ve kız arkadaşının çevresiyle yakın olur. Hayatın ekonomik boyutu istemeden olsada, üç arkadaşı bir birinden uzaklaştırır ve koparır. Bu kopuş her arkadaşı daha sonra farklı yol ayrımlarına götürür. 90’lı yılların dünyası bir çok genci etkiler ve ister istemez ‘değiştirmeye’ başlar. Bir yaz günü arkadaşlardan biri lunaparkta dolaşırken ırkçı saldırıya uğrar. Dazlak bir grup yanlız bulduğu ‘yabancı’ genci dövmeye kalkışır. O esnada Avusturyalı Sosyalist Gençlik taraftarları araya girerek, arkadaşı fiziksel saldırıdan kurtarır. O günden sonra hayat, bu genci devrimci yapar. Genç okumaya başlar ve hep geleceğe ve ileriye odaklanır. Diğer bir arkadaş iş yerinde sürekli ‘sen neden domuz eti yemiyorsun, sizin kadınlar neden başı örtülü?’ gibi soruların doğru yanıtını bulmaya çalışır ve bir arayış içerisine girer. Bu genci de hayat, kendisine ‘değer’ veren ortama çeker ve her şeyin anlamının ancak ilahi bir geçmiş kökte aranması gerektiğine inanır. O bir arkadaşın eline ailesiyle gittiği düğün çıkışında ‘Hocalı katliamını protesto eden’ bir bildiri uzatılır. Duyuruda Viyana’da organize edilen yürüyüşe çağrı yapılıyordu. İşte bu genç o yürüyüşe katılarak ülkücü çevreyle tanışır ve bu yol ayırımının takipçisi olur. Gel zaman git zaman derken, birgün İstanbul Havalimanı’nda bir tesadüf yaşanır. Uzun süredir bir birinden kopan gençler, THY check-in önünde karşılaşırlar. Hasret gideren arkadaşlar biniş kartlarını aynı koltuk sırasına göre alırlar ve uçakta yan yana otururlar. Avusturya’ya uçan arkadaşlar sohbete dalarlar. Türkiye’de izin günlerinde nereye gittiklerini ve neler aldıklarını paylaşırlar. Uçak Avrupa hava sahasına yaklaşırken arkadaşların sohbeti yavaş yavaş tartışmaya dönüşür. Karşılıklı atışmalardan şunlar duyulur: “Ben İç Anadolu’daki köyümüze kadar gittim ve hatıra olarak da, bakır tabaktan aha bir Bozkurt aldım! Sen ne yaptın? Mevlana Müzesi’ne gittik, görülmeye değer herkese tavsiye ederim, bana bir de İlmihal hediye edildi.Ya sen ne yaptın nasıl geçti? Ben olağanüstü halden dolayı, memleketime gidemedim, ama İstanbul Gülhane parkında özgün müzik konserine katıldım ve bir kaç kitap, kaset aldım. Hangi sanatçının konserine? Ahmet Kaya. Haa? bazı şarkılarını ve müziğini severim ama siyasi görüşü bana göre değil! Peki hangi görüşü savunuyorsun? Milliyetçiyiz, hepimiz Türküz. Hangi Türk? Burjuvadan mı emekçiden mi? Dediğinden ‘gomünistlik’ dışında birşey anlaşılmıyor. Sen işçilik yapmıyormusun, sınıfsal baskı ve sömürünün farkında değil misin? Yahu arkadaşlar sırası mı şimdi? Siyaseti karıştırmayın, elhamdülillah hepimiz aynı ümmetteniz Müslümanız! Çoğul konuşmak doğru değil, kimin neye, niçin ve nasıl inandığı kişinin vicdanında saklı kalsın. Madem Osmanlı’nın devamıyız diyorsun, Türk dışındaki 49 millete ne oldu? Ben gâvurun hiç bir şeyini almam! Weihnachts (Noel ikramiyesi) parasını da mı? ‘Len ne örüyon’ evella Türküz sonra Müslümanız. Peki Hristiyan ve Şaman Türk ne olacak? Dur hele, seçim olsa hangi partiye oy verirsin? Dinim gereğince Refaha. Ya sen? Tabiki milliyetçiliğe. Eee gardaş senin oyun kime? Her işçiyi savunan Sosyalist Parti’ye”. Tartışma yolculuk boyunca böyle devam eder. Seyahat sonunda sağlam zemine ayak basıldığında, herkes kendi istikametine gider ve bir daha yollar kesişmez.Ta ki dijital sosyal medyada bu kez olgunlaşmış üç arkadaşın tekrar iletişime geçmesine kadar. Bu hikâye yüzlerce örnekten sadece biridir. “Devrimci, islamcı ve ülkücü” gençler bir birine ‘düşmanlaştırılmaya’ çalışıldı.12 Eylül 1980 öncesinde maalesef bunun pratiği ve acıları dayaşandı. Tekrar karşı karşıya, yan yana veya bir araya gelme seçenekleri olsa, hangisi mümkün olabilir? Tarih ve dünyadaki baş çelişme bugün Türkiye’yi bir yol ayrımının eşiğine getirdi. “Tam Bağımsız Türkiye” her zamankinden daha yakın. Üç gencin esinlendiği siyasetlerin ortak stratejileri olmayabilir. Ama bir arkadaşın sosyal medyada yazdığı mesajı dikkate almak gerekmez mi? “Geçmişin tüm yanlışlarını red eden Milli Görüşçüler, Milli Hareketçiler ve Milli Demokratik Devrimciler neden ortak bir platformda saygı, ölçü çerçevesinde geleceği tartışmasınlar?”

Sonraki Haber