Avusturya’ya işçi göçü ve dört dönemin sonuçları
Son 50 yılda dünyadaki değişimler sadece Avusturya’yı değil, burada yaşayan yerliler dışındaki insanları da etkiliyor. Sırasıyla misafir işçi, yabancı, göçmen ve Avusturyalı Türkler gibi tanımlamalar, dört zaman diliminin farklı sonuçlarıdır. Bu sonuçları doğuran sürecin özetini, değerlendirelim.
Avusturya’nın emekçi kadınları, 2. Dünya Savaşı’ndan geri kalan enkazları kaldırmaya başlarlar. Erkeklerin çoğu savaşta yaşamını yitirmişti, dolaysıyla bu görev ‘enkaz kadınlarına’ kalmıştı. Enkazlar sonunda toplanır, ancak ülkenin önünde duran iki sorun daha vardı. Ekonomik kriz aşılmalıydı ve yeni altyapıyı inşa edecek iş gücü bulunmalıydı. Avusturya’nın doğudaki komşularının etrafı ‘demir perde’yle kapalıydı, batı dünyası da uzaktı. Tek çare, güneyden iş gücü talep etmekti. Yugoslavya hükümeti Avusturya’nın işçi alma talebini olumlu karşılar.
1960’ların sonunda Viyana güney tren garında (Südbahnhof) aralarında siyasetçiler, yerel idareciler, vatandaşlar ve bando takımının da yer aldığı, kalabalık ‘protokol’ hazır bulunur. Gözler tarihi anı, yani Türkiye’den buraya ulaşacak trenin ‘özel yolcularını’ heyecanla ve büyük coşkuyla bekler.
MİSAFİR İŞÇİLER (GASTARBEİTER) HOŞ GELDİNİZ
Avusturya’ya ayak basan ve çoğunluğu erkek olan Türk işçi kafilesine, ‘misafir işçi’ (Gastarbeiter) denildi. Çünkü iş gücü desteğiyle ülke zor dönemi atlatırsa, ‘misafirler tekrar vatanlarına geri döner’ düşüncesi hakimdi. Fakat bu misafir, gurbete kendi özgür iradesiyle gelmemişti. Tam aksine getirilmişti. Evet getirilmişti!
Barakalara ve eski binalara yerleştirilen ‘misafir’ ev sahibine hizmet etmeye başlar. İnşaatlar, yol yapımı, fabrikalar ve birçok iş branşlarında ve kötü şartlarda da işçiler çalıştırılır. Türk işçisinin yaşadığı baraka dışındaki ikinci adresi iş yeridir. Dış dünya ve sosyal yaşam kendisine ‘kapalı’ ve yabancı. Bu izolasyona rağmen, ‘getolaşma’ya yönelmedi. İşverenler Almanca kursları vs. gibi girişimleri, aklından dahi geçirmediler. Uyum (integration) yasası diye birşey gündemde ‘yoktu’. Misafir işçiler üretimde sadece iş süreçlerine ve makinelerin tamamlayamadığı aşamalara ‘entegre’ edildiler. 1970’lerde dünyada, Türkiye’de ve Avusturya’daki Sosyalizm dalgası, misafir işçileri yalnız bırakmadı. Avusturya sendikaları misafir işçilerin kötü koşulda çalıştırılmalarına, seyirci kalmayacaktı. Misafir emekçiler de yerli çalışanlar gibi işçi hakları kapsamında olmalıydı. İş verenler zamanla misafir işçilerin çalışkanlığını ‘beğenirler’. Örenğin bir tekstil fabrikasının personel müdürü, ofisine çağırdığı Türk işçisine Türkiye haritasını gösterir ve „sen nereden geldin” diye sorar. İşçi memleketini gösterir. Müdür “hazırlığını yap ileriki günlerde birlikte senin memleketine gideceğiz, çok işçiye ihtiyacımız var” müjdesini verir. Daha sonraki dönemde memlektlerden iş gücü takviyeleri getirilir ve misafir işçilerin pasaportları, iş verenin çelik kasasına konulur. Kimse ondan izinsiz ülkeden ayrılamaz. Avusturya devlet politikası, misafir işçilerin kalma sürelerini uzatır.
YABANCILAR (AUSLÄNDER)
1970’lerin ortalarından 1980’leri takip eden zaman dilimine, Avusturya’nın altın dönemi (goldene Zeit) denilir. İş alanları büyük oranda kamu tarafından idare ediliyor, gelir dağılımı iyi, tam istihdam sağlanmış, sağlık, eğitim ve emeklilik sosyal devlet tarafından karşılanıyor. Kamoyu, iktidardaki Avusturya Sosyalist Partisi’nin (SPÖ) başarılarını dikkate alıyor.
1990’lardan sonra dünyadaki neoliberalizm ‘rüzgârı’ Avusturya’da da birçok dengeyi yerinden oynatır. Avusturya Sosyalist Partisi (SPÖ) adını Avusturya ‘Sosyaldemokrat’ Partisi’ne dönüştürür. Bu konuya kısa bir parantez açalım; 2007 yılında emekli SPÖ siyasetçisi sayın Karl Blecha’nın bir konferansta „biz o zaman Avusturya Sosyalist Partisi’ydik” vurgulamasına, büyük alkış kopar, ancak bu alkış aynı zamanda neoliberal sistemi protesto anlamındaydı.
Özelleştirmelerle birlikte işsizlikte yükselmeye başlar. Bu arada ‘yabancıların’ Türkiye’de kalan çocukları ve akrabları Avusturya’ya getirilir. Diğer yandan ‘turist’ ve ilticacı akınları da devam eder. Viyana ve bazı şehirlerde ‘Türk mahalleleri’ oluşur ve getolaşmalar başlar. Sosyal ve sınıfsal içerikli derneklere ilgi azalır, bunların yerini dini ve kültürel oluşumlar izler. Piyasada Türk esnaf ve iş yerleri de yavaş yavaş çoğalır. Avusturya ‘toplumu’ ülkenin altın dönemine önemli katkıda bulunan, Türk misafir işçilerine veda eder. Bunların yerine, ‘işimi elimden alan yabancı’ kavramı, büyük oranda toplumsal algıya yerleştirilir. Kötü gidişatın kaynağı ‘yabancılardır’ propagandası ve ortamı, aşırı sağ partilere ve ırkçı yapılanmalara yeni alan açar. Trajı en yüksek olan günlük gazetelerde iş ya da ev ilan sayfalarında ‘nur İnländer’ (sadece yerliler için) notlarına bile yer verilir. Türklerin yoğunlukta ikamet ettiği bir şehirin tren garına her dileden ‘hoş geldiniz’ yazısına yer verilirken, Türkçe karşılığı ‘unutulur’.
GÖÇMENLER (MİGRANTEN)
2000’li yıllarda Avusturya ‘bağımsız’ siyasetten uzaklaşmak zorunda kalır. Çünkü artık beş yıllık AB (Avrupa Birliği) üyeliğiyle Brüksel’in ajandasını takip etmesi gerekiyordu. Avro para birimine geçişin bedeli, hayat pahalılığı olur. AB’ye karşı Avusturya içerisinde tepki oluşur. “Avusturya AB’den ayrılsın” kampanyaları bile, seviyenin boyutunu gösterir. Bu yıllarda vaktiyle misafir işçi sayılan, sonra ‘yabancılaştırılan’ Türkler, genel ‘göçmenler’ çerçevesine alınır. Avusturya devleti ve hükümetleri uyum yaslarını geliştirir ve geçte olsa, toplumsal olgulara göre günceller. Yeni durum, göçmenlerin Avusturya vatandaşlığına çığ gibi yönelişini beraberinde getirir. Vatandaşlıkla birlikte gayri menkullere yatırım ve gelecek nesillere hazırlık yapılır. Vatandaşlarımız Türküyle ve Kürdüyle Avusturya toplumunun ‘kalıcı bir parçası’ olur. Gençler askerlik veya sivil görevlerini tamamlarlar. Önceki yıllarda çalışmalarını sınırlı tutuan göçmen dernekler, uyum yasasına göre örgütlenmeye başlarlar. Bu gelişme siyasi partilerin de ilgi odağı haline gelir. Oy oranlarına katkı sağlayacak ve ‘köprü’ görevi üstlenecek bağlantıya ihtiyaç duyarlar. Siyasi partlerin kapıları gençlere açılmaya başlar. SPÖ, Die Grünen (Yeşiller) ve ÖVP (Avusturya Halk Partisi) gibi partilerde yer alan ve seçimlerde kazanan adaylara, her partide tesadüfen ‘aynı’ görev verilir. ‘Entegrasyon’ dışında başka parti görevleri kolay kolay ‘verilmez’. Göçmen özgeçmişe (Migrationshintergrund) sahip siyasetçilerin geleceğinde ‘entegrasyon’ görevi ‘çıkmaz sokak’ etkisi yaratır. Siyasi partiler ise göçmenlerden bekledikleri ortak ‘blok’ oyları alamadılar. Çünkü göçmen işçilerin sınıf birliğini Türk, Kürt, Alevi, Sünni ‘bağnazlığına’ bölündürülmesine, onlarda alet olurlar.
AVUSTURYALI TÜRKLER (AUSTROTÜRKEN)
Çoğu Avusturya vatandaşlığına sahip ve Avusturya’da doğan ve yetişen nesil, Almanca’yı çok iyi telafuz eder ancak ‘ana’ dilini fazla kullanmaz. Bu jenerasyon aynı zamanda Avrupa vatandaşıdır. Dış görünüşleri hariç herşeye yerliler gibi uyum sağlamasını bilirler. ‘Austrotürken’ diye tanımlanan bu kuşaktan çok sayıda genç, Türkiye’yi ‘tanımıyor’ ve bazıları da hiç görmemiş. Ancak Avusturya toplumunun parçası gibi algılanan ‘Avusturyalı Türkler’ (Austrotürken) kavramı, yinede yerli toplum tarafından fazla karşılık bulamıyor. Dolaysıyla İnternet üzerinden dijital platformlarda bir ‘getolaşma’ görülmektedir. Önceki yıl SÖZ (Geleceğin Sosyal Avusturyası) adlı siyasi parti, Avusturya vatandaşı tüm göçmen ve Austrotürken’lere ‘azınlık statüsü verilsin’ talebinde bulunmuştu. Diğer bir dikkat çekici durum ise, aşırı sağcı ve yabancı karşıtı bilinen FPÖ (Avusturya Özgürlükçü Partisi) partisinde yaşanıyor. Parti’de azımsanmayacak sayıda, Austrotürken gençleri dönem dönem yer alyor. Bu gençlerden bazılarında şu özellikler önce çıkıyor: Yerlilerin „sen yüzde yüz entegre olmuşsun ve bizim gibisin” demeleri, onları gururlandırıyor. Türklerle görüşmüyorlar, arkadaş çevreleri sadece yerlilerden oluşuyor. Bazılarının kafe veya lokali var ve müşterilerinin yüzde 99’u Avusturyalı. ‘Klasik’ Türk müşteri istemiyorlar. Rekabet toplumundan kaynaklanan bu durum, ayrı bir sosyolojik incelemeye muhtaç.