Aydınlık bu yurdun kültürüne hizmet eder

‘Yayınınızdan birkaç arkadaşım ile yaptığınız röportajlar sayesinde haberdar oldum. “Aydınlık” Türk yayın hayatında politize olmuş bir anlayışı temsil etmekteydi. Aydınlık’ın bizzat şahit olmuş biri olarak tam da bu yurdun kültürüne hizmet etmekte olan bir anlayışı temsil ettiğine inanmaktayım’

İbrahim Can, Hulki Rıza İpek, Hüseyin Yaltırık, Emine Sağlam Akfırat, Necdet Kurt

TRT sanatçısı İbrahim Can ile birlikte, TRT Halk Müziği sanatçısı, derlemeci, halk bilimci, aynı zamanda İngilizce öğretmeni, Doç. Dr. Hüseyin Yaltırık üstadımızla yaptığımız keyifli, aydınlatıcı söyleşimizin son bölümündeyiz.

Anadolu’nun gül kokan türküleriyle zenginleşen, tadı damağımızda kalan söyleşimizin, sön bölümünde sanatçımıza kulak verelim…

  • Derleme konusunda deneyimlerinizden devam edebilir miyiz?

Türkü ya da herhangi bir halk kültürü ürününü veya o ürün bağlamında bilinmeyenleri ortaya çıkarmak için yapılan çalışmalara kabaca derleme denmektedir. Özel olarak halk müziği ürünlerini (türkü, deyiş, semah, nefes, uzun hava vb.) derleme çalışmaları bireysel veya bir ekip anlayışı içinde gerçekleşebiliyor. Devlet kurumlarınca yapılan derleme çalışmaları genellikle bir ekip anlayışıyla gerçekleşmiştir. Meselâ Ankara Devlet Konservatuarı derlemeleri ile TRT ve Kültür Bakanlığı derlemeleri hep ekip anlayışıyla gerçekleşmiştir. Üniversitelerce yapılan araştırma projeleri ve bu bağlamda yapılan derleme çalışmaları da genellikle bu türden ekip çalışması ile gerçekleşir. Bireysel derlemeler daha ziyade amatör ruhla, türkülere ve halk kültürüne gönül vermiş kişiler tarafından yapılmış derlemelerdir. Benim derlemeciliğim de bu türden bireysel derlemeciliktir. 18 yaşımdan itibaren merakla sarıldığım türkü derlemeciliğim zaman içinde daha profesyonel cihazlarla ve daha bilinçli olarak sürdü. Derlemecilikte en verimli dönemim M.E.B. okullarında ve Ege Üniversitesi’nde öğretmenlik/okutmanlık yaptığım zamanlardır. Bunda en büyük pay kuşkusuz Radyo’dur ve Radyo’daki sanatçı büyüklerim ile zamanla gelişen ilişkilerimizdir.

YARININ HALK MÜZİĞİ BUGÜNDEN KESTİRİLEMEZ

  •  Türk Halk Müziğinin bugünü ve geleceği ile ilgili düşünceleriniz nelerdir?

Türk Halk Müziği canlı bir müzik türüdür. Her an değişime, yenilenmeye tabi bir canlı organizma gibidir. Folklorcu Şerif Baykurt hoca zamanında bu nedenle folklorun metodu olarak “Biyoloji” metodu ifadesini kullanmış ve gerekçesini de her an canlı ve dinamik yapısına ve yenilenen güncellenen özelliğine dayandırmıştı. Zaman içinde Türk Halk Müziği sazları gelişmiş, yenilenmiş ve güncelleşmiştir. Aynı şekilde icracı profili ve dinleyici profili de değişmiştir. Teknik yönden bilhassa kullanılan araç-gereçler zaman içinde gelişmiş ve yenilenmiştir. 1927 yılında Radyo’dan başlayan yayınlar, 1940’lı yıllardan itibaren Muzaffer Sarısözen öncülüğünde Yurttan Sesler Toplulukları kurularak halkın sesini ve sazını yine halka aktarma becerisiyle yol almıştır. Yurttan Sesler’in içeğindeki türküler artarak, çeşitlenerek dinleyiciye sevilir bir program hizmeti sunmuştur. 1964 yılından itibaren ise devreye televizyonun görselliği de girmiş ve radyodaki ciddiyet başlangıçta TV’de de devam etmiş ancak izlenme yarışı ve rekabet anlayışı sonunda programlar da ve yapımlarda kimilerince “yozlaşma” ve kimilerinde “değişme” denen bir yapısal değişiklik izlenmiştir. TRT ve özel radyo-televizyon kurumlarında THM böylesine bir değişimle yürürken alanda mahalli sanatçılar ve âşıklar ile düğüncü gruplar da bu tür zamanla gelen değişimlerden nasibini almıştır. Geleneksel Türk Halk Çalgıları yerini daha çok org çalıcılarına ve D.C.’lere bırakırken geleneksel halk türküleri de yerini piyasa şarkılarına ve standart düğün kasetlerine bırakmıştır. Bu dahi halk müziğinin ne denli dinamik, yaşayan, canlı ve hareketli bir müzik türü olduğunu göstermektedir. Yarınlardaki Türk Halk Müziğini kimse bugünden kestiremez. Değişim, gelişim, diğer müzik türleri ve dünyadaki diğer kültürlere ait müzik aletleri ile etkileşim, dinler-izler kitlenin beğenileri, estetik değer yargıları ve beklentileri THM’nin yarınlarını nasıl biçimlendireceğini kimse bugünden bilemez…  Şu gerçek ise daima geçerlidir: İktidarı elde tutanlar eğitimi, sanatı ve dolayısıyla müziği daima biçimlerler…

Mustafa Hoşsu ve öğretim elemanları ve öğrenciler ile

İZMİR RADYOSUHALK MÜZİĞİ TOPLULUĞU NASIL KURULDU?

  • İzmir Radyosu’nun nasıl yapılandığını, Mustafa Hoşsu'nun gelirken, Muzaffer Sarısözen'in ona telkinlerini, önerilerini aktarabilir misiniz?

Bizzat Mustafa Hoşsu hocamızdan dinlediğime göre, Muzaffer Sarısözen, 1950’lerde kurulan İzmir Radyosu’nda da bir Halk Müziği topluluğu kurmak için yönetecek birinin arayışındadır.  Daha önce 1947 yılında kendisinin Eskişehir Çifteler Köy Enstitüsünde “Türk Halk Müziği ve Halk Oyunları Usta Öğreticiliği” olarak görev yapmasını önerdiği Mustafa Hoşsu’ya 1953 yılında İzmir’e gitmesini görevini Ankara Radyosu’nda bir program esnasında ve sanatçıların huzurunda verir. Hocamız böyle bir teklifi geri çevirmez zaten o yıllar radyonun en etkili olduğu yıllardır. Ankara Radyosu’nda Muzaffer Sarısözen’in yönettiği Yurttan Sesler topluluğunda Eskişehir türkülerinin yayınlandığı programlara çeşitli sebeplerle Osman Özdenkçi önderliğinde katılmışlıkları da vardır zaten. Tren ile Eskişehir garında dostları ve öğrencileriyle vedalaşıp yola koyulur ve İzmir’e vararak bu şerefli görevi üstlenir. Sarısözen kendisine bu görevi verirken şunları da tembih eder: “Hoşsu, İzmir’deki topluluktan ilk istediğin şu olsun: İcraat esnasında asla ayak ayaküstüne atmasınlar. Bu hareket mesleklerine olan saygıdan dolayıdır. Dışarı çıkarken önce hanımlar sonra erkekler çıksın, içeri girerken de daima hanımlara öncelik veriniz… Bir de yayınlarda mahalli sanatçılara azami ilgiyi göster. Onları Radyo’ya davet et, çalsınlar söylesinler… Benim şimdi aklıma geliveren Bergamalı Hasan Çakı Efe ve Burdurlu Çine kardeşlerden faydalan, onlarla irtibat kur… Bir de Fethiyeli Mustafa Coşkun var onu da ihmal etme… Gerisini de sen bulursun inşallah…”

YÜKSEK LİSANS VE DOKTORA ÇALIŞMALARI

  • Doçentlik sürecini de anlatabilir misiniz?

Doçentlik süreci yüksek lisans süreci ile başlar malum. Ben yüksek lisansımı Ege Üniversitesi Devlet Türk Musikisi Konservatuarı’nda 1990 yılında başladım. "Mahmut Ragıp Gazimihal'in Hayatı ve Türk Halk Müziğine Katkıları" başlıklı tezimi verdim.  Daha sonra 1995'te Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Halk Bilimi Ana Bilim dalında açılan doktora programına başladım. Ve 2000 yılında "Trakya Bölgesi Tasavvufi Halk Müziği'nde Güfte-Beste İlişkisi" başlıklı tezimi verdim. Tabii bu çalışma 7 yıl kadar, hatta alan araştırmalarıyla beraber Trakya'da 12 yıl kadar sürdü.

Bu ve benzeri alan araştırmaları, zaman zaman katıldığım sempozyumlarda, bildiriler ve yazdığım makalelerle beraber, panellere katılımlarımla iyi bir çalışma olmuştu. 2008 yılında doçentliğe başvurdum. Bu sürede TRT İzmir Radyosu’nda sanatçı olarak görevimi de yapıyordum. Başvurumun sonunda YÖK değerlendirme yapmış. Çalışmalarımı sunmak ve doçentlik sınavına katılmam için 2008 yılı, Aralık ayında İstanbul Teknik Üniversitesi Konservatuarı salonunda sınava davet edildim. Sınav heyetinde İTÜ'de öğretim üyesi Can Etili ve rahmetli Şehvar Beşiroğlu ile Eskişehir Anadolu Üniversitesi'nden, Boğaziçi Üniversitesi’nden çok yetkin hocalarımız, sanatçı büyüklerimiz heyetinde doçentlik sınavımız yapıldı.

Doçentlik sınavlarında jüri, doçent adaylarını huzura çağırıp onlara sonucu bildiriyordu. Pek tabii olarak bizi de çağırdılar. Erol Parlak, Bendeniz ve Fatma Reyhan Altınay Hoca her üçümüz aynı sınavdaydık. O gün her üçümüz doçentlik unvanını aldık. Doçentlik sınavından sonra herhangi bir üniversiteye geçip orada çalışmalarımı sürdürebilir, profesörlüğe kadar da gidebilirdim. Ancak ben 2018'de sanatçı olarak TRT’den emekli olmayı tercih ettim. Ve 16 Ağustos 2018 tarihinde, TRT'den sanatçı olarak emekli oldum.

YEDİ KİTABIM YAYINLANDI

  • Kitap çalışmalarınız var. Bu süreçten biraz bahsedebilir misiniz?

Yüksek lisans tezim hariç doktora çalışmalarımı kitaba döktüm. Böylece Kültür Bakanlığı Yayınları’ndan “Trakya Bölgesi'nin Tasavvufi Halk Müziği” ve TRT Yayınları’ndan ise “Tasavvufi Halk Müziği” isminde iki temel kitap yayınladım. Bunun dışında Kırklareli'nde yapmış olduğum alan araştırmalarını ve çalışmalarımı, “Âşık Ali Tanburacı ve Kırklareli Halk Müziği" başlıklarıyla kitap halinde yayınladım.

Bunların dışında İzmir Makedonya Göçmenleri Kültür Dayanışma Derneği'nin panel ve konferanslarını iki kitap olarak onursal başkan ve kurucu başkan, dönemin İzmir milletvekili sayın Kemal Vatan ile birlikte yayımladık.

Ayrıca, Bulgaristan, Deliorman'da yapmış olduğumuz bir proje çalışması, “Bulgaristan'da Deliorman Türklerinin Düğün Gelenekleri” başlığıyla, kitap olarak ortak yazarlarla yayımlandı. En son olarak Anadolu Üniversitesi yayınlarından 3099 numarayla 2015 yılında “Türk Müzik Tarihine Giriş 1” olarak yayımlandı.

Böylece Ferdi veya ortak olarak toplam 7 kitabımız oldu. Özgecmişime VİKİPEDİ Özgür Ansiklopediden Hüseyin Yaltırık maddesinden ulaşabilirsiniz.

  • Yayınımız hakkında düşünceleriniz ve önerileriniz var mı?

Yayınınızdan birkaç sanatçı arkadaşım ile yaptığınız röportajlar sayesinde haberdar oldum. “Aydınlık” dergisi Türk yayın hayatında politize olmuş bir anlayışı temsil etmekteydi ancak isim benzerliği nedeniyle bugün bile belleklerde yanlış algılanan bu isim (Aydınlık), bizzat şahit olmuş biri olarak tam da bu yurdun kültürüne hizmet etmekte olan bir anlayışı temsil ettiğine inanmaktayım.

  • Okurlarımıza vermek istediğiniz mesaj nedir?

Okurlarınız aydın insanlardır. Kalplerindeki aydınlık daim olsun dilerim. Her bir okurumuza sağlık, esenlik ve aydınlık günler dilerim. Yarınları hep umutlu ve aydınlık olsun…

TÜRKÜNÜN ÖYKÜSÜ

Pirinçova'da yaşayan ve memleketin çok güzel kızlarından biri olan Hatice'ye, iki kardeş Ferhat ve Murat aynı anda sevdalanmıştır. Murat olgun, uysal ve daha yakışıklıdır. Kardeşi Ferhat, kavgacı, dövüşçü bir kişidir. Hatice'nin gönlü ise Murat’tadır. Gün gelir Hatice Murat’a istenir. Ailesi Hatice'yi Murat'a verir. Murat'ın askerlik zamanı gelir. Evliliğinin henüz 5.-6. ayında askere gitmek zorunda kalır.  Ferhat için için kızmakta ve kardeşine Hatice'yi yar etmek istememektedir. Bir plan kurar. Kardeşi Murat askerden gelince ona Hatice'nin kötü yollara düştüğünü, bunu sadece kendisinin bildiğini söyler. “Kardeşim bu namusumuzu bizim kurtarmamız gerekir” diyerek Murat'ı etkiler.

Saf ve her şeye inanan abi Murat, bu bilgiye göre eşi Hatice'ye, “Haydi Hatice, hazırlan kalk gidelim. Bir asker arkadaşım var. Komşu Muhal köyünde onu ziyaret edelim” der. Ve bayramlık kınalarını ellerine henüz yeni yakmış olan Hatice ile beraber yola koyulurlar. Daha önceden planladıkları gibi yolda, belli bir yerde, ıssız bir ortamda pusu kurar Ferhat. Orada Hatice'ye saldırır ve onu kanlar içinde yere serer.

Bu olay üzerine bu türkü yakılır.

Aslında türkünün bütünü olayı baştan sona anlatmaktadır. Özellikle bağlantı kısmında;

"Aman Murat Canım Murat

Gel kurtar beni

Kurtaramam kıvırcık Hatice'm

Kan tutar beni" diye anlatılmıştır.

Türkünün sözlerinde, notasına eklenmeyen kısımlar da vardır;

“Prencova altında A ninem

koyun kuzu yayılır, 

Hatice'yi duymuş annesi

yastıkta bayılır”.

Sonraki Haber