'Bektaşi Vatikanı'nın amacı Türkiye'yi zayıflatmak

Arnavutluk’ta Vatikan modeli ile ‘Bektaşi Devleti’nin kurulacağı tüm dünyada ve özellikle Müslüman dünyasında şok etkisi oluşturdu. Bu proje temelde Arnavutluk’un toprak bütünlüğünü tehlikeye sokacak gibi…

Küresel siyasi ve ekonomik sistem içerisindeki bölgesel ve yerel çatışmalar 2022 yılı ile birlikte Rusya-Ukrayna Savaşı sonucu, henüz yeni başlamış değil. Özellikle ABD öncülüğünde “Vietnam Hezimeti/Rezaleti”, Körfez Savaşı’nın ve Irak’ın işgalinin ağır sonuçları neticesinde bölgesel ve yerel aktörlerin çatışma içine sokularak savaşın uzaktan yönetilmesi anlayışı önem kazandı.

Özellikle tarihsel boyutta asırlardır “dini-mezhepsel” çatışma içerisinde olan iki coğrafya (Balkanlar ve Ortadoğu) arasından Ortadoğu’da yerel milislerin silahlandırılarak yönetilmeye çalışması ve hatta Rusya’nın Suriye krizinin doğrudan içine çekilerek güç kaybettirilmesine çalışması aslında olası 3. Dünya Savaşı’nın 2010 yılından hemen sonra yavaş yavaş toplumların gözleri önünde başladığını hepimize gösteriyor.

Bu mantalitenin neden Balkan coğrafyasında tercih edilmediği çok açık. Balkanlar Avrupa Kıtasında ve küresel hegemonik güçler bu stratejiyi 1990’lı yıllarda denedi ve neticesinde Avrupa ekonomisi çok olumsuz etkilendi.

Dolayısıyla Balkanlarda artık sınırlarda önemli ancak küçük çaplı gerilimler ile mevcut rejimlerin AB üyeliği stratejisiyle kontrol altında tutulması fayda/maliyet analizi açısından, geçmişteki olumsuz tecrübeler de göz önünde bulundurularak daha makul olarak kabul edildi.

Son günlerde Balkan coğrafyasında ise yeni ancak uzaktan kontrol edilebilir suni bir krizin oluşturulmasının ilk adımları atıldı. Arnavutluk Başbakanı Edi Rama’nın New York Times’a verdiği röportajda Arnavutluk’un başkenti Tiran’da bir Vatikan modeli ile “Bektaşi Devleti”nin kurulacağı tüm dünyada ve özellikle Müslüman dünyasında şok etkisi oluşturdu.

Sırplar ile birlikte Balkan toplumlarının en güçlü iki toplumundan olan Arnavut toplumunun ise bu gelişmeye tepkileri şu an için olumsuz. Çünkü temelde, bu proje Arnavutluk’un toprak bütünlüğünü tehlikeye sokacak gibi gözüküyor.

Her ne kadar Balkanların en güçlü iki toplumundan biri de olsa henüz Kosova Arnavutları ile bile ortak strateji kurmayı başaramayan Arnavutluk’un böyle bir Vatikan devleti modeli ile neyi hedeflediği hala merak konusu.

Bu şüpheleri ve Tiran’da kurulacak olan Bektaşi Devletinin stratejilerini doğru analiz edebilmek adına tarihsel perspektiften konuyu ele almak gerekiyor.

TARİKATLAR MEZHEP DEĞİLDİR

Bugün her ne kadar Arnavutluk Başbakanı Edi Rama, kurulacak olan Bektaşi Devleti ile küresel sisteme Bektaşiliği “farklı ve yeni bir din olarak pazarlamaya çalışsa da” Bektaşilik anlayışı İslâm dininin içerisindedir ve Bektaşiler Müslümandır.

Bugün İslâm dünyası içerisinde yaklaşık 1 milyardan fazla Müslüman bulunmaktadır ve bu durum mezhepsel ayrılıklardan farklı olarak Müslümanların dine bakışlarında farklı yorumların ortaya çıkmasına neden olmuştur.

Bu perspektif, “İslâmi mezheplerden” farklı olarak derin bir çatışma meydana getirmez çünkü siyasi temelli değildir. Bu ufak farklılıklar bir “yorum” anlayışından kaynaklanır ve bu farklı yorum anlayışları İslâm dini içerisinde “tarikatlar” olarak adlandırılan farklı grupları meydana getirmiştir.

Tekrardan belirtmekte fayda var: “Tarikatlar, mezhep değildir.” Mezhepler dini ve siyasi çatışma içerisindeyken İslâm dini içerisinde “tarikat” kelimesinin anlamı “aynı hedefe giden farklı yollar” olarak tanımlanır.

OSMANLI VE BEKTAŞİLİK

Bektaşilik anlayışının ise bir tarikat olarak oluşmasının kökenleri 14. ve 15. yüzyıla kadar dayanır. Bektaşilik, 13. yüzyılda bugün Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde bulunan Anadolu topraklarında önemli bir felsefi düşünür olan Hacı Bektaş tarafından oluşturuldu.

Bektaşilik temelde, Hacı Bektaş’ın öğretileri ile birlikte insanın dış görünüşünü değil, düşünce ve ahlak sistemini merkeze alan bu anlayış, farklı görüşten birçok toplumu bir araya getirici ve barış mesajları içeren felsefeye sahip.

Hacı Bektaş’ın ölümünden sonra onun bu düşünce mirasını devam ettirmek isteyen Anadolu toplumları kendi tekkelerini oluşturmaya devam ettiler. Ancak 15. Yüzyılda Osmanlı Devleti ve Şah İsmail arasındaki siyasi çatışma, Osmanlı Devleti’nin bir siyasi proje olarak Bektaşilik anlayışını ‘tarikata’ dönüştürmesine neden oldu.

Çünkü “Anadolu Türklüğünden” meydana gelen Bektaşilik anlayışı, o dönemde Anadolu’daki Şah İsmail’in da siyasi gücünün etki alanına giriyordu. Osmanlı Sultanı 2. Bayezid, bir devlet projesi olarak Bektaşiliği bir tarikata dönüştürdü ve bu tarikatın başına Balım Sultanı’ı atadı. Sultan 2. Bayezid böylelikle, bir stratejik güvenlik politikası olarak Bektaşilik anlayışını Şah İsmail’in siyasi etkisine karşı bir “tampon” olarak kullandı ve bunda da başarılı oldu.

Özellikle Osmanlı Sultanı Yavuz Selim ile birlikte Şah İsmail’in tamamen etkisini kaybetmesi sonucu Bektaşiliğin Osmanlı Devlet sistemi içerisindeki önemi arttı.

Osmanlı Devleti’nin sınırlarını genişletmesinde, o dönemde modern ordu sisteminin en önemli parçası olan Yeniçeri Birliği de Bektaşi tarikatına bağlıydı. Görüldüğü üzere, Bektaşilik günden güne Osmanlı Devleti içerisinde sosyolojik-siyasi gücü de eline geçirmeye başlamıştı. Özellikle Osmanlı Devleti’nde devlet-toplum ilişkisi içerisinde toplum sisteminin anahtarı olan ve temelde dönemin en güçlü sivil toplum kuruluşu olarak yorumlanan Ahilik Teşkilatı’nı da Bektaşiler oluşturmuştu.

Ahilik Teşkilatı, dönemin en güçlü sivil toplum oluşumu olarak, ticaret kurallarını devletin izni ile gönüllü olarak belirleyen, yardıma ihtiyacı olan insanlara hızlı şekilde yardım edip hem ticaret sistemi hem de sosyoloji içerisinde hayatına devam etmesini sağlayan bir anlayışa sahipti. Dolayısıyla ekonomi ile bir bütündü.

Osmanlı Devleti’nde sınırların küçülmesi ve ekonominin kötüleşmeye başlaması sonucu Bektaşiler ve Ahilik Teşkilatı’nın doğal bağı, temelde merkezinde Bektaşilik anlayışını bulunduran Yeniçeri Birliği’nin devlet yönetimine sık sık isyan etmesine ve padişah değiştirilmesine neden oldu. 1826’da Yeniçeri Birliği’nin Sultan 2. Mahmud tarafından ortadan kaldırılması ise yeni bir dönemin başlangıcı oldu. Çünkü Yeniçeri Birliği ortadan kaldırıldı, Bektaşilik değil.

DEDEBABA 1925’TE ARNAVUTLUK’A GİTTİ

Asırlardır “zincir halkası” felsefesi ile çok güçlü bir şekilde sosyoloji ve alt kültür içerisinde varlığını sürdüren Bektaşilik, Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde ise Türk Modernleşmesinin en önemli anahtarı oldu.

Çünkü Batı perspektifi ile uyum içerisine girmeye çalışan Türk devleti ve sosyolojisi için, dini değil insanın kendisini merkeze alan ve insanın düşünce sistemine, niyet ve ahlakına odaklanan Bektaşilik anlayışı, Türk modernleşmesi için vazgeçilmez bir unsur olmuştu.

1925 yılında tekkelerin kapatılması ile birlikte o dönemde Bektaşi tarikatının başında bulunan ve Arnavut olan Salih Niyazi Dedebaba Arnavutluk’a gitmek ve Bektaşilik inancını orada temsil etmek zorunda kaldı.

Bektaşiliğin Balkanlara Salih Niyazi ile geçmesi aslında Balkan coğrafyası için yeni bir durum değildi. Çünkü her ne kadar küresel tarih yazımı, Türklerin Osmanlı Devleti ile Balkanlarda, kazandığı savaşlar sonucu gücünü ve sınırlarını genişlettiği kabul edilse de 13. yüzyılın başlarından itibaren Bektaşi tarikatına mensup dervişler, Balkan coğrafyasına gidip tekkeler açıp çok büyük bir sosyolojik dönüşüm başlattılar.

İnsanın kendisini merkeze alan ve hoşgörü ilkesini vurgulayan bu felsefe, Balkan sosyolojisinin İslâm’ı tercih etmesinde ana aktör oldu. Bu açıdan incelendiğinde Salih Niyazi Dedebaba’nın Arnavutluk’a gitmesi, Balkanlarda yeni bir dönemi başlatmadı.

İtalya’nın İkinci Dünya Savaşı’nda Arnavutluk’u işgal edip Salih Niyazi’yi öldürmesi sonucu Bektaşilik Tarikatının hiyerarşik düzeyde en tepesinde olan kişiyi ifade eden Dedebaba Türkiye’de bulunan Bedri Noyan oldu.

Arnavutluk içerisinde Bektaşiliğin zor da olsa varlığını koruyabilmesi için en üst yönetici makamı olan Bedri Noyan Dedebaba, yine bir Arnavut olan Reşat Bardi’ye Türkiye’nin İzmir ilinde Halifebaba unvanı verdi ve Reşat Bardi’yi Arnavutluk’a gönderdi.

ARNAVUTLUK’UN BEKTAŞİLİK STRATEJİSİ

“Arnavutların dini büyük Arnavutluk’tur.” sözü ve stratejisi dikkate alındığında, Arnavutluk’ta kurulması beklenen Bektaşi Devleti’nin temel stratejilerini doğru analiz etmek mümkün. Bu analizler sonrası birkaç farklı perspektif ortaya çıkmakta.

Öncelikle Arnavutluk sosyolojisinin ve Arnavutluk içerisine yer alan bir kesim Bektaşilerin de bu plandan rahatsız olduğunu vurgulamak gerekmektedir. Bektaşilerin Arnavutluk’taki nüfusları günümüzde 120 bine yakındır ve bu da Arnavutluk nüfusunun %5’i anlamına gelmektedir.

Ancak bu küçük nüfuslarına rağmen Bektaşiliğin öncelikle küresel gücü ve tüm Balkan coğrafyasındaki Arnavutlar göz önüne alındığında ‘ulus kimliklerin ötesinde birleştirici ve kapsayıcı’ etkisi Arnavutluk için büyük Arnavutluk stratejisi ve hedefi için oldukça uygun.

Balkan coğrafyasında din merkezli milli kimlik tanımlamaları dikkate alındığında sadece Arnavutluk toplumu içerisinde farklı dinden Arnavutları ve Ateist Arnavutları (Müslüman, Katolik, Ortodoks) büyük Arnavutluk stratejisi için birleştirecek en güçlü yapı Bektaşilik olarak görülmektedir.

Ancak bugün Arnavutluk içerisinde yer alan Bektaşilerin devlet kurmasına neden olacak bir özgürlük sorunu bulunmamaktadır. Bektaşiler Arnavutluk içerisinde devlet protokolünde devlet başkanının yanında ikinci ya da üçüncü sırada bulunmaktadır.

İkinci en önemli strateji ise, Arnavutluk Başbakanı Edi Rama’nın son dönemde sıkça tartışılan ve etkisini artıran yolsuzluk olaylarını gizlemek ve unutturmak için Bektaşi Devleti projesine odaklanması kaçınılmaz olmaktadır.

Üstelik yalnız Balkan coğrafyası içerisinde değil, tüm dünyada mafya ilişki ağının önemli parçası olan Arnavut sosyolojisinin ve dolaysıyla Arnavutluk’un bu durumu ülkenin AB’ye üye olmasına engel olmaktadır. Edi Rama bu olumsuz durumu ortadan kaldırmak adına Bektaşiliği yeni bir barış dini olarak adeta küresel sisteme pazarlamaktadır ve kendisini de barış elçisi olarak tanıtmaktadır.

Ancak Bektaşilik bir din değildir ve İslam dünyası içerisinde yer alan Müslümanlardır. Edi Rama’nın Bektaşiliği yeni bir barış dini olarak tanıtmaya çalışması birçok Müslüman Arnavut da dahil olmak üzere tüm Müslümanları ‘radikal ve potansiyel terörist olarak’ küresel barışı tehdit edici aktörler olarak göstermektedir.

YAPAY KRİZİN ÖNÜNÜ AÇAR

Tam da bu noktada stratejinin üçüncü perspektifi oluşmaktadır. Edi Rama ve Baba Mondi öncülüğünde kurulması planlanan Bektaşi Devleti stratejisi ve planı, İsrail Cumhurbaşkanı Herzog’un Arnavutluk’u 12 Eylül 2024’te ziyaret etmesi ve Baba Mondi ile özel görüşmesi neticesinde oluşturulmuştur. (Herzog’un bu ziyareti diplomatik anlamda İsrail Cumhurbaşkanı’nın ilk Arnavutluk ziyareti olmuştur).

Üstelik Baba Mondi’nin özel zırhlı ve ABD-Arnavutluk Bayraklı araçla seyahat etmesi, Arnavutluk Hahamı ve soykırım destekçisi siyonist Yoel Kaplan ile yakın görüntüler vermesi, Bektaşi Devletinin temel stratejileri hakkında ipuçları vermektedir.

Dolayısıyla kurulması planlanan Bektaşi Devleti, hem dünyanın farklı yerlerinden güvenlik gerekçesi ile gelen Yahudi toplumları için Avrupa kıtasında yeni toplanma merkezi görevini üstlenecek hem de Balkan coğrafyasında yeni bir savaşı meydana getirecek suni/yapay krizin oluşmasına neden olacaktır.

AB, Bektaşilik inancı içerisinde yer alan ‘Alevism’ inancını da Batı merkezli dönüştürerek Bektaşiliğin etkisini ve dolayısıyla Türkiye’nin gücünü azaltmayı hedeflemektedir.

Not: Yazının uzun hali https://profesormunzevi.wordpress.com/2024/10/04/balkan-vatikani/ sitesinden okunabilir.

Sonraki Haber