Balo salonlarından esir kamplarına ‘Sibirya Meleği’

St. Petersburg şehri uzun savaşlar sonrası Baltık kıyısına kavuşan Rusların egemenliğinin simgesi, lüks ve ihtişamın kalesiydi. Aradan geçen 200 yıl içerisinde Avrupa’nın önemli ticaret ve siyaset merkezlerinden biri haline gelmişti.

Rus soyluları ve şehrin önemli yabancıları çeşitli davetlerde buluşuyor, görkemli balolar, eğlenceler arasında bir yaşam sürüyordu. Çürümüş, köhne bir düzende, despot bir çarın yönettiği Rusya’nın zengin doğal kaynakları el birliğiyle yağmalanıyordu. 1914 yılına kadar bu yağma düzeni devam etti.

Sibirya'ya gönderilen ilk Kızılhaç karavanı

SOSYETE DAVETLERİNDEN SAVAŞ ESİRLERİNE

1914 yılında dünya daha önce hiç yaşanmamış boyutta top yekûn bir savaşa sahne olmuştu. Birinci Dünya Savaşı’nda yaralanan askerler gibi yığınlar halinde ele geçirilen savaş esirleri de cephe gerisine sevk ediliyordu.

Savaş başladığında tarafsız ve savaş dışı kalan İsveç, Rusya ile iyi ticari ilişkileri olan ülkelerden biriydi. St. Petersburg’daki İsveç elçiliği yıllardır süregelen bu iyi ilişkiler adına yaralı Rus askerlerin tedavine yardımcı olmak üzere hemen küçük bir hastane açmıştı.

İsveçli diplomat kızı Elsa Brändström de bir yandan İsveçlilerin açtığı hastanede gönüllü olarak çalışırken diğer yandan da savaş hemşireliği kursuna başlamıştı. O dönem tüm ülkelerde kral ve kraliçelerin himayesinde Kızılhaç örgütlenmeleri hızlanmış, sosyete kadınları arasında hemşirelik mesleğine ilgi artmıştı. Herkes cephede savaşan askerlerine yardımcı olmaya çalışıyordu.

Elsa Brandström hemşire kıyafetiyle

ELSA BRÄNDSTRÖM

Elsa, St Petersburg’da doğmuştu. Babası İsveç Büyükelçiliği’nde askeri ataşe olarak çalışıyordu. Daha sonra İsveç’e döndüler. Elsa İsveç’te öğretmen okulunu bitirdiğinde St. Petersburg’a elçi olarak gönderilmiş olan ailesinin yanına gitti. 1913 yılında annesi ölünce diplomat evinin tüm sorumluluğu Elsa’nın üzerinde kaldı. Kozmopolit üst tabaka insanlar arasında olmak İsveç’i temsil etmek, davetler hazırlamak, balolara katılmak artık Elsa’nın göreviydi. Briç oynamayı ve patenlerle vals yapmayı öğrendi.

1914 yılında savaşın başlamasıyla pırıltılı büyüsünü kaybeden davetlerin esas konusu savaş ve olası sonuçlarıydı. Kısa sürede St. Petersburg hastaneleri yaralı Rus askerleriyle dolmaya başlamıştı. Kendi yaralılarına dahi yeterince itina gösteremeyen Ruslar, cephelerden St. Petersburg’a sevk edilen savaş esirlerine nasıl davranacaklarını bilemiyor, onları son derece elverişsiz koşullarda ölüme terk ediyordu.

SOSYETE DAVETLERİNDEN SAVAŞ HEMŞİRELİĞİNE

1915 yılında savaş olanca şiddetiyle devam ederken birçok ülkede savaş esirlerinin de ölüm kalım savaşı vermek zorunda kaldığı ortaya çıkmıştı. Cenevre ve Lahey sözleşmelerine aykırı bir biçimde davranılan savaş esirlerinin ağır esaret koşulları artık saklanamıyordu.

Rusya’daki durumun kaygı verici olduğu anlaşılıyordu. Rusya’dan gelen raporlarda yaklaşan kışa dikkat çekilerek elbise, yiyecek ve ilaç yardımı isteniyordu.

İSVEÇ KIZILHAÇI SAHNEDE

İsveç Kızılhaçı Balkan Savaşları’nda savaşan taraflara gönderdiği tam teçhizatlı ambulans ve sağlık heyetleriyle göz doldurmuş, uluslararası arenada itibar kazanmıştı. Ancak İsveç bu kez Rus ve Alman İmparatorlukları arasında sıkışmıştı. 1915 yılında ortaya çıkan olumsuz raporlardan sonra İsveç Dışişleri Bakanlığı ve İsveç Kızılhaçı savaş esirleri konusunu gündeme taşımaya karar verdiler. İsveç Kızılhaçı bünyesinde hemen iki komite kuruldu. Savaş Esirlerine Yardım Komitesi ve Savaş Esirleri Mübadele Bürosu. Savaş Esirlerine Yardım Komitesi Rusya, Almanya ve Avusturya’daki kamplarında esirlerin yaşam koşullarını iyileştirmek için çalışmalar yapacaktı.

İSVEÇ KIZILHAÇ’I VE ELSA BRÄNDSTRÖM RUSYA KAMPLARINDA

İsveç Kızılhaçı Savaş Esirlerine Yardım Komitesi’nin çalışmalarından biri Almanya ve Avusturya-Macaristan’da toplanan giyecek, çorap, sabun, tuz ve konserve yiyecekleri Rusya’daki kamplara ulaştırmak ve “gönül bağışları-liebesgaben” adıyla savaş esirlerine dağıtmaktı. Kampanyalar yapılarak toplanan hediyeler trenle İsveç üzerinden St. Petersburg’a taşınıyor, oradan zor şartlar altında tren, kızak, at arabasıyla kamplara götürülerek yardıma muhtaç savaş esirlerine dağıtılıyordu. Tüm bu işleri 100 gönüllü gerçekleştiriyordu.

Tam bu noktada savaş hemşireliği eğitimi alan ve St. Petersburg İsveç hastanesinde çalışan Elsa Brändström’ün yolu savaş esirlerine yardım çalışması başlatan İsveç Kızılhaçı’yla kesişti. Hatta Rusya hakkında bilgisi, ana çariçe dahil çeşitli seviyelerdeki Ruslarla ilişkisi İsveç Kızılhaçı açısından çok değerliydi. Malul esirleri St. Petersburg-Tornio-Haparanda-Trelleborg arasında taşıyan trenlerde de görev yapan Elsa Brändström bir süre sonra bir diğer Kızılhaç görevlisi Wilhelm Sarwe ile birlikte toplanan yardımları ulaştırmak üzere uçsuz bucaksız Sibirya’ya yola koyuldu.

Sibirya ve Orta Asya coğrafyası o dönemler ulaşılması en zor ve şartların en ağır olduğu yerlerdi. Yardımları bazen kızaklarla kamplara ulaştırırken kendilerini de kurtların saldırısından korumak için silahlı korumalar tutuyorlardı. Bazen akılcı, bazen üst düzey ilişkilerini araya koyarak kamplardaki görevlilerin esirlere karşı keyfi tutumlarının değişmesini sağlıyorlardı. İmkansızlıklar içerisinde dahi küçük değişikliklerle esirlere daha iyi şartların sağlanabileceğini görmüşlerdi.

RUSYA’DAKİ TÜRK SAVAŞ ESİRLERİ

Ruslara karşı savaşan Osmanlı İmparatorluğu Galiçya ve Kafkas cephesinde 60 bin civarında esir vermişti. Türk savaş esirlerinin bir kısmı insanlık dışı koşullarda, kapı ve pencereleri çivilenmiş yük vagonlarında kamplara taşınırken can vermişti. Bir kısmı ise Rusya, Sibirya ve Türkistan’ın uçsuz bucaksız coğrafyasındaki kamplarda açlığın, sefaletin, salgın hastalıkların pençesinde yaşam mücadelesi vermekteydi. Esirlerin üniformaları parçalanmış veya ellerinden alınmış, çizme ve ayakkabılarına el konulmuştu. Soğuk kış şartlarına hiç alışık olmayan esirler soğuk hava şartlarına uygun olmayan iç çamaşırlarıyla yaşam savaşı veriyordu. Çıplak ayaklarını saman ve paçavrayla korumaya çalışıyorlardı. Birçoğu donarak can vermişti. Sağ kalanların donan uzuvları son derece ilkel şartlarda kesiliyordu. “Sakat” esirlerin sayısı giderek artıyordu. Sibirya’ya gönderilen 2 milyon savaş esirinin yaklaşık 1/3 ‘ü kamplarda açlık ve hastalık nedeniyle ölmüştü. Esaret şartlarının en ağır olduğu kamplardan biri Stretensk kampıydı.

STRETENSK ESİR KAMPI

Stretensk kampı, Baykal Gölü’nün doğusunda Şilka nehrinin kıyısında yer alan Stretensk kasabasının biraz dışında ve nehrin iki yakası üzerine kurulmuştu. Bir yaka askeri kışla olarak kullanılıyordu. Burada tuğla ve keresteden yapılmış binalar vardı. Diğer yakada ise dik bir yamacın üzerinde on yazlık baraka bulunuyordu. Sibirya’ya göç eden Ruslar için yapılan barakalarda su ve ısıtma sistemi yoktu. 1915 yılında bu kampa kapasitesinin çok üzerinde bir sayıda, 11.000 savaş esiri gönderildi. Aralarında Türklerin de bulunduğu esirlerin çoğu salgın hastalıklar yüzünden veya donarak can verdi.

1891'de yapımına başlanan Trans Sibirya tren yolunun 1918 yılındaki son hali, henüz bitmeyen kısımlar --- olarak gösterilmiş

ESARETİN YARATTIĞI ÇARESİZLİK

Elsa Brändström ve Wilhelm Sarwe, esirlerin yaşam koşullarını iyileştirmek, toplanan yardımları dağıtmak ve esirlerin aileleriyle haberleşmelerini sağlamak için Stretensk kampına geldiler. Çoğu yarı çıplak olan esirlerin üzerine saman dahi serilmemiş demir karyolalarda üst üste kaldıklarını gördüler. Kış aylarında, kamp binalarından nehre inen yamaç tamamen kar ve buzla kaplandığı için kampa su taşınamadığını gördüler. Hava şartlarına uygun kıyafetleri olmayan esirler, su getirmek için zorla nehre gönderiliyordu. Dönüşte elleri ve ayakları donan esirlerin el ve ayakları kesiliyordu. Üstelik kampta lekeli humma salgını başlamıştı. Bu bölgede kış Ekim-Mayıs ayları arasında uzun ve çok sert geçiyordu. Isıtılmayan barakalar, susuzluk ve pislik salgın hastalığı tetiklemişti. Toplu ölümler kaçınılmazdı. Elsa Brändström yaşadıkları çaresizliği şöyle anlatıyordu:

“…herkes yakınlarda bir Rus hastanesinin boş olarak tutulduğunu, hasta esirlerin tedavisi için gerekli tıbbi malzemenin Ruslarda var olduğunu biliyordu. Savaş esirlerine yardım için Amerika’nın gönderdiği tam teçhizatlı ambulansın boş yere Irkutsk’ta bekletildiği, ambulansın Stretensk’e gelmek ve salgınla mücadele etmek için izin istediği de biliniyordu…1915 Noel gününü geçirdiğim kamp, savaş esiri olmanın yarattığı çaresizlik, hüzün ve acının ne demek olduğunu çok açık bir şekilde öğrenmemi sağladı…”

Elsa Brändström ve Wilhelm Sarwe kampta küçük değişikliklerle büyük sonuçlar elde edilebileceğini fark etmişlerdi. Önce kamp kumandanını dört at ve bir at arabası almak için ikna ettiler, su taşıyacak esirler için de kürklü ceket, keçe çizme ve başlık satın aldılar. Her bir barakaya da eski bir bira fabrikasından alınan fıçıları yerleştirdiler. Artık su almaya giden savaş esirlerinin elleri, ayakları donmuyordu, lekeli hummayla mücadele edilebilirdi. Elsa Brändström ve Wilhelm Sarwe, Stretensk kampında toplam 6.600 Avusturya-Macar, 2.543 Alman ve 279 Türk savaş esirine 6.075 hediye paketi, 4.550 battaniye, 8.222 ayakkabı, 4.250 Alman üniforması dağıttılar. Kampta hayatını kaybeden Alman, Türk, Avusturya-Macar askerleri için bir de anıt mezar yaptırıldı.

Stretensk'deki anıt mezar (Üzerindeki yazı Memleketlerinden uzakta şehit düşen savaş esiri subay ve er Avusturya-MacarAlman-Türk müttefik ordularından arkadaşlarımızın anısına 1914 1915 1916 )

Elsa Brändström’ün çalıştığı, gözlemlediği “Totskoje” kampında da savaş esirleri büyük sıkıntılar yaşamış, hastalık ve açlık nedeniyle birçok Türk esiri de hayatını kaybetmişti. Türk savaş esirlerinin cesareti, tevekkülü ve vakur duruşlarından etkilenen Elsa Brändström kitabında Türk savaş esirlerinden övgüyle bahsetmişti.

Savaş esirleri imkanlar ölçüsünde kendilerini tedavi eden, tedavi edemediğinde teselli eden, teselli sözleri yetersiz kaldığında geride bırakacakları çocuklarına kol kanat germek için kendilerine söz veren Elsa Brändström’e “Sibirya Meleği” adını verdiler.

Verchnia Mully anıt mezar, 1918 (Elsa Brändström ile birlikte çalışan bir diğer İsveç Kızılhaç görevlisi olan Wilhelm Sarwe’nin anılarında aktardığı bir başka kamp olan Verchnia Mully’de 400 Türk savaş esiri de ölmüştü. Savaştan sonra Macar Binbaşı Glock’un inisiyatifiyle yapılan anıt mezarda Türk savaş esirleri de uyumaktadır. Macar Binbaşı kendi çizimiyle anıtı ve üzerindeki Osmanlı Türkçesi yazıyı resmetmiş.)

CESUR VE AKILLI BİR MELEK

Elsa Brändström salgın hastalıkların yaygın olduğu kamplarda lekeli humma hastalığına yakalandı. Tedavisinin ardından yine kamplara döndü. Sovyet Devrimi’nden sonra iç savaş başlamıştı. Sibirya’yı kana bulayan Çek birlikleri, Avusturya ve Macar savaş esirlerini kurşuna dizmekteydi. Elsa Brändström de Çek birlikleri tarafından “casusluk” suçlamasıyla tutuklandı. Bir tren vagonuna kapatıldı. Elsa Brändström gece boyunca eteğinde sakladığı ve her şeyi not ettiği defterinin yapraklarını tek tek çiğneyerek yuttu. Öyle ki sabah dili mor maviydi. Kurşuna dizilmekten son anda kurtuldu. İsveç Kızılhaçı Sibirya’da çalışan görevlilerini geri çağırdığı zaman dahi görevini bırakmadı. Bir süre savaş esirleriyle birlikte esir kampında yaşadı, hem de aynı şartlarda. 5 yıl savaş esirleriyle birlikte olan Elsa Brändström’ün çabaları tüm esirler tarafından takdir ediliyordu. Türk savaş esiri Albay Arif de 1920 yılında görevden ayrılan Elsa Brändström’e arkadaşları adına bir teşekkür mektubu yazmıştı. Savaş esirleri için yaptığı çalışmalar nedeniyle İsveç ve İsveç Kızılhaçı yanı sıra Alman, Avusturya, Bulgar ve Türk madalyalarıyla ödüllendirildi.

Albay Arif'in yazdığı teşekkür mektubu İsveç Savaş arşivinde bulunmaktadır
Stockholm’de savaş esirleri yararına yapılan bir kermesin savaş esirlerinin dramını vurgulayan afişi

ALMANLARA “VAAT EDİLMİŞ TOPRAKLAR” PEŞİNDE

Elsa Brändström İsveç’e dönünce “Rusya ve Sibirya’da Savaş Esirleri Arasında” adıyla gözlemlerinden oluşan bir kitap yazdı. Bu kitabı tanıtmak üzere gittiği Amerika’da kazandığı paralarla 1921 yılında Almanya’ya yerleşti. Babası esir kamplarında ölen 70 çocuk için bir çocuk bakım evi açtı. Esaretten dönen askerler için rehabilitasyon merkezi kurdu. Bu arada Yahudi asıllı bir Alman ile evlendi.

Almanya’da, “ilginç” bir yardım projesine dahil olmuştu. Proje, Sibirya’da savaş mağdurlarına adanacak bir Volga kolonisinin, yani eski savaş esiri Almanlara “vaat edilmiş bir ülkenin”, kurulmasıyla ilgiliydi. Koloni kurmak için hedeflenen alan, Altay dağları eteklerinde Barnaul bölgesinde, Ob ve İrtiş nehirleri arasında kalan alandı. Zengin maden yatakları nedeniyle “Altın dağı” olarak bilinen Altay dağları etekleri “vaat edilmiş topraklar” olarak seçilmişti. Ruslar 1720 yıllarından beri bölgede altın, gümüş dahil maden işletmeciliği yapıyordu. Bu bölgeye bir koloni kurulacak ve Almanlar buraya göç edecekti. Bu nedenle bir araştırma ekibi kuruldu, Sovyet Rusya topraklarında on binlerce km. yol gidildi. Elsa Brändström planların gerçekçi olmadığını mı anlamıştı ve projeden, Sibirya’dan vazgeçmişti bilinmez. Belki de kendi insani amaçlarının yeni emperyalist emeller uğruna kullanılacağını ve yine kan döküleceğini düşünmüştü.

Bir savaş esiri tarafından yapılan resim kendilerine uzatılan yardım elini anlatıyor

HİTLER’İ REDDEDEN SİBİRYA MELEĞİ

Rusya’daki savaş esirleri için yaptıkları öylesine dillendirilmiş ve Almanya’da öylesine meşhur olmuştu ki iktidarı ele geçirmiş olan Adolf Hitler’in de dikkatini çekmişti. Bir vitrin süsü arayan Hitler kendisine muhalif herkese düşman olmuşken, hatta Elsa Brändström’ün kocası Robert Ulich Yahudi olduğu için artık Almanya’da çalışamaz hale gelmişken, işbirliği yapmak üzere Elsa Brändström’e bir telgraf göndermiş ve görüşmeye çağırmıştı. Nazilere karşı olan Elsa Brändström Hitler’e “Hayır!” yazan cevap telgrafını gönderdikten sonra eşiyle ABD’ye göç etti. II. Dünya Savaşı’nda da savaş esirleri için çalışan Elsa Brändström 1948 yılında ABD’de öldü. Külleri İsveç’te Stockholm’ün Solna semtinde bir mezarlığa gömüldü. İsveç’te beş kez “Nobel Barış Ödülü” için adı önerilmesine rağmen ödül verilmeyen Elsa Brändström’ün adı birkaç sokağa verilirken, Almanya ve Avusturya’da 130 sokağa verilmiş. Almanya’da bazı şehirlerde anıtları da yapılan Elsa Brändström’ün adı birçok okulda da yaşıyor.

İsveç Kızılhaçı gönüllülerinin yaptığı ve Sibirya'daki kampları gösteren bir harita

Haftaya genç ve atılgan Binbaşı Enver’in Stockholm’deki günlerinde ve İsveçli gözlemcilerin Balkan Savaşları’nda cephe tanıklıklarında buluşmak üzere …

* Bu yazı Tülin Uygur’un “Birinci Dünya Savaşı’nda Esir Türkler, Kaynak Yayınları, Ocak 2015” kitabı temel alınarak hazırlanmıştır.

Sonraki Haber