‘Başka bir coğrafyada sanatınız, ancak o kültürün konuğu olabiliyor’

Televizyon kariyerine ‘Adını Feriha Koydum’ dizisiyle başlayan Ufuk Tan Altunkaya, tiyatro yapmaya henüz ortaokul sıralarındayken başlıyor. Şimdilerde ise Berlin’de sanatını icra ediyor

ÇİĞDEM ERÇİN

1984 yılında Almanya’da hayata gözlerini açıyor Ufuk Tan Altunkaya. Henüz 10 yaşındayken ailesiyle Türkiye’ye kesin dönüş yapıyor. “Biraz çekingen bir çocuktum” diyor, belki de Türkiye’de yeni bir hayata başlamak, Almanya’daki arkadaşlarından ayrılmak onu içine kapanık bir çocuk yapmıştı o yıllarda. 13 yaşında bir arkadaşının zorlamasıyla tiyatro yapmaya başlıyor. “Üstelik o güne kadar daha doğru düzgün bir oyuna bile gitmemiştim” diyor. Tesadüfen başlayan bu yolculuk onun hayatının vazgeçilmez bir parçası oluyor. Hem okuyor, hem tiyatro kuruyor. Maddi imkansızlıklar zorlasa da yılmıyor. 2017 yılında, 10 yıl boyunca oyunlar sahnelediği tiyatronun kepenklerini indiriyor ve doğduğu ülkeye geri dönüyor. Şimdilerde kendisi Berlin’de doktora öğrencisi ve tiyatro yapmaya devam ediyor. “Almanya’da imkanlar sanıldığı gibi altın tepside sunulmuyor, üstelik kendi kültürünüzden olmayan bir çoğrafyada tiyatro yapmak, o kültürün sadece konuğu olabiliyor.” diyor. 

‘HARÇLIKLARIMIZLA DÜKKÂN KİRALAYIP, TİYATRO SAHNESİ AÇTIK’

Aydınlık Avrupa okurlarına kendinizden bahseder misiniz? Ufuk Tan Altunkaya nerede doğdu? Hangi bölümden mezun?

Ben 1984 yılında Almanya’da, Villingen-Schwennigen’de doğdum. 10 yaşındayken ailemle Türkiye’ye taşındık. Ortaokul yıllarımda amatör olarak tiyatro yapmaya başladım. Amatör olarak tiyatro ile ilgilenmem üniversite hayatımda da devam etti. Ege Üniversitesi’nde önce iktisat, daha sonrasında da Türk Dili ve Edebiyatı okudum. Ancak tiyatro aşkım baskın geldi ve profesyonel olarak tiyatro yapmaya devam etmek istedim. Gönlümde de yönetmen olmak yatıyordu. Bu nedenle İstanbul’a taşındım ve orada İstanbul Üniversitesi dramaturji bölümünden mezun oldum, yüksek lisans eğitimimi tamamladım.

Ancak şunu da eklemem gerekir sanırım. Amatör olarak İzmir’de tiyatro ile ilgilenirken ekip arkadaşlarımla beraber özel bir tiyatro kurmuştuk: önce “Tiyatro Kordelya”, daha sonrasında da “Tiyatro Artı”. Aslında hobi olarak üniversite okuyor, asıl işim olarak ise daha o yıllarda tiyatroyu görüyordum. (Gülüyor)

Şimdi düşününce aslında ne kadar büyük şeyler yapmışız o yaşımıza göre, onu fark ediyorum. Baktığınız zaman, ben dahil neredeyse tüm ekip arkadaşlarım 17-18 yaşları arasındaydık. Daha o dönem kendi harçlıklarımızdan para toplayıp, bir dükkân kiralamış, orada küçük bir sahne açmıştık. Tüm masraflarını kendimiz karşılıyorduk. Oyunlarımızı ücretsiz oynuyorduk. Ve ilginçtir, o dönem böyle sosyal medya yoktu, duyuru mekanizmaları kısıtlıydı. Ama İzmir’de nerede sahne alıyorsak oyunlarımız hep dolu geçiyordu. Gerçekten güzel zamanlardı.

‘UTANGAÇ BİR ÇOCUKTUM’

Daha çocukken aslında tiyatroya merakanızı fark etmişsiniz. Ailenizin desteği nasıldı?

Çocukluğumda aslında doğru düzgün bir tiyatro oyunu bile izlememiştim. 13-14 yaşlarında tiyatroyla tanıştım. Başladığım ilk günden bugüne kadar hep ailemin desteği arkamdaydı. Hani klasik bir hikâye vardır. Aileler genelde tiyatrocu olmak isteyen çocuklarına karşı çıkarlar, sadece hobi olarak yapmalarını öğütlerler.“Yap ama hobi olarak yap”derler. Benim ailem sağ olsun, ilk günden itibaren tiyatro yapmamı hep destekledi. Hatta annem çoğu oyunumuzda kostüm tasarımını yapıp, bizzat kostümleri dikiyordu. Hiçbir gün de “önce okulunu oku, başka bir meslek sahibi ol” demediler. Yaptıklarımın hep arkasında oldular.
Çok utangaç bir çocuktum. Bir gün tiyatroda oynayan bir arkadaşım bana tiyatro kulübüne katılmak ister misin diye sordu. Ben de ben anlamam tiyatrodan dedim. Ama o beni dinlemedi ve kolumdan zorla çekerek çalışmaya götürdü. Kaderimi değiştirdiğinin farkında değildi tabii ki o gün. Sonrasında hiç bırakmadım tiyatroyu. 24 yıl olmuş bile. Adım adım profesyonelliğe doğru ilerledi tiyatro yolculuğum…

‘ADINI FERİHA KOYDUM DİZİSİNE TESADÜFEN DAHİL OLDUM’

Sizi ilk kez “Adını Feriha Koydum” dizisiyle tanıdık, o dönemi anlatır mısınız? Yolunuz dizi setleriyle nasıl kesişti?

2008 yılında İstanbul’a taşındım ve bir süre çeşitli tiyatrolarda asistan olarak çalıştıktan sonra, yine 2008 yılında bu sefer İstanbul’da ekip arkadaşlarımla beraber kendi tiyatromuzu kurduk: Mekân Artı’yı.

İstanbul’da profesyonel olarak tiyatro işletmeye başladıktan sonra bir gün tesadüf sonucu “Adını Feriha Koydum” dizisinde oyunculuk yapmaya başladım. Öyle tasarlanmış, ayarlanmış, çaba gösterilmiş bir şey değildi. Tesadüfen Feriha’nın nişanlısını oynayacak bir oyuncu arıyorlardı. Ekipte çalışan arkadaşlarım vardı. Akıllarına ben geliyorum. Aradılar. Yer almak ister misin diye sordular. Zaten kısa sürecek dediler. Ben de kabul ettim. Fakat kısa sürmedi, karakter sevilince neredeyse iki sezon dizide yer aldım. Çok da keyifli bir dönemdi. Türkiye gibi bir yerde tiyatro yapmak için mutlaka tiyatronuzu maddi olarak destekleyecek ek bir işe ihtiyaç duyuyorsunuz. Bu noktada bir dizide yer almak çok da işime gelmişti. Hem maddi olarak hem de tanınırlığımı arttırdığı için. Sonrasında hem tiyatro maddi olarak nefes aldı, hem de seyirci sayımızı etkiledi.

Öyleyse biraz da tiyatronuzdan bahsedelim.

Tiyatromuz “Mekân Artı” âtıl durumda bir garajdı. Gecemizi gündüzümüze katarak İstanbul’un bilinen sahnelerinden birine dönüştürdük. Birikmiş bir paramız da yoktu. Bir destek kampanyası ile insanlardan para topladık. İki yüz kişi bize destek oldu. Biz topladığımız o paralarla sahneyi açtık. Mekân Artı ağırlıklı olarak oyun sahneleme teknikleri üzerine çalışan ve bu alanda alternatifler sunan bir tiyatro olmayı seçti. Genelde oyunlarımızda farklı sahneleme biçimleri denedik, farklı seyir biçimler sunduk. Örneğin Türkiye’de ilk kez “tek seyircilik” oyun konsepti ile oyunlar yaptık. Ya da mesela gözaltı kayıplarını anlattığımız bir oyunumuz olan “Bizde Yok”ta seyircilerin gözlerini bağlayıp bir gözaltı sürecini yaşattık. Dediğim gibi tümüyle farklı seyir biçimleri üzerine yoğunlaştığımız bir yapı kurduk. Zaman zaman başka tiyatroların oyunlarına ev sahipliği yaptık. Kendi dilimizi ve formumuzu oluşturduk. Böylece kendimize ait bir seyirci kitlesi oluştu. Farkındalık yaratmak üzerine projeler geliştirdik, Türkiye’nin yakın tarihi başta olmak üzere çeşitli konular üzerine oyunlar sahneledik. Politik olandan beslendik. Elbette o kadar çalışıp çabalayıp emek verip belirli bir noktaya getirdikten sonra sahneyi kaybetmek bizi üzdü. Yapılacak bir şey yok. Hala Türkiye’de de üretmeye devam ediyoruz. Festivallerde veya başka sahnelerde oyunlarımız sahnelenmeye devam ediyor.

‘ŞİMDİLERDE BERLİN’DE THEATER28’DE OYUNLAR SERGİLİYORUZ’

Bir süredir Berlin'de yaşıyorsunuz, neler yapıyorsunuz?

2017 yılında Berlin’e taşındım. O yıl on yıl emek verdiğimiz tiyatro sahnemizi kapatmak zorunda kalmıştık. Kirasını dahi ödeyemez hale gelmiştik. Ne yazık ki Türkiye’de tiyatroya hem devletten hem de özel sektörden destekler yok denecek kadar az. 2016 yıllarında yaşanan bomba patlamaları ve terör olayları sonucunda da artık sadece gişeyle tiyatroyu döndüremeyecek hale gelmiştik. Bu nedenle Türkiye’den ayrılmaya karar verdim.

Şimdi burada Berlin’de Freie Universität’te hem politik tiyatro üstüne doktoramı yapıyorum, hem de projelerimi üretmeye devam ediyorum. 5 yıldır Almanya’da yaşıyorum.

Burada “Mekân Artı Berlin” ismiyle çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Pandemi öncesinde göç konusu üzerine sokaklarda dolaşarak izlenen bir oyun hazırladık ekip arkadaşlarımla beraber. Oyunun ismi “O’ndan Sonra” idi. Daha önce İstanbul’da sahnelenmiş bir projemizdi, Berlin’e uyarladık. O oyun mayıs ayından itibaren sahnelenmeye devam edecek.

2018 yılından beri Berlin’de faaliyet gösteren Theater28 ile beraber çalışıp ortak projeler gerçekleştiriyoruz. Şimdiye kadar çok sayıda proje gerçekleştirdik. Burada Ufuk Güldü’yü anmak istiyorum, kendisi Theater28’in kurucusu, sağ olsun Berlin’e ilk geldiğim andan itibaren tiyatronun kapısını hep açık tuttu. Ortak çalışmamızı istedi. Beraber çok sayıda işler ürettik, çalışmaya da devam ediyoruz hala. Bu sezon sevgili hocam Zerrin Akdenizli’nin yönetmenliğinde Behiç Ak’ın ünlü oyunu “Ayrılık”ı sahneye koyduk. Orada çok sevgili arkadaşım Didem Ercin ile beraber oynuyoruz. Geçen ay oyun prömiyerini yaptı, sahnelenmeye devam edecek. Theater28’in web sitesinden ve sosyal medya hesaplarından oyun tarihleri ile ilgili bilgi alınabilir.

Yeni sezon için de üç tane oyunun hazırlıkları devam ediyor, sözünü ettiğim oyunlar da sahne almaya devam edecekler.

‘ALMANYA’DA İMKANLAR ALTIN TEPSİDE SUNULMUYOR’

Almanya'da oyunculuk yapmak çok kolay olmasa gerek, zorlukları nelerdir?

Öncelikle şunu bilmek gerekiyor. Türkiye’de çizilen bir tablo var: Sanki Almanya’da imkanlar, sahneler, para, devlet desteği altın kâsede sunuluyormuş gibi. Halbuki böyle değil. Yani pembe bir tablo çiziliyor. Bunun sonucunda da çok sayıda sanatçı Avrupa’ya göç etmeye çalışıyor. Ancak dediğim gibi durum böyle değil. Öncelikle zaten en önemli engel dil bariyeri. Yani ülkenin ana dilini bilmeden, o ülkede tiyatro yapmak zor. O yüzden zorlukların başında dil geliyor. Ne olursa olsun sanat kültürünüze bağlıdır. Kültür ve sanat iç içedir. Dolayısıyla kendi kültürünüzde olmayan bir coğrafyada sanatınız da o kültürün ancak bir konuğu olabiliyor. Bu da yerelleşmenizi, yerleşmenizi ve buraya ait olmanızı engelliyor ve bu engeli aşabilmek için daha fazla çaba harcamanız gerekiyor. Dolayısıyla sanat yapmanın zorluklarının yanına, bir de yabancı bir ülkede sanat yapıyor olmanın zorluğu ekleniyor. Bu noktada ya göçmenlere sanat yapmanız gerekiyor ya da yerleştiğiniz ülkenin koşullarına göre üretmeniz gerekiyor.

Türkiye'ye tekrar dönmeyi düşünüyor musunuz?

Elbette dönmek çok isterim. Her göç içinde geri dönüş umudu barındırır. Geçen sene mayıs ayında kızım Ada Lina dünyaya geldi. Şimdi biraz da ona bağımlı yaşıyorum. O nedenle de şimdilik dönme gibi bir durum söz konusu değil.

Geçmişe dönebilseydik, 18 yaşındaki Ufuk'a neler söylerdiniz?

Geçmişini seven, pişmanlıkları olmayan biriyim. Her adım bir sonraki kapılara yaklaştırır. O kapılar ve izlediğim yollar sonucunda ve sayesinde bugün buradayım. O yüzden 18 yaşındaki Ufuk’a “aynen böyle yola devam et” derdim. Bugün olduğum yerden, yaptıklarımdan, geçmişimden, olası geleceğimden ve kendimden memnunum çünkü.

‘İNANÇ VE AZİM OLURSA GERİSİ GELİR’

Son olarak hem Türkiye hem de Almanya'da yaşamış biri olarak Avrupa'daki gençlere önerileriniz neler olurdu?

Her şeyin başında inanç ve azim var. Önümüz de açık. Engeller aşılır; aşılması içinse inanç, azim ve kararlılık gerekir. Geleneksel öğütler veya öneriler vermeyeceğim. Ne yapmak istiyorlarsa onu yapsınlar. Kendi doğrularına inansınlar, kendilerine güvensinler. İnsanları ve kendilerini sevsinler.

Sonraki Haber