Batı’nın yayılmacı politikalarının bir parçası: Eurovision

Eurovision 2024 yılında bolca LGBT propagandasına sahne oldu. Yarışma başladığı yıldan itibaren Batı'nın dayatma aracı olarak kurgulanıyor.

Tüm dünyanın, başta ABD olmak üzere Batılı ülkelerce siyasi ve iktisadi olarak yeniden tasarlandığı II. Dünya Savaşı sonrası dönemde “Eurovision” tabiri ilk kez 1951’de İngiliz gazeteci George Campey tarafından London Evening Standard’da kullanıldı. Eurovision Şarkı Yarışması, siyasi ve iktisadi tasarımın yanında sonraki yıllarda Batı’nın kitleleri etkilemek için kültürel bir propaganda aracına dönüştü. 1951’de İtalya’nın kuzeybatısında Fransa sınırına yakın bir sahil kenti olan Sanremo’da ‘Sanremo Müzik Festivali’ icra edildi. Eurovision dönemin Avrupa Yayın Birliği direktörü Marcel Bezençon’un girişimleri ve ‘Sanremo Müzik Festivali’nden aldığı ilhamla 24 Mayıs 1956’da ilk kez İsviçre’nin Lugano şehrinde düzenlendiğinde son derece saygın ve sanatsal içerikli bir etkinlik olarak müzikal hayata adım atmıştı.

Eurovision’u Avrupa’nın farklı ülkelerinde izleme olanağı sağlayan ve 1950 yılında kurulan Avrupa Yayın Birliği’nin (EBU) ilk canlı yayını, 2 Haziran 1953’te İngiltere Kraliçesi II. Elizabeth’in taç giyme töreniydi. Bu canlı yayın Avrupa Yayın Birliği vasıtasıyla İngiltere dışında Fransa, Belçika, Hollanda ve Batı Almanya’daki kitlelere de ulaşmıştı. Batı Avrupa’da yaşayan farklı ülke vatandaşları İngiliz Kraliçesinin taç giyme törenini canlı izleme şansına sahip olmuştu. Dönemine göre başarılı bir yayıncılıktı fakat bir yandan da propaganda makinası çalışmaya başlıyordu.

Dışarıda İsrail protestoları ve Filistin'e destek vardı

SOĞUK SAVAŞ ETKİSİ

1949’da NATO’nun, 1955’te de Varşova Paktı’nın kurulmasıyla dünya artık “resmen” iki kutba ayrılmıştı. Bir tarafta ABD ve Batı Avrupa ülkelerinin olduğu “özgür ve medeni dünya” namı diğer “Batı bloku”, diğer tarafta ise Sovyetler Birliği ve müttefiklerinden oluşan, Winston Churchill’in tabiriyle “demir perde” ülkeleri yani “komünist diktatörlükler”in var olduğu “Doğu bloku” vardı. Bir istisna olarak Yugoslavya, her ne kadar sosyalist bir yönetimle idare edilse de Varşova Paktı’na dahil olmadığı için 1961’den itibaren Eurovision’a aralıklı da olsa katılmıştı ancak birinci olamamıştı. Taa ki 1989 yılına kadar. 1989, Yugoslavya için “özgürlük yanlısı reformcular”ın, “eski kafalı komünistler”e karşı ülke genelinde seslerinin yükseldiği bir yıldı. Yugoslavya’nın Eurovision’u kazandığı yıldı 1989.

Dünyanın iki kutba bölünmesinin sokaklara yansımasına şahit olunan 1968, Soğuk Savaş’ın etkisinin her alanda kendini gösterdiği bir yıldı. 4 Nisan’da, Nobel Barış Ödülü sahibi ve Amerikan Yurttaş Hakları savunucusu Martin Luther King’in ABD’de suikaste uğramasıyla artan ve dünya geneline yayılan şiddet olayları sırasında gerçekleşecekti 13. Eurovision Şarkı Yarışması.

FAŞİST FRANCO’NUN PROPAGANDA ARACI

İngiltere’nin Başkenti Londra’daki Royal Albert Konser Salonu’nda düzenlenen 13. Eurovision’a ev sahibi ülkeyi temsilen katılan Cliff Richard’ın popülaritesi dikkate alındığında yarışma öncesinde mutlak favoriydi. Öyle bir popülarite ki 60’lı yıllar boyunca ortalığı kasıp kavuran The Beatles’ın gitaristi George Harrison’u etkileyecek düzeyde bir popülarite.

6 Nisan 1968 günü Cliff Richard, sahneye çıktığı anda büyük bir alkış tufanı koptu. “Congratulations” yani Türkçe karşılığıyla “Tebrikler” adlı parçasını seslendirdi. Performansını tamamladı ve akabinde yeniden kopan bir alkış tufanı eşliğinde seyirciyi selamlayarak sahneden indi. Tüm performanslar tamamlandıktan sonra yapılacak oylamada Cliff’in birinci olacağı konusunda tüm otoriteler ve izleyiciler hemfikirdi. Ayrıca Cliff, kendi ülkesinde ve kendi seyircisi önündeydi.

Ne var ki oylama tamamlandığında ortaya şok bir sonuç çıkmıştı. “Congratulations” ikincilikte kalmıştı. Birinci ise Massiel’in seslendirdiği “la, la, la” olmuştu. Kazanan İspanya’ydı. Faşist bir diktatör olan General Franco (El Caudillo) yönetimi altında bulunan İspanya. Massiel’in seslendirdiği “la, la, la”, İngiliz seyircilerin önünde Cliff Richard’a karşı kazanmıştı. Yarışmaya önce İspanya adına Joan Manuel Serrat katılacaktı ancak şarkıyı Katalan dilinde söylemek isteyince Faşist General Franco yönetimi tarafından organizasyona bir hafta gibi kısa bir süre kalmasına rağmen Eurovision’a katılımı geri çekilmiş, yerine ise Meksika turnesindeki Massiel apar topar çağrılarak yarışmaya katılması için görevlendirilmişti. “La, la, la” İspanyolca olarak söylendi ve sürpriz bir sonuçla 13. Eurovision’un birincisi oldu.

Bu sürpriz birinciliğin ardından yıllar boyunca dedikoduların ardı arkası kesilmedi. General Franco Yönetiminin oylamaya hile karıştırdığı ve yükselen devrimci hareketlere karşı ülkesinde ve dünyada kendi imajını düzeltmek için bir sonraki yıl Eurovision’u İspanya’da düzenlemek adına bu yola başvurduğu iddiaları, yayınlanan belgesellere, yapılan haberlere, röportajlara konu oldu. O dönemde oylama farklı ülkelerde görevli jüri üyelerinin kararlarıyla puanlanıyordu ve iddia odur ki General Franco yönetimi bu jüri üyelerini çeşitli vaatlerle satın almıştı. Tesadüfe bakın ki oylamada İspanya’nın birinci olmasının önünü açan yüksek puan Batı Almanya’dan gelmişti. İspanya sadece bir puan farkla kazanmıştı. Yarışmaya katılan ülkelerden Yugoslavya ise Londra’da herkesin gözü önünde en yüksek puanı İrlanda’ya verirken, İngiltere’ye 1 puan bile vermemişti.

EUROVİSİON İLK YILDAN BERİ SİYASİ MALZEME ARACI

Ertesi sene 1969’da Madrid’de düzenlenen 14. Eurovision’a ise Avusturya uygun birini bulamadığı gerekçesiyle katılımcı göndermedi. Ancak perde arkasında Faşist Franco Yönetimini protesto etmek için katılmadığı iddiaları yaygındı. Avusturya’nın katılmadığı 14. Eurovision’un ise dört birincisi vardı. İspanya, İngiltere, Hollanda ve Fransa birinciliği paylaştılar. Madrid’de hiçbir yarışmada rastlanmayacak biçimde dört birinci ilan ediliyordu. Belki de bu dört adet birinci, Faşist Franco Yönetiminin demokrasiye saygılı olduğunun apaçık bir kanıtı olmuştu! Yukarıda anlattığım örnek bile başlı başına bu yıl Stokholm’de 68. düzenlenen organizasyonun ilk yıllarından beri siyasi malzeme ve propaganda aracı olarak kullanılmaya çalışıldığını doğrulamaktadır. Avrupa Yayın Birliği yıllardır Eurovision’un siyasi bir platform olmadığına, siyasetten uzak olduğuna dair mütemadiyen açıklamalar yapsa da tam aksine Eurovision’un siyasetin dışında sadece bir şarkı yarışması olduğunu söyleyebilmek inandırıcı değil. Zira Eurovision’da sahne performansları sona erdikten sonra geçilen oylama aşamasında performanslar unutulur. Şarkı ya da şarkıcı adı pek hatırlanmaz. Bu yazılı olmayan bir kaidedir. Yazılı değildir ama asla değişmemektedir. Siyasi bir yarışma olarak puanlama aşamasında komşulara, politik duruşa, yakın dil ve kültüre, etnik kökene ve hatta dini olarak kendilerine yakın duran ülkelere oy verme eğilimlerinin yanında Eurovision ile ilgili yapılan eleştirilerin bir diğeri ise son yıllarda şarkıların kalitesinin düşmesi ve şarkılardan çok görselliğin, sahne şovlarının, koreografilerin, dansların hatta çıplaklığın/eşcinselliğin ön plana çıkarılması olmaktadır.

KALİTE DÜŞTÜ, MÜSTEHCENLİK ARTTI, LGBT PROPAGANDASI BAŞLADI

Eurovision’u 1980 ve 1987’de ülkesi adına kazanan İrlandalı sanatçı Johnny Logan birkaç sene önce yabancı bir ajansa verdiği röportajda, “sahneye konanlar içler acısı, müzik kalitesiyle hiçbir ilgisi yok” diyerek müzikal kalitenin eskisi gibi olmadığını kendi ifadeleriyle dile getirmişti. Yine ABBA’nın üyelerinden Frida lakaplı Anni-Frid Lyngstad, Eurovision’u artık takip etmediğini, kendi dönemlerindeki gibi bir yarışma olmaktan çıkıp görsel bir şova dönüştüğünü ifade ederek eleştirmişti.

Gerçekten de hem Logan’ın hem de Frida’nın bahsettiği üzere Eurovision’da eski müzikal kalite artık kalmamıştır. Hatta müzikal kalitenin düşmesinin yanına erotik sahne şovlarının ön plana çıkarıldığı, bunun da ötesinde önceki yıllara nazaran çıplaklık ve eşcinselliğin çarpıcı biçimde gözlere sokulduğu müstehcen şovlara da çokça rastlamaktayız.

30 yılı aşkın bir süre BBC’de Eurovision spikerliği yapmış Terry Wogan’ın canlı yayınlar esnasında yaşanan absürt diyaloglardan tutun, komşu ülkelerin birbirine yüksek puanlar vermesine kadar eleştirel birçok durumu mizahi biçimde nasıl tiye aldığına, Eurovision’u BBC’den bir kez bile takip etmiş olanlar şahit olmuştur. Wogan konuk olduğu programlarda Eurovision’un her geçen sene daha kötüye gittiğini anlatmıştır.

Eurovision, esasen ilk yıllarından itibaren siyasi bir yarışmaydı. Oylama aşamasına geçildiğinde siyaset ön plana çıkardı. Siyaset her zaman vardı ancak her ne olursa olsun şarkıların bir kalitesi vardı. Müzikal alt yapı gerçekten iyiydi. İzleyiciler, orkestraların da eşlik etmesiyle tadından yenmez bir müzikal ziyafet çekerdi. Görsellik ikinci plandaydı. Müstehcen sahne şovlarına pek rastlanmazdı. Siyaset karıştığı eleştirilerine rağmen bir şarkı yarışması denebilirdi. Şarkıcıların, grupların bir ağırlığı, bir tarzı bir saygınlığı vardı. Ortaya konan fonetik bir sanat vardı. 1965’te Lüksemburg adına yarışan France Gall’ın Poupee de Cirepoupee de son, 1975’te Hollanda adına yarışan Teach-in’in Ding-A-Dong, 1976’da İngiltere adına yarışan Brotherhood of Man’in Save Your Kisses adlı parçalarını, günümüzün kötü Eurovision şarkılarıyla bir tutmak mümkün müdür?

2013 yılında İsveç’in Malmö şehrinde düzenlenen 58. Eurovision’da Finlandiya adına yarışan Krista Siegfrids ülkesinde eşcinsel evliliğe yasal olarak izin verilmemesini sahnede dansçı hemcinsini öperek protesto etmişti. Ertesi sene 2014’teki Eurovision’u Conchita Wurst adına trans bir şarkıcı kazanmıştı. Tüm yarışma, ucu bucağı olmayan bir LGBT propagandasına dönüşmüştü. Yine bu sene Stokholm’de yapılan Eurovision’da sahnede şarkılardan çok görsellik ön plana çıktı. Birinciliği, sahneye pembe etek ve tüylü bir ceketle çıkan, şarkısının sözleri “ne erkek ne de kadın hissettiği gerçeğini ve kimliğini bulmak için kat ettiği yolu çağrıştıran” LGBT destekçisi İsviçreli erkek şarkıcı Nemo kazandı. Ancak bunların hiçbiri siyasi bir propaganda olarak nitelendirilmedi.

RUSYA’YA İHRAÇ, İSRAİL’E ONAY

Bunların hiçbiri siyaset değildi ancak 2022 Şubat ayında Batı’nın Ukrayna’daki kışkırtmaları sonucu Rusya, Ukrayna’da özel askeri operasyona başlayıp Kiev’in ABD destekli faşist Neonazi rejimiyle sahada mücadele ettiğinde Avrupa Yayın Birliği (EBU), Rusya’nın Eurovision’a katılımının yasaklandığını duyurdu. Buna karşılık Rusya, EBU’dan çekildiğini bildirdi. Rusya’nın diskalifiye edildiği 2022’deki Eurovision’un ise kazananı Ukrayna oldu. Ne büyük tesadüftü!

2022’de Rusya’ya karşı siyasi bir tavır alan EBU, 2023 sonbaharında İsrail’in Gazze’yi bombalaması ve aylardır çocukları, kadınlar, sivilleri katletmesi karşısında aynı tavrı sergileyemedi. İsrail’in dünyanın gözünün önünde yaptığı katliamlara ilgisiz yaklaşarak herhangi bir tavır almadı ve Uluslararası Adalet Divanı’nda soykırım suçlamasıyla yargılanan İsrail’in hiçbir şey olmamış gibi 2024 Eurovision’a katılmasına onay verdi. İsrail’e onay veren EBU, Hollanda adına yarışan Joost Klein’ı, “İsrail’in katılımını sorguladığı” iddiasıyla finale saatler kala ihraç etti. Bu olay, yarışma tarihinde yaşanan ilk ihraç olarak tarihe geçti. EBU, cevabı ise Eurovision izleyicilerinden aldı. İsrail’i temsil eden Eden Golan sahneye her çıktığında protesto edildi. Norveçli şarkıcı Alessandra Mele “Özgür Filistin” diyerek ülkesinin oylarını sunma görevinden çekildi. Eurovision’un idari sorumlusu Martin Österdahl canlı yayında yuhalandı. Birçok protesto eylemi yaşandı.

ÜLKEMİZDEKİ EUROVİZYON TARTIŞMASI

Ülkemiz 2012’ten beri Eurovision’a katılmıyor. TRT, 2012 yılında, Avrupa Yayın Birliği’nin Almanya, Fransa, İngiltere, İspanya ve İtalya’nın son yıllarda elde ettiği başarısız sonuçlar sebebiyle Eurovision’da oylamayı değiştirdiği ve bu ülkelerin doğrudan finalde yarışmasının önünü açarak haksızlığa yol açtığı açıklamasını yapmıştı. TRT’de yıllarca Eurovision’u anlatmış sunucu Bülend Özveren ise bu beş ülkeyi BM Güvenlik Kurulu üyelerine benzetmişti.

Oylamanın sebep olduğu haksızlıkla beraber elbette, LGBT propagandalarının ve müstehcen şovların da rahatsızlık yarattığı bir gerçektir. Sorumlu yayıncılık bilincine sahip olanlar bu görüntüleri herhangi bir kontrol mekanizması süzgecinden geçirmeden küçük çocukların ve gençlerin de içinde olduğu geniş kitlelere iletmek istememektedir. Eurovision performanslarında halihazırda gördüğümüz sahnede hemcinsleriyle öpüşenler, kadın kıyafetleri içinde dans eden sözde erkekler ve utanarak ifade ediyorum ki derin dekolteler içinde sergilenen kadın vücutlarıdır. Çünkü yapılan bir şov değil bir propagandadır. Müstehcenlik ve LGBT propagandasıdır. Son derece siyasidir. Temel hak ve özgürlükler kisvesine bürünmüş; bireyi, cinsiyeti, aileyi, ahlakı nihayetinde milleti, toplumu hedef alan bir kültür emperyalizmidir. Batı’nın yayılmacı politikalarının bir parçasıdır.

Sonraki Haber