Batı’nın zehirli havuçları ve Türkiye’nin geleceği

Dünya, Asya Çağı’nın kapısını araladı. Üretim Asya’da, paylaşım Asya’da, ekonomik ilerleme Asya’da, toplumsal kalkınma Asya’da... Emile Zola, 'Hakikat ilerlemektir. Hiçbir şey onu tevkif edemez.' der. Hakikat Asya’da, hiçbir şey onu durduramaz diyoruz biz de

Cumhurbaşkanı Erdoğan, geçtiğimiz günlerde Litvanya’nın başkenti Vilnius’ta düzenlenen NATO zirvesine katıldı. Erdoğan, toplantıdan birkaç gün önce başlattığı “düşmanla uzlaşma” siyasetini Litvanya’da da sürdürdü.

Biden dahi Ukrayna’nın NATO üyeliği konusunda çekimser açıklamalar yaparken, Rusya’ya karşı örgütlenme niteliğindeki NATO toplantısına birkaç gün kala Erdoğan, “Şüphesiz Ukrayna NATO üyeliğini hak ediyor.” açıklamasında bulundu. Bu açıklama, NATO’nun 4. ve 5. maddesi göz önüne alındığında Türkiye-Rusya savaşına kapı aralıyor. Davutoğlu hükûmette değil fakat hükûmette yeniden Rus uçağı düşürmeye hevesli olanların varlığını saptıyoruz.

Yine haklı olarak PKK’ya kucak açmakla hedef alınan İsveç’le sıcak temaslarda bulunuldu. El ele pozlar dahi verildi. Ardından İsveç’in de NATO’ya üyeliğinin kabulü Meclis’e sunulmak üzere onaylandı.

Bu ani dönüşün sebebi nedir? Kuşkusuz en büyük sebep içinde bulunduğumuz ekonomik kriz. Hükümetin 20 yılda biriktirdiği ciddi bir borç batağı içindeyiz. Seçimden önce Aydınlık sıkça bu borç batağına dikkat çekmiş ve Vatan Partisi’nin Üretim Devrimi programının zorunluluğuna mercek tutmuştu. Anlaşılan AK Parti hükûmeti önünde duran ekonomik krizi milletine ve kaynaklarına dayanan bir Üretim Devrimiyle değil de Özallardan, Dervişlerden, Babacanlardan miras kalan sıcak paracı zihniyetle aşmanın planlarını yapıyor. Zira bu kirli mirasın en büyük omuzlayıcılarından Mehmet Şimşek’in ve ABD Dış İlişkiler Konseyi (CFR) üyesi Hafize Gaye Erkan’ın ekonominin başına oturtulmaları da bu planı doğruluyor. Yine Vatan Partisi’yle ittifak yapılmaktan kaçınılması da bunun bir işareti. Kaldı ki bunlara rağmen krizin içinden Atlantik reçeteleriyle çıkılması mümkün değil. Kaynayan Atlantik piyasalarının Türkiye’nin tavizleri karşısında günü dahi kurtaramayacak birkaç krediden fazlasını verecek takati yok.

Erdoğan hükümetinin NATO’nun genişlemesine bu kadar rahat onay vermesi karşılığında Batı’dan ve özellikle de ABD’den zehirli havuçlar uzatılıyor. Avrupa Birliği (AB) vaatleri, yaptırımları kaldırma sözleri, destekler...

MODASI GEÇMİŞ AB RÜYASI

Erdoğan birçok noktadan 90’lı yılların Türk siyasi hayatını eleştiriyor. Haklı olduğu noktalar da var. Fakat kendisi 90’ların en meşhur ve çaresiz seçim vaadi olan “AB’ye üyelik” havucuna sarılmış durumda. Hangi AB? Ruhumuzu teslim etmek, siyasi, askeri, ekonomik ve toplumsal alanlarda kökten Batı’ya bağımlı olmak için hükümetlerimizce 50 yıldır kapısında beklediğimiz, bugünlerde çöken AB mi?

Türkiye hem çökmekte olan AB’nin enkazına ortak olacak hem de bunun karşılığında azılı düşmanı NATO’nun genişletilmesine onay verecek. Üstüne üstlük tüm bunlar Türk milleti içinde ABD ve NATO karşıtlığının yüzde 90’lara ulaştığı bir dönemde olacak. Nereden tutsanız elinizde kalır. ABD’nin AB’ye üyelik havucu, Türkiye’nin bağımsızlık davasına bir darbe olduğu gibi Atlantik sistemi içinde de bir kazanım değil. Çatır çatır çatırdayan AB’nin enkazına hangi akılla ortak olunabilir? Yükselen Asya ekonomisi karşısında vatandaşına doğalgaz veremeyecek duruma gelen AB’nin Türkiye’ye zararını görmek için alim olmak gerekmiyor.

YAPTIRIMLARIN KALKMASI KAZANIM MIDIR?

ABD, Erdoğan hükûmetine başka havuçlar da uzatıyor. Örneğin Türkiye’ye uygulanan F-16 ve bazı silah yaptırımlarının kaldırılması gibi. “Bu bir fıkra olmalı.” dediğinizi duyuyoruz. Önce Türkiye’nin tam bağımsızlığına ket vurmak için yaptırımlar koyuyor sonra da lütufmuş gibi yaptırımları kaldırmayı olumlu bir adım sayıyorlar.

Hepimiz haklı olarak Akıncı S-İHA, KAAN Milli Muharip Uçağı, Altay tankı, Gökbey helikopteri, Tayfun füzesi gibi millî savunma atılımlarımızın başarısından ve öneminden bahsediyoruz. Peki bu atılımı ABD yaptırımları sonucunda kendi öz kuvvetimize dayanarak yarattığımızı hatırlayan kimse yok mu? “ABD’ye mecbur değiliz” diyerek çıktığımız yolda Türk mühendislerine ve Türk işlerine dayanarak ilerletmedik mi millî savunma sanayimizi? ABD uçaklarına bakım yapmaktan kendi uçağını yapar hale yükselen Türk mühendisini tekrardan bakımcı yapmak için mi yaptırımların kalkmasını bayram havasında karşılıyorsunuz? F-16’nın hâkim olduğu göklerde KAAN’ın, Akıncı’nın önüne konan takozları unuttunuz mu?

Batı’nın Türkiye’ye uyguladığı yaptırımlar kendine yaptırım olarak geri döndü. Şimdi bu yaptırımların kalkmasıyla bayram Ankara’ya mı yoksa Washington’a mı gelir?

NATO’ya almaya can attığımız İsveç de boş durmuyor, o da “Türkiye'nin AB sürecini, vize serbestisini ve Gümrük Birliği'nin güncellenmesi çabalarını destekleyeceğini” duyurmuş. “Güncellemesi çabalarını desteklemek...” Türkiye için en az AB üyeliği kadar çaresiz bir kazanım(!) Batı’da havuç biter mi?

KILIÇDAROĞLU’NDAN SUFLE

Erdoğan hükümetinin son birkaç haftada attığı adımların hepsi Kılıçdaroğlu’nun seçim vaadiydi. Batı’yla yakınlaşmak, “eskiye dönmek”, Mehmet Şimşek’in tıpkısı Jeremy Rifkin’le Atlantik piyasalarına bağlılık, NATO’yu genişletmek, Ukrayna’ya destek... Hal böyle olunca Kılıçdaroğlu da dayanamadı ve Erdoğan’a sıcak para ekonomisine sadakatini ispatlaması için AB soslu bir sufle verdi: Avrupa Birliği'nin yolu Can Atalay, Osman Kavala, Merdan Yanardağ'dan, Selahattin Demirtaş'tan geçiyor.”

Bakın burada basit bir yorum yok; Tayyip Erdoğan’ı cesaretlendirme çabası var. Kılıçdaroğlu Erdoğan’a, “Yaptıkların yetmez, bu adımları da at” diyor. Erdoğan seçimleri kazandı fakat Kılıçdaroğlu’nun suflesinden aslında kaybettiğini anlıyoruz. Günahıyla sevabıyla savunduğu programını seçimi kazandıktan sonra terk etmek seçimi kaybetmenin yansımasıdır.

DİK DURANLAR AYAKTA KALIR

Dünya, Asya Çağı’nın kapısını araladı. Üretim Asya’da, paylaşım Asya’da, ekonomik ilerleme Asya’da, toplumsal kalkınma Asya’da... Emile Zola, “Hakikat ilerlemektir. Hiçbir şey onu tevkif edemez.” der. Hakikat Asya’da, hiçbir şey onu durduramaz diyoruz biz de.

Çöken Batı’da kendine yer arayanlar ancak o çöküşü paylaşırlar. Milletin düşüncesini okuyamayan, seçimlerde kendisinin tercih edilmesinin sebebini göremeyen, Atlantik sisteminin tümüyle çöktüğünü tespit edemeyen Erdoğan hükûmeti de farkında olarak veya olmayarak çöküşü paylaşmanın yollarını arıyor. Ekonomik krizin faturasını geniş emekçi kesimlerinin omuzlarına bindirmek de çöküşün hükümetin sırtına yüklediği yüklerden biri. Üretim Devrimi programında üzerinden yük aldığınız ve refaha kavuşturduğunuz halkın ezici çoğunluğu olan üreticiler, Atlantik programında kaldıramayacağı yüklerle karşı karşıya bırakılıyor.

Türkiye iktidarıyla muhalefetiyle NATO’culuğa batmışken ABD/NATO’ya karşı tavizsiz şekilde dik duranların halkı birleştirmesi su götürmez bir gerçek. İçine girdiğimiz süreçte artan ABD tehditlerini ve katlanılamaz dereceye ulaşan zorlukları gören insanlar dönüp de 2023’te kime oy verdiğine bakmayacak. Bugün kim ayakta ona bakacak. Hiç şüphesiz ayakta kalan kuvvet Vatan Partisi. Çünkü Vatan Partisi ne olursa olsun emperyalizme karşı mücadeleden bir adım geri adım atmadı, atmayacak da. Üstüne üstlük Vatan Partisi antiemperyalizm lakırdısı yapmıyor. Tüm sorunları çözecek programı da ortaya koyuyor.

Bugün yapılan anketlerde İsveç’in NATO’ya alınması yüzde 90’larla reddedilirken NATO’ya ve AB’ye tavır da yüzde 90’larla olumsuz çıkıyor. Bu anketlerin anlattığını görelim. Gelen büyük atılımı görelim. Jean-Jacques Rousseau millî iradeyi tanımlamak için “kamu şahsı” kavramını kullanıyor. Biz de “kamu şahsı”nın nasıl bir büyük çözüme yöneleceğini görelim ve bu hususta ter dökelim.

Sonraki Haber