Bilim Ütopya Mart 2024 sayısı: Mitolojiden günümüze savaşın antropolojisi

Bilim ve Ütopya özetle, savaşın antropolojik temellerini, meşru kanallarını, emperyalist saldırıların tarihsel arka planlarını ele aldı. Bu çalışma, doğru bir savaş okuması yapabilmek açısından son derece önemlidir. Dergi, Bilim ve Ütopya’nın internet mağazasından ve kitapevlerinden temin edilebilir

İvan Konstantinoviç Ayvazovski, Sinop Savaşında Gemiler, Yer: Özel Koleksiyon. Teknik: tuval üzeri yağlı boya.

Bilim ve Ütopya dergisinin 2024 Mart sayısı, antropolojik araştırmanın tarihsel süreçte insanı anlamayı, kültürleri bilimsel biçimleriyle incelemeyi bırakıp, 20. yüzyıla girerken farklı çıkar gruplarının oluşturmaya çalıştığı ulusal tarihle çekişme içerisinde ve köken mitlerine karşı, yeni bir tarih yazımının zeminini neden ve nasıl oluşturduklarının alt metnini sunmak üzere hazırlandı.

İlk antropolojiden 19. yüzyıla kadar geçen sürede yapılan çalışmalar, “İnsan doğasına olan merak” ile meşrulaştırılmış, uzak kıtalara yapılan keşif ve işgallerin bir sonucu olarak da yerli halklar “barbar” ve kültürleri “despot” olarak nitelendirilmiştir. Özellikle 18. yüzyıl düşünürlerinden, bir bakıma siyasal antropoloji alanında önem arz eden Baron de Montequieu (1689-1755), 1722 yılında yazdığı Lettres persones (İran Mektupları) adlı çalışmasıyla öne çıkmıştır. Fakat tıpkı o da diğer Avrupamerkezciler gibi “Doğu Despotizmi” kavramıyla, toplumsal sınıflandırma metodu geliştirmiş, despotizmi Doğu’nun köklerinde yer alan değişmez gerçeklik olarak yorumlamıştır.

“Daha güvenilir verilere olan ihtiyaç” çerçevesinde, 19. yüzyılda birçok antropolog, özellikle Yeni Gine ve Avustralya’ya keşif seferleri yapmış ve yerliler üzerinde birtakım çalımalar yürütmüştür. Fakat bu çalışmalar yerli halka duyusal işlevler testi de dâhil olmak üzere, halk üzerinde yapılan ciddi çalışmalardır. Ve dönemin değişmez bir gerçeği olarak üzerinde çalışılan halklar ne gariptir ki çok kısa sürede Hristiyan olmuştur. Dolayısıyla, aslında yapılan çalışmaların yerli halkı tanımak veya tanıtmak amacının dışında, onlar üzerinde gayriresmî bir iktidar kurma projesi olduğunu görmekteyiz. Bu bağlamda İngiliz sosyal antropolog A. R. Radcliffe-Brown da çalışmalarında evrensel yasaların formüle edilmesine olanak sağlamayı amaçlamıştır. Sosyal ve kültürel olgular, sosyal yapının sürdürülmesine olanak sağlayan bir işlev olarak belirlenmiş ve sosyal kurumların birbirini güçlendiren mekanizmalarını ele almış, fakat bu teoriler de 20. yüzyıl siyasal antropologlarının ve yeni sömürge idarelerinin kurumsal yapısının teorik alt yapısını oluşturmaya başlamıştır. Keza, yapısal-işlevselci düşünce içindeki tüm kurumsal yapılar işlevseldir; eğer işlevselliğini yitirirse kurumlar da yok olacaktır (akrabalık, kurallar, ulus vb.). Bu nedenle analizlerinde demografik ve ekolojik değişimler, iç göçler, kentleşme, alt-kültür ve toplumsal hareketler konularına odaklanmaktadırlar.

Charles Le Brun, İskender’in Babil’e Girişi, 1665, Boyut: 450 x 707 cm, Yer: Musee du Louvre Paris, Teknik: Tuval üzeri yağlı boya.

YENİ DÜNYA DÜZENİ VE LEVI-STRAUSS’UN VARSAYIMI

Bugün “Sömürge sürecinin suç ortağı” olan antropoloji disiplini, Batılı olmayana dair yeni meseleleri de yansıtmaya başlamıştır. Ünlü antropolog Lévi-Strauss, Batılıların ilerlemenin ve rasyonelliğin beşiği olduğu varsayımına dayanan bu tür bir tarih yazımının bugün için bir mit olduğunu, çünkü sınırlı gerçeklikler üzerine kurulu bir yazımın ancak ideolojik bir yorumlamaya dayandığını ifade eder.

Bugün Soğuk Savaş sona ermesine rağmen, ABD’nin “Yeni Dünya Düzeni” sistemine geçiş konusundaki ısrarlı politikasının ardında yatan “En büyük biziz, önderlik etmeye yazgılıyız, özgürlüğü ve düzeni temsil ediyoruz” şeklindeki savı, Lévi-Strauss’un bahsetmiş olduğu temellendirmeyi kesin olarak karşılar. Batı bugün, “Kimin iyi yerli, kimin kötü yerli olduğunu biz Batılılar kararlaştırırız, çünkü tüm yerliler bizim tanımamız sayesinde var oluyor.” rüyasından uyandırılmaya başlandı.

Medeniyetler çatışması üzerine yaptığı çalışmalarla bilinen, ABD Savunma Bakanlığı eski danışmanı Samuel P. Huntington, tarihteki çatışma ve savaşları, geçmişte krallar, prensler, mutlakiyetçiler ve monarşiler olarak belirtirken, Fransız Devriminden sonra devletler arasında ideolojiler üzerine yaşandığını saptamıştır. Ona göre yeni dünyada çatışmalar ve savaşlar uygarlıklar arasında yaşanacaktır; Batı uygarlığı ile Batılı olmayan uygarlıklar arasında. Batı, yukarıda da belirtmiş olduğumuz sömürgecilik dönemi kibrini henüz aşamamış görünmekte. Kültürel ırkçılığının sonucu olarak bütün yüksek değerlere kendilerinin sahip olduğu, diğerlerinin dayandıkları temelleri aile, kan ve inanca indirgemeye devam etmekte ve müdahaleciliğinin temellerini bu safsatalara dayandırmayı sürdürmektedir.

DOLU DOLU BİR SAYI

Bilim ve Ütopya özetle, savaşın antropolojik temellerini, meşru kanallarını, emperyalist saldırıların tarihsel arka planlarını ele aldı. Dosya kapsamında, Ankara Üniversitesi Hititoloji Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Şafak Bozgun, “Hitit savaşçıları: Silahları-teçhizatları” başlıklı yazısıyla Hitit devletinin siyasi tarihi boyunca kullandığı stratejilerini; Ege Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Dilek Maktal Canko, “Bizans savaşlarında kadınlar” başlıklı yazısıyla kadınların savaşlardaki, çatışmalardaki veya barışın sağlanmasındaki rolleri ile imparatorluk üzerinde ne kadar fazla etkilerinin olduğunu ve ne kadar güçlü olduklarını; Ece Ataer, “Truva mitinde Batılıların Türk algısı” başlıklı yazısıyla mitlerin Batı’nın çıkardığı savaşlarda meşru bir araç olduğunu; Hacettepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Erdem İlker Mutlu, “Savaşları adaletsiz ve hukuksuz bırakan emperyalizm: Bir olanaksızlık modeli olarak tarafsızlık hukuku” başlıklı yazısıyla savaş hukukunu ana akım doktrinler ve savaş hukukunu oluşturan doktrinlerin Avrupamerkezci tarih anlayışı üzerine kurulu olduğunu; Ekrem Ataer, “Savaşın sesi” başlıklı yazısıyla savaşlardaki sanat eylemini ve sanatın savaş meydanındaki tank, top, tüfek, kılıç kısacası silah gücünü nasıl moral gücüne dönüştürdüğünü; Alp Hamuroğlu, “Ülkemizin en önemli savaşı ve tarihimizin en büyük zaferi: Çanakkale” başlıklı yazısıyla sömürgeciliğin Avrupa’ya sağladığı dünya hâkimiyeti ile Osmanlı’nın çöküş sürecinin temellerini; İlkin Başar Özal “I. Dünya Savaşı’nın kostümlü provası: Amerikan İç Savaşı” başlıklı yazısıyla Bilim ve Ütopya’nın mart sayısında yer aldılar. Bu çalışma, doğru bir savaş okuması yapabilmek açısından son derece önemlidir.

Dergi, Bilim ve Ütopya’nın internet mağazasından ve kitapevlerinden temin edilebilir.

Sonraki Haber