Bir kitap ve bir yazı üzerine
Önümüzde bir de kitap var, “Muzaffer İlhan Erdost” ve bu kitabın yaratıcısı Feyziye Özberk. Sayın Özberk’in çalışmasını çok kıymetli buldum. Bu titiz çalışma sayesinde sanat ve düşün dünyamızın etkili bir siması ile yeniden tanışmış olmanın coşkusunu yaşıyorum.
Feyziye Özberk’in “Muzaffer İlhan Erdost” kitabı ile Seldağ Özalp’ın Aydınlık gazetesindeki “Devrimci bir aydın: Muzaffer İlhan Erdost” başlıklı, adı geçen kitap hakkındaki tanıtım yazısı, tanıtım yazılarının ne kadar önemli olduğu gerçeğini bir kere daha ortaya koydu. Bu iki değerli yazarımız sayesinde bizler de Muzaffer İlhan Erdost’un portresel yapısını çeşitli yönleriyle tanıma fırsatını yakaladık.
Erdost- Özberk- Özalp çizgisinde Özalp’ın tanıtım yazısının işlevsel özelliği, kitap tanıtım ve eleştiri yazılarının önemini gündemimize getirmiş oluyor. Kendi adıma söylüyorum; Feyziye Özberk’in bu önemli çalışmasından, Özalp’ın Aydınlık gazetesindeki yazısı olmasaydı, haberim olmayacaktı! Gazetelerin kitap tanıtım yazılarının ne kadar önemli olduğunu bir kere daha anladım ve sizlerle paylaşmak istedim. Demem o ki; değerli eserlerin tanıtım- eleştiri yazıları çok değerli bir kültürel etkinliktir. Beni Muzaffer İlhan Erdost ile buluşturan Seldağ Özalp’a teşekkür ediyorum.
“Feyziye Özberk’in yazdığı son kitap “Muzaffer İlhan Erdost”, Kırmızı Kedi Yayınevi aracılığıyla okurlarıyla buluştu. Kitapta, Muzaffer İlhan Erdost’la yapılmış söyleşiler ve Erdost’un eserlerinden bölümler ve Erdost hakkında kaleme alınmış yazıların derlemesi yer alıyor. Erdost’un edebiyattan siyasete değin düşüncelerine, yaşam öyküsünden eserlerine birçok konuda bilgi okura sunuluyor…” (Seldağ Özalp, Aydınlık, 17 Ekim 2020.)
DERİNLİĞİ OLAN YAZAR
Önümüzde bir de kitap var, “Muzaffer İlhan Erdost” ve bu kitabın yaratıcısı Feyziye Özberk. Sayın Özberk’in çalışmasını çok kıymetli buldum. Bu titiz çalışma sayesinde sanat ve düşün dünyamızın etkili bir siması ile yeniden tanışmış olmanın coşkusunu yaşıyorum.
Derinliği olan yazarımız Muzaffer İlhan Erdost’un ilham kaynağının yaşadığı topraktan fışkırdığını fark edince; yazara karşı için için bir hayranlık ve yakınlık duydum. Duyguları köyünden, ailesinden, yakın çevresinden; düşünceleri yine bu çevrenin ihtiyaç ve özlemlerinden kaynaklanıyor… Hal böyle olunca “samimiyet” satırlara ruh veriyor; inandırıcılık, yakınlık veriyor… Ruhumuzda, beynimizde heyecanlar uyandırıyor; kıvılcımlar çaktırıyor…
Sayın Özberk’in kitabına aldığı şu bölümü okuyunca hak vereceğinize inanıyorum:
“ Muzaffer, kimliğinde doğum tarihinin “1932” yazıldığını, ama 18 Eylül 1931’de evlerinin avlusunda bulgur kaynatılırken doğduğunu anlatır. İki İlhan’dan, iki Fadime’den konuşulduğu yerde, iki “Artova”yı anımsatır:
“Artova’da doğdum” der. Yerleşim yerinin adı: Çiftlik. Kimlikte de “Çiftlik” yazar. “Sanki babamın çiftliğinde doğmuşum gibi. Artova ilçe merkezinin resmi adı. Sanırım 1948’de ilçe merkezi, Çiftlik’te kamyonlara, kağnılara yüklenerek Kızılca köyün eteğine taşınmıştı. İstasyon binasının ön cephesindeki “Kunduz” adı silinerek, yerine “Artova” yazılacaktı.”
Muzaffer, kendi çocukluğunun Artova’sıyla, İlhan’ın çocukluğunun Artovası’nı ekonomik özellikleri nedeniyle de birbirinden ayıracaktır. “Cahit Külebi’nin şiirinde Anadolu” irdelemesinde yazdığı gibi, “…biri, Sivas- Tokat şosesi üzerindeki benim çocukluğumun Artova’sı, öteki Sivas- Samsun demiryolu üzerindeki, köylülerin kağnılarla Turhal Şeker Fabrikası kantarına pancar ve Toprak Mahsulleri Ofisi silolarına, tahıl (buğday ve arpa) taşıdığı İlhan’ın çocukluğunun Artova’sı. Ben Çiftlik olan Artova’da doğdum, İlhan Kızılca olan Artova’da.”
Muzaffer’ın doğduğu ev, Rusya’dan esaretten dönen dedesi İbrahim Hoca’nın oğullarıyla birlikte Sivas- Tokat şosesi üzerine yaptığı evdi. Tokat çarşısındaki evler gibi iki katlı, bol pencereli, avlusu, buğday ambarı, fırını, bahçesi, odunluğu, büyük bir ahırı, gene büyük bir samanlığı olan, yazın aşağıda, kışın yukarıda oturulan bir ev. İlhan’ın doğduğu evse bir odalı, kerpiç ve kiralık bir evdi. Annesi, yemekleri genellikle maltızda pişirirdi. İstasyon yolunda marşandizlerin döktüğü ateşin içinden seçilen kömürdü annelerinin maltızda kullandığı kömür. Muzaffer’den sonra İlhan toplamış olmalıydı.
Marşandizlerin döktüğü ateşin alazında
Kömürün ve maltızın alazında
Anamızın karakoyun yününden ördüğü
Kaba başlığın ve eldivenin
Isıttığı çocuk
ya da
İbrahim oğlu Yusuf’un
Kerpiç evinden ve linyit kokan ocağından
Yoksulluğundan ve hüznünden büyüttüğü
Tatlı oğul İlhan’dı.
TOKAT VE ARTOVA
İl il Türkiye Ansiklopedisi’nde yayımlanan “Vadideki Türkü: Tokat’ta, Tokat ve Artova’yı anlatır: “Tokat bozkırının çocuğuyum. Ekin sarısının ve kırmızı güneşin, sazan balığının, kar beyazının çocuğu. Tokat, söğüdün ve kavağın, buğdayın ve mercimeğin ovasındaki çocuk için renkli bir düş gibidir. Güldür Tokat. Erguvandır salkım salkım. Hercai menekşedir. Katmer güldür. Adını bilmediğin çiçeklerin boğduğu bahçedir. Kirazdır, erik çağlasıdır, nardır, şeftalidir. Bozkırda ekin biçenlerin, mercimek burçak yolanların, yol kıyısından eşeğiyle geçen üzüm, erik, armut, elma satanlara başak kaldıranların derinden özlemini duyduğu meyvelerin de öteki adıdır Tokat.” Ama diyecek ve ekleyecek: “Tokat rengarenk çiçek de olsa, ben, bozkırımı sevdim. Artova’yı, acımı, sevincimi sevdim.- Söğütlerle seviştim- Çocukluğumda- dizelerinde ışıyan -sevişmek- yalnızca söğütlerle değil, ekinlerle, otlarla, kır çiçekleriyle, yazın dünyanın birbirleriyle yan yana sıralanan arpa buğday tarlalarının yeşilliğiyle, başağa yeni durmuş arpası, buğdayıyla, kışın dünyanın en büyük beyaz çarşafı ovasıyla, oltaya vuran sazan balıklarıyla ve her şeyin sarardığı, biçildiği, toprağın hozana dönüştüğü bozkırıyla bir sevişmedir benim çocukluğumun Çiftliği...”
ESİNLENDİĞİ ÖZ
Görüldüğü gibi, sosyo-ekonomik yapı ince ince işleniyor. Bereket ve emek hangisi önde? İkisi de özden fışkırıyor ama biliyoruz ki; emek olmadan bereket olmaz. Doğada var olan bütün güzelliklerde insanın yaratıcı, üretici eli var. Onun insanı yalnız değil; tarih ve coğrafya sarmalında sıcak bir Türk ailesi ve o ailenin değerli üyeleri…
Geniş bir Anadolu coğrafyası. Onun havası, ovaları, ağaçları, çiçekleri, arpası, buğdayı, sularında balıkları; kiraz, nar, şeftali, üzüm, elma, armut… Bağ ve bahçeleri… Bu tablo arı gibi çalışan emekçiyi, insanı sahneye sokuyor!.. Çalışan, üreten, kendi emeği ile geçinen onurlu, mutlu insanları. Bu insanların doğallığı, büyüleyici anlamlı bir gerçeklik seviyesinde hayata anlam kazandırıyor.
Böyle bir ortamda doğmuş, yetişmiş bir yazar olarak Erdost, ülkesinin sorunlarına çareler ararken de bu özden esinlenir. Yazarımız bu yapı üzerinde düşünsel, toplumsal eserlerini üretiyor. Yani yaşadığı, şahit olduğu gerçekliklerden besleniyor. Yaşadığı coğrafya, aile yapısı, günlük yaşamı zamanla köyünün dışına taşar. O, hayatı adım adım yaşar ve üretir…
Eylül ayının ikinci yarısında, evlerinin avlusunda bulgur kaynatılırken dünyaya geldiğini söyler. Yani kış hazırlıkları yapılırken... Doğum gününü böyle günlük bir olayla birleştirerek anmak, aslında geleneksel bir tavırdır. Yazarımız bu tavrı öylesine içselleştirmiştir ki; eserlerinin pek çoğunda bu doğal tavır hâkim görünüyor.
Bu yapı, bize yeni bir okuma penceresi açıyor. Yazarın eserlerine buradan bakınca, her şey yerine oturuyor. Duygu ve fikir birlikte olarak; içimizde kâh hafif, kâh hırçın esintiler yaratıyor…
Bu toprağın gerçek insanı olan sanat, düşün ve mücadele adamı Muzaffer İlhan Erdost’u sayenizde yakından tanıma fırsatı buldum. Sayın Özberk ve Sayın Özalp sizlere teşekkür ediyorum. Keşke aylık bir kitap ekimiz olsa!