Bir 'muhalif'le tartışmalar

Karşıtlığa koşullanmış koşulsuz ‘muhalifler’ hayatımızın her yerinde. Gelin, bu arkadaşları bir öğrencinin gözünden, hayatın içinde bir tartışmayla inceleyelim.

Hikâyede anlatılan kişi ve olaylar tamamen hayal ürünüdür.

EĞİTİM Psikolojisi dersindeydik. Ders artık bitmeliydi ama bitmiyordu. Hoca koşullanmayı anlatıyordu. AA almak için koşullanmış "pek çalışkan" bazı arkadaşlar cevabını bildiği soruları hocaya sorarak dersi uzatıyor, sınıfı bayıyorlardı. Hoca da durumun farkındaydı ve sıkılmıştı. "Açılın kapılar şaha gidelim!" diye seslenecektim ki beklenen oldu. Hoca, kolunu ileriye atıp bileğini gömleğinden kurtararak saatine bakma hamlesi yaptı ve "Evet, çıkabilirsiniz" diyerek bizi Hodor’lardan kurtardı.

Sınıf kapısının açılmasıyla bin atlı akıncılar gibi bir çocuk şenliğiyle dışarı çıktık. Saat yenice bir olmuştu. Yemekhanede etli yemek vardı. Sınıftan Emre’yle birlikte oyalanmadan yemekhaneye doğru yola koyulduk.

Yemek sırası çok uzundu. Eti duyan gelmişti. Yemeği alıp oturacak yer bulduğumuzda yemekten alacağımız enerjiyi fazlasıyla yakmıştık. Emre bir yandan çorbayı kaşıklıyor, bir yandan da telefona bakıyordu. Mizah sayfalarına bayılır ve bana da sık sık video atar. Öyle vurdumduymaz bir arkadaş değildir; haber sayfalarını da takip eder.

Yemeği yedikten sonra tadı ağzımdan gitmesin diye su bile içmedim. Malum, öğrenciyiz, et bulmak kolay değil. Doygunluğun verdiği uzaklara dalma hissiyatıyla karışık etrafıma bakarken yükselen bir sesle irkildim:

"Arkadaşlar!"

Tüm yemekhane sesin geldiği yöne doğru döndük.

"Bildiğiniz gibi Diyarbakır’da annelerimiz teröre karşı evlatları için nöbet tutuyor. Buna sessiz kalamayız. Sizleri teröre karşı annelerimiz için alkışa davet ediyoruz" diye kısa bir açıklama yapıldı. Kalabalık denebilecek bir gruptu. Bir de Türk bayrağı açmışlardı.

Siyasetten pek hoşlanmam ama herkes alkışlayınca ben de katıldım alkışa. Ayrıca bunu tam siyaset olarak görmüyordum, sonuçta herkesi ilgilendiren bir şeydi.

Alkışlar sönümlenirken Emre, "Oğlum ne alkışlıyorsun ya, şov bunlar. Alet olmasana" dedi. Şaşırdım. "Ne şovu hacı, niye şov olsun ki?" dedim.

Derken İbrahim geldi masaya. O da bizim sınıftan: "Gördünüz mü az önceki eylemi. Helal olsun adamlara. İyi oldu okulda böyle bir şey yapmak. Görsün herkes bu teröristleri. O analara da helal olsun" dedi. Emre gerildi tabii:

"Oğlum bari sen yapma. Nasıl alet oluyorsunuz bu şova ya?"

İbrahim: "Ne şovu kardeşim. Milletin çocuğunu dağa kaçırmışlar. Terörist değil mi bunlar? Tabii ki anneleri destekleyeceğiz"

Emre: "Yahu kardeşim, asıl terörü destekleyen bunlar değil mi? Alamadıkları belediyeye terör bahanesiyle kayyum atadılar, sonra da bu kadınlar çıktı meydana? Daha önce neredeydiler? Bu açıklama yapanları da anlamıyorum. Atatürkçüyüz diye geçiniyorlar, AKP’nin ekmeğine yağ sürüyorlar."

-"Sen kayyuma da mı karşısın? Yapma kardeşim. Sırf AKP yapıyor diye niye karşı olalım? Seçime girebilmeleri bile hataydı."

-"Heh, madem öyle niye seçime girdiler? Seçimden önce engelleselerdi."

-"Ben olsam engellerdim ama seçimden önce yanlış yapıldı diye şimdi yapılan doğrunun niye önüne geçelim? Annelerin nöbeti HDP’yi zarara uğratıyor mu, uğratıyor; sorun ne? Bunu orada yapmayın şurada yapın diyerek milletin aklını bulandırmak HDP’yi kurtarma çabasından başka bir şey değil. Devlet müdahale ediyor, ‘Silahla çözülmez konuşalım,’ diyorlar, devlet konuşuyor, ‘Devlet konuşmaz müdahale eder’ diyorlar. Nasıl terörle mücadele edecek bu devlet?"

-"Sen bu adamların samimiyetine inanıyor musun? Daha düne kadar megri megri diye birlikte ağlıyorlardı. Şimdi ne zaman sıkışsalar oy için dağ taş bombalanıyor. Her gün terör bitti diyorlar. Madem terör bitti bu çocukları kim kaçırıyor?"

Tartışma iyice alevlenmişti.

İbrahim: "Yapma kardeşim, sen takvim yırtmıyor musun? Hangi yılda yaşıyorsun? Dünya değişiyor, Türkiye değişiyor, hükümet değişiyor. Senin dediğin dönemde Abdullah Gül Cumhurbaşkanıydı, Ahmet Davutoğlu Başbakan olmak üzereydi. Şimdi adamlar istifa edip AKP’ye karşı parti kuruyorlar. Her şeye komplo teorileriyle bakamazsın."

Bu arada yemekhane boşalıyordu, arkadaşlar birbirine karşı doluyordu. Siyasetten bu yüzden çok hoşlanmıyorum. Gereksiz tartışmalar. Neyse ki bizimkiler olabildiğince saygılı.

Uzağa gitmeye gerek yok; daha birkaç ay önce; "Girseler ya Fırat’ın doğusuna, giremezler" dediler.

Barış Pınarı Harekâtı başlayınca "Ne işimiz var Suriye bataklığında, elin Suriyelisi için evlatlarımız ölüme sürükleniyor. Savaşlar olmasın, diyalogla çözülsün" dediler.

ABD’yle diyalog kuruldu, operasyon duraklatıldı, "Gördünüz mü nasıl diz çöktük geri adım attık. Resmen teröristlerin kaçışını izliyoruz. Bunlar böyle işte" dediler. Destek ya da köstek olmanın ötesinde daha vahim olan bu kör karşıtlık.

Emre: "Tamam, doğru ama o teröristlere yıllarca bu hükümet göz yummadı mı?"

İbrahim: "Anlaşamadığımız asıl nokta bu. Yıllarca şöyle yapmadılar mı? Bunlar değil miydi? Bak, sen bile geçmiş zaman ekiyle konuşuyorsun. Evet, yıllarca yanlış yaptılar. Biz de yıllarca o yanlışların karşısında durmadık mı? Durduk. Hâlâ da yanlışlar yapıyorlar ancak büyük hatalardan geri döndüler, biz döndürdük. Elbette bir gece hükümet bir rüya görüp fikir değiştirmedi. Türkiye’nin sağlam temelleri, süreci değiştirdi. Bunu neden görmezden geliyoruz? Soruyorum sana, bugün çözüm sürecini başlattık dese hükümet ne olur?"

Emre: "Bir dakika iktidarda kalamaz."

İbrahim: "E, o zaman?"

Emre: "Bak Suriye diyorsun, madem yanlışından döndü neden Esad’la anlaşmıyor. Bunun yüzünden milyonlarca Suriyeli Türkiye’de. Yarısı haklarımızı gasp ediyor yarısı sersefil. Onlara da yazık bize de yazık değil mi? Anlaş Esad’la gönder gitsin."

İbrahim: "Kesinlikle katılıyorum. Esad’la anlaşmamak en büyük hata. Dediğim gibi, AKP’nin bir sürü yanlışı var. Kendi tabanı da biliyor, kendi tabanı da rahatsız. Annemlerin tarafı, dayımlar falan koyu Ak Partilidir. Daha geçen bayramda tartıştık. Eğitim sistemi, Suriyeliler dediğim zaman bir şey diyemiyorlar. Hükümet medyasından dolayı Esad’dan da hiç hazzetmiyorlar. Terörle mücadelede uzlaşıyoruz ama."

Emre: "Bilmiyorum, teröre ben de karşıyım elbette. Sadece, yapılan şeyler samimi gelmiyor bana maalesef."

İbrahim: "Seni anlıyorum. Geçmişte yapılanlar, ülkeyi büyük zarara soktu. Hâlâ da zarara sokan yanlışlar yapılıyor. Ancak doğru doğrudur, yanlış yanlıştır. Ne hükümetin doğrusunu takdir etmek ne de muhalefetin yanlışına yanlış demek bizi yandaş yapmaz.

"Türkiye’deki AKP karşıtlığı nasıl oluştu? Çözüm süreci, FETÖ, Amerika’yla iş birliği, BOP Eşbaşkanlığı... Bugün ne kadar inkâr edilse de hükümeti buradan döndürdük. Girdiği yoldan, istese de artık geri dönemez. Hem Türkiye Cumhuriyet’ini öveceksin hem de Erdoğan her istediğini yapar, kesin bir oyun vardır diyeceksin. Nerede kaldı övdüğün Cumhuriyet’in gücü?

"Hükümet çözüm sürecini bıraktık diyor, muhalefet ‘Ben daha iyisini yaparım’ diyor; hükümet Amerika’ya karşı çıkıyor, muhalefet ‘Başımızı belaya sokuyorlar’ diyor; S400 alınıyor, ‘NATO’yla ilişkimiz bozulur’ diyor, hükümet terörle mücadele edelim diyor, muhalefet ‘HDP’nin demokratik hakları var, 6 milyon oyu var’ diyor; hükümet FETÖ’nün, PKK’nın kanallarını-gazetelerini kapatıyor, muhalefet ‘Basın özgürlüğü’ diyor; FETÖ’cüler tutuklanıyor, ihraç ediliyor, muhalefet ‘Gariban çaycı çorbacı hapiste’ diyor. Yani dün AKP ne yapıyorsa bugün aynısını muhalefet yapıyor. Öte yandan dün yapılsın dediğimiz çoğu şeyi bugün hükümet yapmak zorunda kaldı ve uyguluyor. Buna sevineceğimize neden kör düşmanlıkla karşısında duralım?"

Emre çatalı boş tabldota gezdirerek gözü önünde dinliyordu: "Valla bilmiyorum kanka."

"Yanlış anlama, biz niyet tavşanı değiliz. Acaba samimi mi, şöyle mi, böyle mi diye niyet okumaya çalışırsak Türkiye yerinde sayar. İyiye iyi, kötüye kötü demeyi bilmek gerek. İktidarın da muhalefetin de doğrularına ve yanlışlarına farklı tepki göstermemiz gerek. Zaten insanlar hükümeti ya da muhalefeti takım tutar gibi desteklediğinden bu halde değil miyiz?"

Emre, "Bak o konuda sana katılıyorum. Bazen bu durum bizi bile etkiliyor. Sağlıklı düşünemiyoruz" dedi.

Anlaşılan oydu ki tartışmanın sonuna gelmiştik. Fırsat bu fırsat diyerek araya girdim: "Arkadaşlar, iki lokma et yedik onu da boğazıma dizdiniz. Tartışmanız bittiyse çay içmeye gidelim, haydi" dedim. Emre, "Valla kanka yarına ödev var, nasıl yapacağız bilmiyorum" dedi. İbrahim "Ben her türlü uyarım" dedi. Tatlıya bağlanan tartışmanın üzerine çay içmek üzere yola koyulduk. Emre’nin elinde yine telefonu vardı.

Sonraki Haber