Bir Muhlis Akarsu Geçti Bu Dünyadan

Sivas Madımak’ta 30 yıl önce katledilen aydınlardan biri olan halk ozanı Muhlis Akarsu’yu, kendisi de bir halk ozanı olan yeğeni Selahattin Akarsu anlattı

  • Merhabalar Selahattin Bey, öncelikle söyleşi teklifimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. Hepimizin malumu olduğu üzere kıymetli ozan Muhlis Akarsu hakkında gerek yazılı kaynaklarda gerekse dijital mecralarda birçok bilgiye ulaşmak mümkün. Bizim arzumuz, herkesçe bilinen bilgilerden ziyade onu yakınlarından, hatta bir anlamda Onun çırağı olmuş sizden alacağımız bilgi ve anekdotlarla daha yakın, daha özgün ve daha sahici bir şekilde tanımak ve tanıtmak. İlkin dayınız Muhlis Akarsu ile olan insani ilişkinizi öğrenmek isteriz. Neler söylersiniz bu hususta?

Dayım Muhlis Akarsu, benim gözümde saygı ve sevgi duyulacak, çok büyük bir değerdir. Olağanüstü bir insandı O… Gölgesi ağırdı; duruşu, bakışı, hareketleri beni çok heyecanlandırırdı. Hele onun sazını, sözünü dinlediğimde tüylerim diken diken olurdu. Dayıma karşı inanılmaz sevgi ve aşk duyarım. Bu öyle bir sevgiydi ki tarifsizdir. Onun gibi saz çalıp türkü söylemek benim en büyük hayalimdi.

Benim için O, eşi bulunmaz bir insandı. Dayımdan sonra örnek aldığım ve türkülerini heyecanla dinlediğim ikinci kişi Mahzuni Şerif‘tir. Acaba diyorum, yeğeni olmasaydım Muhlis Akarsu’ya yine böyle bir aşkla hayranlık duyar mıydım?

Muhlis Akarsu, askere gitmeden önce küçük yaşlarda saz çalmayı kendi kendine öğrenmiştir. O yıllarda halk müziği çok yaygın değildi, böyle değerli sanatçılar az yetişirdi.

Onunla olan ilişkim hep saygı ve sevgi çerçevesindeydi. Onunla konuşmaya ve yanında türkü söylemeye cesaret edemezdim. Tabii bu ondan korktuğumdan değil, ona olan saygımdandı.

Ben bir Muhlis Akarsu sevdalısıyım. Rahmetli dayım, tıpkı soyadımız gibi bir “akar su”ydu. O ne master ne doktora yapmış ne de müzik eğitimi almıştı. Buna rağmen dolu dolu bir insandı, eserleri literatüre geçecek kadar etkiliydi. Usta bir bağlamacı, yetenekli bir icracı ve Allah vergisi bir sesti, oldukça özgün bir yorumcuydu… Ozanlık doğuştandır derler, sonradan olunmuyor, çünkü okulu yok.

Selahattin Akarsu
  • Selahattin Bey, anladığım kadarıyla gerek kişiliğinizin gerekse sanatınızın olgunlaşmasında değerli ozanımız Muhlis Akarsu sizi çok etkilemiş. Bu da gayet anlaşılabilir bir durum. Madem siz de onun izinden giden bir ozansınız, Muhlis Akarsu’nun ozanlığının pekişmesinde etkili olan üstatlarını da bilirsiniz. Sizce onun sanatını şekillendiren âşıklar, ozanlar kimlerdir? Buna bağlı olarak Muhlis Akarsu’yu diğer Alevi-Bektaşi ozanlarından farklı kılan özellikleri nelerdir?

Ozanlık yeteneğim genlerimde var olan bir durum. Benim hayatımda Muhlis Akarsu’nun sanatçı kişiliği elbette ki sanatımın oluşmasında bir şekilde etkili oldu. Ne yazık ki sülalemizde dayımın sanatını sürdüren sadece ben oldum. Gönül isterdi ki çocuklarından en az biri, babasının yolundan gideydi. Ama hayat insanları başka mecralara, sahalara, alanlara savuruyor. Bu işlere çocuklukta başlanmayınca da iyi yerlere gelinemiyor. Ben de onun bağlama tavrını ve şiir üslubunu benimseyip sürdürdüm. Bunu ne kadar başardığım konusunda takdir dinleyicilerindir.

Nasıl ki ben Muhlis Akarsu’dan etkilendiysem; o da hepimizin bildiği gibi eskilerden, başta Pir Sultan Abdal olmak üzere Şah Hatayi, Seyyit Nesimi, Yunus Emre; Cumhuriyet Dönemi ozanlarımızdan ise hemşehrisi Âşık Veysel ve Âşık Mahzuni Şerif‘ten etkilenmiştir.

Muhlis Akarsu
  • Muhlis Akarsu da Mahzuni Şerif, Âşık Veysel, Davut Sulari ve Neşet Ertaş gibi kendi güftelerini besteleyen ozanlardandır. Yukarıda saydığımız ozanlar hem söz hem de müzik olarak kendi toprağının renklerini bariz olarak yansıtan ozanlar. Sivaslı bir ozan olan Muhlis Akarsu’nun deyiş ve türküleri ise baştan beri hem müzik hem söz olarak o bölgenin klasiğine (gaydalı söyleyiş) bire bir uymaz. Bu oluşumda sizce etkili olan sebepler nelerdir?

Bir aşkı, bir sevdayı, toplumsal yanlışlıkları türküleştirmek ya da anlatmak, her zaman bir bölgenin söyleyiş özellikleriyle sınırlı kalmaz, kalmamalı. Bu söylem sanatçının çapıyla doğru orantılıdır. Duyarlı ozanlar, şairler çevresinde gördüğü yanlışlıkları sazıyla, sözüyle dile getirir. Bu da gayet olağan bir durumdur. Tabii ki her yörenin kendine özgü bir söz ve saz çalış tavrı vardır. Muhlis Akarsu da ilk gençlik yıllarından itibaren Sivas-Kangal coğrafyası söyleyiş tarzında eserler üretmiştir. Aşağıya aldığımız deyişi de bunlara bir örnektir.

“Kurudu bağımda fidanım, güllerim
Yılanlı dağımdır, Sivas’tır ilim Akarsu, tabibe uğradı yolum
Ben vurgunum, yaralıyım elleme…”

Ozanlığının ilk dönemlerinde böylesi yerel söyleyişler kullanan Muhlis Akarsu, büyük şehirlere gidip oralarda THM’nin ve ozanlık geleneğinin ustalarını tanıdıkça bu söyleyişini zenginleştirmiş ve deyişlerinin içeriğini yerelden ulusala taşımıştır.

  • Muhlis Akarsu, toplumcu bir ozan olarak hep ezilenlerin yanında yer aldı. Malum, 1993 yılı temmuz ayında “Pir Sultan Abdal Anması” için gittiği memleketi Sivas’ta kanlı katillerce yakıldı. Onun hayatının bu şekilde sona ermesi aileyi ve doğduğu topraklardaki insanları nasıl etkiledi? Anlaşılan bu bayrak yarışı hâlâ devam ediyor. Özellikle siz ondan aldığınız ilhamla genelde Sivas, özelde Kangal kültürünü yaşatmak için ne tür çalışmalar yapıyorsunuz? Ayrıca Muhlis Akarsu deyişlerinde sık kullanılan temalar nelerdir?

Muhlis Akarsu her şeyden önce o coğrafyanın kıymetli bir evladıydı. Bırakınız hemşehrilik, akrabalık ilişkilerini; hiç tanımadığı bir insanı, hatta bir hayvanı, bitkiyi Yaradan’dan ötürü seven, ona şefkat duyan bir toplum için onun gibi yüreği can sevgisiyle dolu bir insanı, insanlık dışı bir katliama kurban vermek, elbette ki başta biz akrabalarını, hemşehrilerini derinden etkiledi. Adına ağıtlar yakıldı dayım ve orada hunharca katledilen diğer güzel insanlar için. Hatta bu olaydan sonra ben de kendi ozanlık maceramda daha kararlı bir yola girdim ve bu yolda çok mesai harcadım.

Evet, Muhlis Akarsu halkına âşık bir devrimciydi, her zaman ezilenlerin yanında yer aldı. Meselâ bir türküsünde şöyle diyor:

“Sırtımızda ağaların yükünü
Silkinip atmanın zamanı geldi
Bizi kendi gibi korkak bileni
Boynundan tutmanın zamanı geldi”

Mahir bir ozan olarak nam salan Muhlis Akarsu, toplumsal olaylara kayıtsız kalamazdı. Kariyerinin ilk yıllarında geleneksel Alevi-Bektaşi türkülerini icra etti. Bir dönem sonra da kendi türkülerini yakmaya başladı. Yaktığı türkülerde kendi mahlasını kullanmaya başladı. Usta malı eserler ona ilham vermiştir. Akarsu’yu ozan yapan onun içsel duygularıdır. Bir türküsünde yine:

“Yırtık çarık bize karda yağmurda
Her tarlada orak vuran bizleriz
Ne yaz bilir ne kış karda çamurda
Toprak ekip emek veren bizleriz”

Akarsu, türkülerinde ezilenin yaşamını dile getirir ve çilesini anlatır; bunları yaparken de her zaman demokrasi ve insan haklarını önceler:

“İnsan haktır, hak insandır biliriz
Gönüllerde açar bizim gülümüz
Akarsu’yum bacı gardaş hepimiz
Demokrasi nerdeyse ordayız”

Dayımın türkülerinde öne çıkan temalar; gurbet, hasret, ezilmişlik ve sevdadır. Yine bir deyişinde der ki Akarsu:

“Akşam olur gölge basar
Umuduma yeller eser
Yokluk imkânımı keser
Gurbeti ben mi yarattım”
Sevda türkülerine gelince: “
Gül yüzlü sevdiğim neme gücendin
Senden başkasını gördüğüm mü var
Kıblemi, Kâbe’mi sana bağladım
Tavaf eylemekten yıldığım mı var”

Ben Selahattin Akarsu olarak, rahmetli dayım Muhlis Akarsu’dan aldığım ilhamla, onun izinden giderek Akarsu tadında deyişler yazıp bestelemeye başladım. Ben de türkülerimi “Akarsu” mahlasıyla yazıyorum. Meselâ Sivas katliamı için yazdığım bir ağıttan bir kuble örnek vereyim:

“Pir Sultan aşkına çalındı sazlar
Sivas’ın içinde kanlı yobazlar
Duydum haberini yüreğim sızlar
Muhlis Akarsu’yum, Hasret, Nesimi…
Otuz yedi canı yaktılar nara
Madımak kapkara yüreğim yara
Şikayetim Ulu Pirim Hünkara
Muhlis Akarsu’yum, Hasret, Nesimi…
Halkımın derdini yazıp çizeni
Yakılır mı memleketin ozanı
Böyle sürmemeli yobaz düzeni
Muhlis Akarsu’yum, Hasret, Nesimi…
Selam size Pir Sultan şehitleri
Saldırıyor Hızır Paşa itleri
Akarsu’yum unutamam sizleri
Akarsu’yum, Hasret, Nesimi…
Selahattin’im unutamam sizleri
Akarsu’yum, Hasret, Nesimi…”

Başka bir eserimde diyorum ki:

“İşte geldin gittin fani dünyadan
Sazımdın, sözümdün Muhlis Akarsu
Sana varmak için dağlar aşardım
Özümdün, gözümdün Muhlis Akarsu”

Onun aziz anısını yaşatmak için neler yaptığımıza gelince: Köyümüz Minarekaya Muhlis Akarsu’nun da doğduğu köydür malum. Onun ölümünden yıllar sonra köye, halkımız ve köy gençlerinin çabasıyla bir hizmet binası yapıldı (Aşevi), bir de “Akarsu Odası” yapalım dedik. Önceden yapılan bu hizmet binasının eksiklikleri vardı ve bu binayı tamamlayacak yeterli bütçemiz yoktu.

Ben MESAM Yönetim Kurulu Üyesi olduktan sonra, bu hizmet binasını restore ettirmek için MESAM’la görüştüm. Muhlis Akarsu da MESAM üyesi olduğu için bu isteğimi kabul ettiler. MESAM sponsorluğunda tesisin tüm eksikliklerini tamamlayarak binayı restore ettirdik ve bir de aynı binanın bahçesine “Muhlis Akarsu Sahnesi” yaptırdık. Büyük bir açılış planladık. Yine MESAM’ın önderliğinde bir organizasyon firmasıyla anlaşıp bu tesisin açılışını Muhlis Akarsu’yla birlikte 33 aydınımızın yakıldığı tarih olan 2 Temmuz’a denk getirdik. Muhteşem bir açılış oldu. Sağ olsunlar, birkaç milletvekili, iki bakan, Kangal Belediye Başkanı ve İstanbul’dan gelen 20’ye yakın ozan arkadaşım bu açılışa katkı verdiler. Ozanlar bu desteklerini, Muhlis Akarsu türkülerini yine “Muhlis Akarsu Sahnesi”nde okuyarak gerçekleştirdiler. Bu açılışa gerek çevre köylerden gerekse Anadolu’nun diğer şehirlerinden birçok insan katıldı. Ben de dayım için kendi çabalarım ve imkânlarımla ancak bir belgesel çekebildim ve Onun türkülerini çeşitli konserlerde, sosyal medyada okuyarak Onun hatıralarını canlı tutmaya çalıştım.

  • Muhlis Akarsu’nun sizi en çok etkileyen türküsü hangisi? Bu türkünün hayatınızdaki önemi nedir?

Dayım Muhlis Akarsu‘nun bütün türküleri benim için çok anlamlı ve özeldir. Defalarca dinlerdim -hâlâ da öyle- yeni çıkan her plağını satın alırdım. Plak zamanlarında iki eser yer alırdı. İlk çıkan plağını hiç unutamam: ilk yüzünde “Kerbela Yastadır”, ikinci yüzünde “Su Leyla” adlı türküleri seslendirmişti. Bu türküleri ne zaman dinlesem onun o lirik söyleyişi iliklerime kadar işler.

TRT’de yıllar önce Can Etili‘nin bir programında dayım Muhlis Akarsu da konuk olmuştu. Sizin sorduğunuz sorunun aynını Can Etili dayıma sorar:

“Sayın Akarsu birçok beste formatında türkülerinizi dinliyoruz, bunlardan hangisini daha çok seviyorsunuz?” deyince Muhlis Akarsu şöyle cevap verir:

“Türkülerim benim evladım gibidir, nasıl birbirinden ayırayım.” Benim için de öyle… Dayımın tüm türkülerini aynı oranda sever, ezbere okurum.

  • Muhlis Akarsu’nun herhangi bir türküsünün literatüre geçmemiş bir hikâyesi var mı, varsa bunu okurlarımızla paylaşır mısınız?

Muhlis Akarsu‘nun türküleri aslında hepimizin hikâyesiydi. Bildiğim kadarıyla yayımlanmamış bir türküsü de yoktur. Türkü formunda şiirler yazıp bestelediği için bu besteler ya plağa ya da kasete okunurdu. Sanki bu dünyaya veda eder gibi sözleriyle dinleyen herkesi derinden etkileyen son okuduğu bestesi de şuydu:

“İşte geldim gidiyorum dünyadan
Ne yazık ki çözemedim ben beni
Haksızlık dünyada sürüp giderken
Şekil verip çizemedim ben beni
Yalan riyâkarın meşrebi şahı
Gider gariplere yükler günahı
Güzel olur erenlerin dergâhı
Bir mürşide yazamadım ben beni
Akarsu’yum halden hâle büründüm
Cahilin gözüne nokta göründüm
Derya idim damarlara bölündüm
Çok bulandım süzemedim ben beni…”

  • Değerli ozanımız Muhlis Akarsu eğer yaşasaydı; ileriki yıllarda geleceğe yönelik hayalleri, hedefleri ve bunları gerçekleştirmek için yapacağı çalışmaları hakkında herhangi bir bilginiz var mı?

Muhlis Akarsu eğer yaşasaydı, o katliamdan yanmadan kurtulsaydı eminim ki öncelikle Madımak’a ağıtlar yakar, yaktığı ağıtları da yanık sesiyle dillendirirdi. Eskiden o yakardı türküleri, şimdi ise türküler ona yakılıyor.

Tabii ki bir sanatçının olgunluk çağları her zaman önemlidir. Âşık Veysel’in, “Benim sadık yârim kara topraktır…” şiirini, neredeyse altmışından sonra Çifteler Köy Enstitüsü’nde fahri müzik öğretmenliği yaptığı yıllarda yazıp bestelediğini göz önüne alırsak dayım yaşasaydı kim bilir ne eserler üretirdi daha?

Dayım Muhlis Akarsu yaşasaydı, arkadaşları Arif Sağ, Yavuz Top, Musa Eroğlu gibi halk müziğini geliştirmek için bağlama dışındaki enstrümanlardan faydalanır, Türk Halk Müziğine çok sesli söyleyişler kazandırırdı bana göre. Çünkü o sürekli gelişmeden, ilerlemeden yana gerçek bir aydındı.

  • Son olarak dayınızla yaşadığınız ilginç bir anınızı bizimle paylaşmak ister misiniz?

Rahmetli dayım çok duygusal bir insandı. Gençliğinde, bizim yakın köylerden birinde yaşayan bir kıza âşık olmuş, ailesinin kendisine kızı vermeyeceğini düşünmüş. Çare olarak da kızı kaçırmayı kafasına koymuş. Kızla da müşavere edip anlaşmışlar, bunu da annemle paylaşmış. Annem onun bu kararını onaylamış. Ben de o sıralar 10-12 yaşlarında çocuğum. Dayım o gün kızı kaçırmaya tek gitmek istemedi, küçük de olsam beni yanında götürmek istedi, annem de izin verdi ve dayımla yayan yapıldak yola çıktık. Bir iki köy geçtik, yağmur yağmaya başladı, kızın köyüne yaklaşınca yağmur iyice şiddetini artırdı. Kızla randevulaştıkları yere vardık ki ortalıkta kız yok, belli ki yağmurdan gelememiş. Biz kendi köyümüze de dönemiyoruz yağmurdan dolayı, hava karardı. Bu arada kızın abisi de durumu biliyormuş, sesini çıkarmamış. Dayımla ben ondan güç alarak geceyi geçirmek üzere kızın evine gittik, orada bizi misafir ettiler. Sabah olunca kızı alamadan köyümüze döndük. O gün de köyde düğün vardı. Bizim adette de düğün evine gelenin ayağına davulcu gider bahşiş alır. O gün bir baktım dayım, davulcuya cebinden çıkarıp çeyrek altın veriyor bahşiş olarak. Belki altı kez verdi. Meğer dayım ihtiyaç olur diye, o gün kızı kaçırmaya giderken biriktirdiği çeyrek altınları da yanına almış. Dayımın altınları davulcuya verirken şu sözleri söylediğini hatırlıyorum, “Ben sevdiğime kavuşamadıktan sonra neyleyim bu altınları…” Söyleşi için size teşekkür ederim. Sevgili dayıcığımın toprağı bol, ruhu şâd olsun… Bize vakit ayırdığınız için biz teşekkür ederiz.

Sonraki Haber