Bir postmodernizm dayatması: Politik doğruculuk ve ‘konuşma kuralları’

Sosyal medyanın ve kitlesel medya araçlarının gelişimiyle karşımıza yeni bir anlayış çıkarıldı. Çıkarıldı çünkü bu kavram özellikle ABD’de akademik tartışmaların sonucunda tüm dünyaya dayatıldı. Yani medyanın ve sosyal medyanın gelişmesinin bir sonucuyla yüzleşmiyoruz.

Politik doğruculuk ve onun getirdiği “konuşma kuralları” şu demek:

Siz kitle önünde bir söz söylerken hiçbir “ayrımcı”, “ayrıştırıcı” ifadeleri kullanamazsınız. Politik doğruculuğun dayattığı konuşma kurallarına (speech codes) uygun ifadeler bulmak zorundasınız. Peki, bu “ayrımcı” ve “ayrıştırıcı” ifadelerin ölçütü nedir? Pratikte görünen “öteki”yi üzmemek. Ancak bu öteki her zaman değişmektedir. Yani herkes sosyal medyada bir gün “öteki” olabilir.

Politik doğrucular ise bunu eşitlikçi toplum yaratmanın bir yolu olarak görüyor.

Postmodernizmin bütün insanlığa hediyesi. Tartışma ve polemik özgürlüğüne bir darbe. Neoliberal otokrasi.

NEOLİBERAL DİL

Nasıl mı? Neoliberalizmin en çok ilgilendiği konulardan birisi de dildir. Küreselciliğin en önemli fikir adamlarından birinin Dilbilimci Chomsky olması boşuna değil.

Dil, edebiyat ve fikir hayatındaki politik doğruculuğun bazı örneklerine bir göz atalım:

Dil ve ifade ediş biçimi birçok şeyi belirliyor. Şimdilerde “Eşit Masallar” projesi var mesela. Kırmızı Başlıklı Kız masalı cinsiyetçi ifadelerden “arındırılarak” yeniden yazılıyor.

Kitabınızda bilim adamı ya da iş adamı yazdığınızda editörünüz bunu “yanlış” olduğu için değiştiriyor. Ve bununla gurur duyabiliyor. Yani bilim adamı dediğinizde sansürlenebiliyorsunuz.

Kadın yerine bayan sözcüğünü kullandığınızda sosyal medyadaki hassas, duyarlı ve hayatını yüzde yüz doğru yaşayan insanlar tarafından linç edilebilirsiniz.

Esasında bay sözcüğünün köken olarak erkekle ilgisi yoktur. Bay zengin demektir. Bayındır sözcüğü de oradan gelir. Dahası Uygurların bir kağanının adı Bayan Çor Kağan’dır. Cumhuriyet Devrimi ise Mr and Mrs. yerine “Bay” ve “Bayan” sözcüklerini türetmiştir. Kadını veya erkeği aşağılayan bir durum söz konusu değildir. Zira Medeni Kanun’u yapan bir Devrim, kadını aşağılamak için sözcük icat etmez. Ancak politik doğruculuk “Bayan değil kadın” diye her an bakışlarını bir ok gibi size fırlatabilir.

SÖZCÜKLERİN DİLİ

Diyelim ki ülkemize gelen geçici sığınmacıların “kaçak” olduğunu düşünüyorsunuz. Onlara kaçak derseniz konuşma kurallarını çiğnemiş olursunuz. Şimdi değilse bile ilerde sansürlenmeniz muhtemeldir.

Şişman bir insanı tarif ederken şişman sözcüğünü kullandığınızda  (alay etmekten söz etmiyorum) duyarsız bir insan olursunuz.

Gözlüklü bir insanı tarif ederken gözlüklü dediğinizde yine linç edilmeniz muhtemeldir. Oysa siz alay etmek istememişsinizdir. Sadece kişinin gözlük taktığını kast etmişsinizdir.

İsterseniz Harry Potter’ı yazın bu fark etmiyor. J. R. Rowling gibi kadın yerine “regl olan insanlar” ifadesinin kullanılmasına karşı çıkarsanız sadece linç edilmez aynı zamanda ölüm tehditleri alırsınız.

Amerikalı olsanız da kendinizi kurtaramayabilirsiniz. 11 Eylül saldırısıyla ilgili  “Asıl korkak ‘biziz’ (Amerikan askerlerini kastederek), 2000 mil öteden füze atmak korkakçadır. Binaya çarpacak bir uçağın içinde kalmaksa, siz ne derseniz deyin korkakça değildir” ifadelerini kullanmış Amerikalı sunucu Bill Maher. Sonrası mâlum... Sponsorlar bir anda kesilivermiş.

LGBTİ AYRICALIĞI

Hiç köleci ve ırkçı olmadığınız hâlde Afrikalıları kast ederken zenci sözcüğünü kullandığınızda bir anda ırkçı, köleci ve dünyanın en “alçak” insanı olabilirsiniz.

Bir örnek daha: LGBTİ haklarını savunmayan bir şirketseniz dünya pazarınızda yer bulmanız pek kolay değil hatta yurt dışından yatırım ve kredi de alamazsınız.

Mesela bir bisküvi markası hiç alakası olmadığı hâlde politik doğruculuk gereklerine uygun olmadığı için adını değiştirmek zorunda kalabilir.

Keza, Türk kavramı bir türlü politik doğruculuk ve onun dayattığı konuşma kurallarında bir yer bulamıyor. Çünkü politik doğruculara göre Türk, kapsayıcı değil. O yüzden Türkiyeli demeyi tercih ediyorlar. “Öteki”yi hatta “ötekileri” küstürmemek için.

İstediğiniz kadar Dostoyevski, Çaykovski, Tolstoy olun her an literatürden çıkarılabilirsiniz. Ve bu emperyalist Batı’nın politik doğrularına uygunsa mesele yoktur.

DAYATILAN DİL

Oysa toplum önünde açıklanan her fikir ve söylenen her söz eleştiriye açıktır. Ancak postmodernizmin yarattığı dil totalitarizmi eleştirinin ve fikir hürriyetini engelliyor. Dahası toplum önünde fikir açıklamak isteyen insanları oto-sansüre itiyor. “Öteki”yi korumayan sözün söylenmesi çok sakıncalı. Mizah yapılması ise zaten suç. Mesela sakar bir insanın ya da kekeme bir insanın taklidini yaptığınızda yaptığınıza ya da yapacağınıza pişman olursunuz. Düşüncelerden, siyasi kişiliklerden söz etmiyorum bile.  Postmodernizmde bütün “ötekiler” hep endişeli. Bir kompleks var. Herkesin onlara düşman olduğunu, bütün dünyayı karşılarına aldıklarını sanıyorlar. Oysa dünya kendi etrafında ve güneşin etrafında dönmeye devam ediyor.

Fakat dayatılan bu dil totalitarizmi, eleştiriye, mizaha ve toplumsal ilişkilere büyük zarar veriyor. Gerçek fikirlerin açıklanmasının yerini “politik doğru” ifadeler ve yalanlar alıyor.

MODERN AYRICALIKLAR

Neel Kolhatkar’ın yazıp yönettiği “Modern Ayrıcalıklar” filmi tam da bu konuyu ele alıyor ve politik doğruculuğun nasıl sınır tanımadığını, gerçeği ve aklı nasıl ortadan kaldırmaya çalıştığını gözler önüne seriyor.

İşler o noktaya gelmiş ki matematik dersinde öğretmenin sorduğu 1+1 sorusunun cevabı 2 değil çok kültürlülük oluyor. Notların verilmesi sırasında önce ders notları eşit bölüşülüyor ardından “toplumsal ayrıcalıklara” göre yani “Biseksüel, vegan, olunmasına ve heteroseksüel, erkek ve beyaz olunmamasına göre en yüksek notu alan belirleniyor.”

İşte postmodern ayrıcalıklar. Bunlardan biriyseniz ne yaparsanız yapın alkışlanırsınız. Çünkü alkışlanmaya mecbursunuz. Çünkü bu sistem içinde yer alanlar alkışlamaya mecburlar. Sırf “öteki” olduğunuz için.

Elbette Türk milleti alkışlamıyor. Gelişen dünya da alkışlamıyor. Ancak,

Okur-yazar bir azınlık tarafından sürekli olarak toplumsal cinsiyet, öteki, veganların sorunları, LGBTİ hakları, başörtüsü gibi konular topluma esas sorunlar gibi sunulmuyor mu? Dahası özellikle LGBTİ’nin kabul edilmesi gerekliliği hem ülkemize hem de bütün dünyaya dayatılmıyor mu?

Son söz: Neoliberalizm, milli devletleri otokrasiyle suçlarken piyasadaki tekel gücüyle tüm dünyaya kendi politik doğrularını dayatıyor. Mesele şudur: Sessiz çoğunluk bu bilinç işgaline karşı daha ne kadar savunmada kalacak?

Sonraki Haber