Bir Veli abi vardı: Kaybolan kuzunun peşindeki savcı
'Cumhuriyet, onu bir dağ köyünden alıp Genel Müdür yaptı'... Devrimcinin emekliliği olmazdı!
Onu, 12 Eylül 1980 darbesinin yargıladığı Doğu Perinçek ve arkadaşlarının, TİKP davasının gönüllü avukatlığını üstlenen Altay Ömer Egesel’in, Kızılay/Gökdelen’deki bürosunda tanıdım. 'Zap Vadisi’nde kaybolan kuzu'nun hesabını soran Cumhuriyet savcıydı...
Vatan Partililerin Veli Ağabeyi kibarlığı, bilgeliği, birikimi ve dillere destan olan fedakarlığı ile Genel Başkanımız Doğu Perinçek dahil herkesin üzerinde saygı uyandırmıştır. Partimizin yorulmaz fedailerindendi.
Doğu Perinçek “Veli Ağabey kulağımı çekmeye yetkili tek kişidir” derdi! İkilinin yanılmıyorsam kurultaylarımızdan birinde, kulak çekme hikâyesini simgeleyen fotoğrafı da var.
Veli Devecioğlu’nun cenazesini doğduğu ve çocukken dağlarında, bayırlarında kuzu gütmekle övündüğü köyünde, Bozüyük/Kızılcapınar’da, 9 Haziran 2015 günü toprağa verdik.
“Cumhuriyet, beni bir dağ köyünden alıp Genel Müdür yaptı” sözü ona aittir. Cumhuriyete gönülden bağlılığının, Türk milletine olan sevgi ve vefasının, mücadele azminin bir kanıtıydı bu sözler.
CUMHURİYET DEVRİMCİSİ
O, yanılmıyorsam mesleğe Gümüşhane’nin Torul ilçesinde, Cumhuriyet Savcısı olarak adım atmıştı. Mahmut Esat Bozkurt’un, 1925 yılında Ankara Hukuk Fakültesi’ni Atatürk’le birlikte açarken söylediği “Zap Vadisi’nde kaybolan kuzu”nun hesabını soran Cumhuriyet savcıydı. Cesurdu. Gözünü budaktan sakınmazdı. Sapına kadar vatanseverdi, devrimciydi ve asla ödün vermedi.
12 Mart Amerikancı müdahalesinin idama ve müebbet hapse mahkûm ettiği devrimcilerin yattığı Niğde Cezaevi bir dönem ona bağlıydı. Onu, Kâmil Dedelere ve idam hükümlüsü, 1970’li yıllardaki THKO, THKP-C davasının lider kadrosuna sorun! Bu nitelikleri onu müstesna ve her zaman saygı duyulan, aranan devrimci hukuk adamı yaptı. Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürlüğü görevinde efsaneydi. Bu görevinden emekli oldu.
İLK TANIŞMA
Devrimcinin emekliliği olmazdı! Onu, 12 Eylül 1980 darbesinin yargıladığı Doğu Perinçek ve arkadaşlarının, TİKP davasının gönüllü avukatlığını üstlenen Altay Ömer Egesel’in, Kızılay/Gökdelen’deki bürosunda ilk kez görüp tanıdım. Birlikte çalışmaya başlamışlardı. 1980’li yılların ortasıydı. Veli Devecioğlu, neden Altay Ömer Egesel’in yanındaydı?
Bunu büyük bir onur duyarak istemişti. Kendi avukatlık bürosunu açabilir ve yürütebilirdi. Altay Ömer Egesel’le birlikte olmayı Atatürkçü, devrimci bir duruş olarak kendisi seçmişti.
27 Mayıs Yassıada davalarının unutulmaz savcısıydı Av. Altay Ömer Egesel. Uzun yıllar Yargıtay 1. Ceza Dairesi Başkanlığı yapmış değerli bir hukuk adamıydı. Emekli olup Ankara’da avukatlığa başlamıştı.
Bir parantez açalım: Yüksek Adalet Divanı’nın Yassıada kararı ve tutanaklar kitap olarak basıldı. İsteyen alıp okuyabilir. Mahkeme Başkanı Salim Başol ve Başsavcı Altay Ömer Egesel’e bazı çevreler hâlâ saldırırlar. Oysa, bu saldırılar esas olarak haksızdır. Egesel’in ve yargıçların hatalı değerlendirmeleri olabilir/olmuştur. Fakat esasta bir görevi büyük titizlikle yerine getirmişlerdir. Hukukun gereğini yapmış ve bir karar vermişlerdir.
İdamlar ve sonrası onların sorumluluğu değildir. Sorumlu olanlar, kararları onayan, Milli Birlik Komitesi’nin çoğunluk üyeleri ve onlara baskı yapan “Silahlı Kuvvetler Birliği” isimli illegal oluşumdur. Gerçek sorumlu, bu illegal oluşumun mensubu olan Cevdet Sunay ve arkadaşlarıdır. İllegal yapı, idamlara karşı oy kullanan Cemal Gürsel ve onunla hareket eden Suphi Karaman, Suphi Gürsoytrak gibi MBK üyeleri ve TSK’nın asıl gövdesiyle birlik değildirler. Amerikancıdırlar ve NATO’nun emrindedirler.
İdam kararı verilmesi, işlenen suç karşısında, o tarihte yürürlükte olan TCK’nın ve hukukun gereğidir. İnfazlar ise başka bir gücün işidir.
14 Nisan 2012’de Antalya Belediyesi’nin katkılarıyla düzenlenen Milli Merkez “Yeni Anayasa” panelinde konuşmacıydık. Panel bitiminde yemekte, Sayın Hüsamettin Cindoruk, Antalya Belediye Başkanı Prof. Dr. Mustafa Akaydın, Prof. Dr. Çetin Yetkin ve ben vardık. Sohbet sıcaklığı içinde konu 27 Mayıs’a geldi. Sayın Hüsamettin Cindoruk’a panelde 1961 Anayasasını savunmuştu. Sordum: Yassıada duruşmalarında avukattınız, bunca yıldan sonra o yargılamayı ve davayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sayın Cindoruk bir anısını anlatarak sorumu cevapladı. Kelimeler aynı olmayabilir fakat açıklaması beni aydınlattı ve hatta şok etti: “Menderes’in avukatlarından biriydim. Gençtik. Davada Menderes, Bayar ve diğerlerinin asıl avukatı Talat Asal Beydi. Duruşmalar başlamadan hazırlık yapmak amacıyla bizleri avukatlık bürosunda topladı. Onun değerlendirmesini hiç unutmam; özetle şöyle dedi: 'unlar 18 dava açtılar. Olayı bebek davası, köpek davası vb diyerek kişileri itibarsızlaştırma zeminine çekip sulandırdılar. Bu, bizim işimizi kolaylaştırır. Oysa, Tahkikat Komisyonu kurulması ile sınırlı tutsalardı, Menderes ve arkadaşlarının Anayasayı ihlal suçundan ceza almaları kaçınılmaz olurdu. Hiç kimse de Mendere’leri savunamazdı ve kurtaramazdı. Biz bu davayı çözeriz."
Bu sözlerin içinde Altay Ömer Egesel’e yönelik eleştiriler de saklı. Ancak, davanın avukatlarının da kabul ettiği gibi Anayasa’yı ortadan kaldırmaya teşebbüs eylemi sabittir.
Bu ihlal eylemi sadece TBMM’de kurulan “Tahkikat Komisyonu”ndan ibaret değil. Vatan Cephesi ile milleti ikiye bölen ve birbirine düşman hale getiren, bunu her gün radyodan yayınlama eylemi de olayın vahim noktalara gittiğinin kanıtıdır.
27 Mayıs kaçınılmazdı. Fakat verilen cezalar değil, idamlar yanlış olmuştur. Siyasi karar sonucudur.
Ancak, bu kararın verilmesini zorlayanlar daha sonra 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 darbelerinin sorumluları olan Amerikancı ve NATO’cu generallerdir.
Veli Ağabey de 27 Mayıs olayını bizim gibi gören aydınlarımızdandı. Bu nedenle Altay Ömer Egesel’e büyük saygı ve sevgi beslediğine eminim ve buna tanığım.
BİSMİL ASLANOĞLU KÖYÜ
2005 yılı Aslanoğlu (Cumhuriyet) Köyü, ağalığa karşı toprak mücadelesine sahne oldu. 60 bin dönüm toprağı olan Sadullah Kahraman ve oğulları, bu köyün bir mezrasında ikamet ediyordu. Aslanoğlu köyünde oturan 60-70 hane aile ise topraksızdı. Bu köye ait sınırlar içindeki 12 bin dönüm hazine arazisinin kendilerine kiralanmasını veya satılmasını istedikleri iddiasıyla ağa köyü hedef alıyordu. Ağa hiddetlenmişti. “Maraba nasıl olur da toprak sahibi olur”du! Bu, düzenin bozulması demekti. İzin vermeyecekti!
Sadullah Kahraman’ın oğulları, yeğenleri ve adamları FETÖ’cü Bismil kaymakamını, Jandarmayı da arkasına alarak köyü bastılar. Bu arbedede Sadullah ağanın bir yeğeni ve köylü çocuğu Mehmet Aktan öldürüldü. Ağanın yeğeni kimin attığı saptanamayan kurşunların hedefi olmuştu. Saldırganlar köyün etrafındaki anızları ateşe verip köyü yakmaya kalktılar. Binlerce mermi köyün duvarlarını sokaklarını saatlerce dövdü. Köylünün imdadına yetişen olmadı.
Ama bu sesi her zaman olduğu gibi duyan biri vardı, Doğu Perinçek... Bu sesi duyuran ise Ulusal Kanal’dı.
Veli Devecioğlu, Şakir Keçeli ve ben, sanıkların vekili olduk. Köye defalarca tekrarlanan saldırıları, ağanın ablukasını ve devletin ortada gözükmeyen, fakat gerektiği zaman ağa yanlısı duruşunu göğüslemeye karar verdik. Köyün toprak mücadelesine, hukuk yardımlarına başladık.
Gördük ki aslında köylünün talebi, 12 bin dönüm toprağı satın almak bile değildi. 2 bin dönüm hazine arazisini satın almak ya da olmaz ise kiralamaktı. 10 bin dönümü yine ağanın olsundu. Gözünü toprak doyursundu!
Ağanın adamlarının uzun menzilli silahla evinin önünde vurdukları Mehmet Aktan daha 9 yaşındaydı. Yakınları ve köylüleri onun ölümünden ve ağanın yeğeninin ölümünden sorumlu tutulmuştu. Diyarbakır 2. Ağır Ceza’da sanık olmuşlardı. Gerçek saldırganlar ise yakalanamıyordu. Evlerinde, işlerinin başındaydılar. Arama kararına karşın, evlerine giden, arayan yoktu. Onlar hakkında bu sebeple açılmış bir dava da yoktu.
Veli Ağabey, Şakir Keçeli ve ben duruşmalara bir gün önceden, Ankara’dan özel otomobille gidip geceyi Aslanoğlu Köyünde geçiriyorduk. Ertesi gün ağanın mezrasının önünden köylülerin koruması olarak, eskort gibi, Diyarbakır’a duruşmaya gidiyorduk. Veli Ağabey, Aslanoğlu köyünün saf yürekli insanlarının koruyucusuydu.
Bizler Ergenekon kumpası ile tutuklanınca Aslanoğlu köylülerinin mücadelesi önemli ölçüde sekteye uğradı. Ergenekon süreci ve tertibi Veli Devecioğlu’nun bütün zamanını alıyor ve müzmin hastalığı ilerlediği için onu frenliyordu. Bu durumdan ağa ve adamları cesaret aldılar. Biziler Silivri’de tutuklu iken Diyarbakır Bismil yolunu kesip Vatan Partisi (İşçi Partisi) köy temsilcisi Muhyettin Öksün ile yeğeni Ömer Öksün’ü gündüz gözüyle Bismil’e birkaç kilometre kala katlettiler.
Bugün Aslanoğlu Köyünde sadece 15 aile kaldı. Diğerleri, ağaya satıp ve kendi elleriyle evlerini yıkmaya mecbur bırakıldıktan sonra İzmir’e, İstanbul’a, Diyarbakır’a ve Bismil’e savruldular. Tamamı Vatan Partisi’ne üye olan ve oy veren insanların PKK’ya karşı duruşlarının mükâfatı buydu! Bütün topraklar şimdilerde ağanın tapulu malı oldu.
Veli Devecioğlu, her duruşmada Atatürk’ün TBMM’yi açılış konuşmalarını hatırlatırdı. Onun, topraksız köylüye toprak verilmesini, toprak reformu yapılmasını ısrarla istediğini vurgulardı. Cumhuriyet hükümetlerinin adım atmamasına hayıflanırdı. Bölücü örgütün halk içinde güç ve taban bulmasını buna bağlardı. Toprak sorunu çözülmeden ve ağalık tasfiye edilmeden bu sorun kalıcı olarak bitirilemez diyordu.
ERGENEKON DAVASI
Silivri duruşmalarına Bozüyük’ten gidip gelirdi. Neyle, nasıl gelirdi? Kaç saatte gelirdi? Kaç vasıta değiştirirdi? İnanın bilmiyorum. Söylemezdi, yakınmazdı. Silivri’de bir otelde kaldığını, kritik duruşmaları aksatmadan izlediğini ve FETÖ tertibine karşı hastalığını aklına dahi getirmeden, sağlığını düşünmeden çalıştığını biliriz. Geldiği zamanlar cezaevinde bizlerle görüşmeyi de ihmal etmezdi.
Hastalığı ilerleyip onu yatağa bağlayıncaya kadar bu böyle sürdü. Duruşmaları izleyememekten ötürü çok üzüldüğünü, mektuplarından telgraflarından biliyoruz.
Bütün masraflarını kendisi yaptı. Onun için bu işler olağandı. Atatürk’e, Vatan’a, Cumhuriyet’e bağlılığın gereğiydi. Bize içerde yatmak, ona ise bizi savunmak görevi düşmüştü. Hepsi bu kadar!
Aynı özveriyi Aziz Nesin’in ve Çatalca’daki Nesin Vakfı’nın avukatı olarak gösteriyordu.
Aydınlık gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni ve Başyazarı, 2 Temmuz 1993’te Sivas’ta yakılan 35 aydınımızla birlikte yok edilmek istenen Aziz Nesin’in hatırasına, PKK’nın siyasal kuruluşları yanında saf tutan oğulları ihanet ederken, aslında Veli Ağabeyin hatırasına da ihanet ediyorlardı.