Borsa İstanbul nasıl küresel piyasa yapılır?
Yabancı hisse senetlerinin işlem görmesi sağlanırsa bu iş olur. Batı egemen sermaye piyasalarından, bizim piyasalara hacim devşirirsek bu sağlanır
Batı piyasalarının dışladığı Rusya, Çin, Venezüella gibi ülkelerin şirketlerine (ve yakında bu ülkelere yenileri de eklenecek, Brezilya, Kolombiya, Tunus, Cezayir, Güney Afrika, Libya vs. hepsi yolda) öncelik verilerek sağlanır. Üstelik bu iş zor değil kolaydır. Teknik altyapı zaten hazır, ilgili bakanın ilgili bürokrata vereceği bir talimata bakar.
ECOPETROL
Örnek verelim. Misal Avrupa'da yaşıyorsunuz, hisse senedi alımı yapmak istediniz, ilgili uygulamayı telefonunuza yüklediniz, bankanızdan para aktardınız. Şimdi hisse senedi almaya hazırsınız. Arama sekmesine istediğiniz şirketin ismini yazdınız ve önünüze ilgili firma ve fiyatı geldi. Al ve Sat düğmesi var. Al'a bastınız ve alımı yaptınız. Yani bu yatırım işlerini olabildiğince kolay hale getirmişler. (Ufak detayları atladım).
Misal, Kolombiya'nın petrol şirketi olan "Ecopetrol" şirket hissesini almak istediniz. Baktınız Amerikan muadillerine göre daha karlı ve ucuz. Firmanın ismini yazdınız ve sistem size 4 tane borsa getirdi. İstediğinizden seçip alabilirsiniz. Firma 4 tane borsada işlem görüyor. Biri Amerikan, biri Brezilya, biri Almanya diğeri ise Meksika. Aynı hisseyi Amerikan borsasında dolar ile 12 USD'a, Alman borsasından 10,9 EURO'ya, Meksika borsasından 199 Meksika pesosuna alabiliyorsunuz. Hepsi aynı şey aslında 1 adet Kolombiya petrol firması hissesi. Hangi borsayı seçerseniz aslında ilgili ülke sermaye piyasalarına küçük miktarda aracılık ödemesi ve kur çevrimi ödemesi yapmış oluyorsunuz.
Biz, bu sermaye piyasası işlerini geliştirmek istiyorsak, ki istiyoruz; İstanbul'un finans merkezi olmasını istiyorsak, ki istiyoruz, Ecopetrol hisse senedini TL olarak yani Türk parası ile İstanbul Borsası'ndan (namı diğer "Borsa İstanbul") alınabilmesini sağlamalıyız.
Yabancı şirketleri, İstanbul Borsası'nda işlem görmeye davet edecek ve süreci onlar ile çalışarak tamamlayacak bir birim gerekli. Her büyük borsanın böyle birimleri var. Ne kadar çok yabancı firmayı kendi ülke piyasalarına çekebilirlerse ülkelerine aslında zenginlik aktarmış oluyorlar.
NEDEN BORSA İSTANBUL?
Diyeceksiniz, dünyada bu kadar büyük borsalar varken, neden yabancı firma İstanbul'da borsaya açılsın? Bu soru makuldür ve konu hakkında sorulabilecek en önemli sorudur. Bunun yanıtı verilemezse zaten bu iş olmaz.
İlgili firmalar İstanbul borsasına çekilebilir çünkü zaten firmalar tek borsada işlem görmüyor ki... Meksika borsası ABD borsasından büyük mü? Neden Kolombiya firması Meksika'da işlem görüyor? Neden Alman borsasında işlem görüyor? İşte aynı mantık ile firmalar zaman içinde farklı borsalara açıldıklarında İstanbul Borsası'nı da değerlendireceklerdir. Yani en büyük olmayan borsalara da bu işte ekmek var.
Diğer olaya gelelim. İstanbul Borsası'nda işleme açılınca TL cinsi hisseler alınıp satılabiliyor olacak ve bu da Türk tasarruf sahibinden ilgili firmalara ve ülke varlıklarına bir talep yaratacak. Araya Avrupa, Amerika komisyoncuları ve para çevrimleri girmeden yerli yatırımcı TL ödeme ile işi bitirecek ve işlem hızlı olacak. Üstelik Ecopetrol'u İstanbul borsasından sadece yerli yatırımcılar değil, yabancılar da alabilecek. Misal Avrupalı, hesabını açar, kullandığı yatırım platformuna TL yüklemesi yapar ve İstanbul Borsası'ndan istediği hisseyi alır. Veya önden TL yüklemez, anında işlem sırasında çevrim yapılır. Sadece Avrupalı değil, İranlısı, Suriyelisi, Rus’u, hepsi kendi kullandıkları sistem üzerinden İstanbul Borsası'nda işlem yapabilirler.
İŞLEM SAATLERİ
İstanbul Borsası'nın sağladığı diğer bir avantaj ise işlem saatleri olayı. Türkiye, bulunduğu boylam itibariyle hem ekonomik olarak, hem demografik olarak dünyanın en hızlı büyüyen ülkelerinin (Afrika) olduğu boylam bölgesinde. Yani Borsa İstanbul'un çalıştığı saatler, Asya piyasaları ile Avrupa piyasalarının işlem saatlerini bağlayan bir saat dilimi. Yani, dünyanın dört bir yanındaki yatırımcılar, günün belirli saatlerinde bizim piyasada işlem yapmayı tercih edebilirler çünkü istedikleri hisse senedini başka piyasadan almak için diğer piyasanın açılmasını beklemek istemeyebilirler. Veya kur çevrimi, para transferi, vergi ve aracı yazılım gibi faktörler, onların İstanbul Borsası’nı tercih etmelerine neden olabilir.
TİCARET SAVAŞLARININ YARATTIĞI FIRSAT
Belki de en büyük gerekçeye gelelim. Dünya malum, bir ticaret savaşı ve korumacılık dönemine giriyor. ABD ve vassalları kendi piyasalarından bazı ülkeleri atmaya çalışıyorlar. Bazı ülke vatandaşlarının, şirketlerinin mallarına el koyuyorlar, varlıklarını donduruyorlar, iş yapamaz hale getirecek yaptırımları dayatıyorlar. Haliyle bazı ülkeler artık batı piyasalarından kaynak temin edemiyor. İşte bu konjonktür, İstanbul sermaye piyasaları için önemli bir fırsat yaratıyor. Buyursun isteyen ülkenin şirketleri başvurularını yapsınlar, uygun bulunanları borsamızda işleme açalım. Avrupalı, Asyalı, Afrikalı ve hatta Amerikalı tasarruf sahibi de ABD ve Avrupa piyasalarından ulaşamadıkları hisselere Türk piyasalarından ulaşabilir hale gelsinler. Böylece Türkiye'ye daha çok yatırım firması gelir, daha çok sermaye girişi yapılır ve TL'nin derinliği artar.
Diğer can alıcı soruya gelelim: Türkiye, yabancı firmaları kendi borsasında işleme açarsa bu Türkiye'den yurtdışına sermaye transferine yol açmaz mı? Bu da ekonomiyi küçültücü, refahı azaltıcı bir durum yaratmaz mı?
Bu soru da haklı bir endişeye işaret ediyor. Türkiye, kısıtlı miktarda sermayesini neden Kolombiya şirketine veya diğer yabancı şirketlere aktarsın? Bizim borsamızın varlık sebebi Kolombiya'yı kalkındırmak mıdır?
İşte bu noktada projenin fayda-maliyet analizinin yapılması gerekiyor ve sistemin bütünü tasarlanırken ülkeden net olarak kaçan sermayenin azaltılması ve hatta net olarak ülkeye yabancı sermaye girişinin hedeflenmesi gerekiyor. Türk Borsası'nda işlem görecek şirketler konusunda seçici olmak gerekiyor. Seçilecek firmalar sayesinde ilgili ülke ile Türkiye'nin sermaye piyasaları birbirine yakınlaşmış olacak ve muhtemelen ticari, turistik, siyasi ilişkilere de konunun az veya çok olumlu etkileri olacak.
SERMAYE KAÇIŞINI ÖNLEYEBİLİRİZ
Bugün, Türkiye'de az veya çok birikimi olan birçok vatandaşımızın bu birikimlerinin bir kısmını yurtdışına park etme arayışında olduğunu gözlemliyoruz. Kimi Amerika'da kira getiren bir evin yüzde bir hissesini alıyor (böyle sistemler varmış), kimi yurtdışı bankasında hesap açıp hisse alımı yapıyor, kimi yurtiçindeki hesaplarından yabancı hisse senedi alıyor, kimi direk yabancı hisse senedi almıyor ama fonunu alarak benzer türde yatırım yapıyor, kimileri Avrupa'dan, İngiltere'den gayrimenkul alıp kiraya veriyor, kimi enflasyona karşı korunaklı olduğu için altına, gümüşe yatırım yapıyor vs... Bazı şirketler çok da karlı olmayacağını bile bile yurtdışından şirket alımı yapıyorlar ve döviz bazlı gelir üretmeyi hedefliyorlar. Bu yazdığım durumlar sadece Türkiye için değil. Bir çok ülke için geçerli. Avrupa’daki siyasilerin bir kısmı, vatandaşlarının ABD'de yatırım yapmasından çok şikayetçi. Avrupa'da üretilen tasarruflar ABD'ye aktarılıyor, elbette Avrupalı politikacının endişe etmesi lazım. Geçende Fransız petrol firması Total'ın CEO'su ile Macron arasında bu konuda ağız dalaşı yaşandı. CEO: "Total'i ABD'de borsaya açacağım" diyor, Macron "açtırmam" diyor. İkisi de kendince haklı.
Yurtdışına yatırım yapma ve döviz bazlı gelir üreterek risk azaltma eğiliminin önümüzdeki senelerde giderek arttığını göreceğiz, bu yerel değil, küresel bir trend. Biz, İstanbul Borsası'na yabancı şirketleri ekleyerek aslında kendi vatandaşımızın bu ihtiyacına kendi piyasalarımız ile çözüm sunabilmiş olacağız. Vatandaşımız algıladığı riski Kolombiya petrolü firmasına yatırım yaparak azaltmayı tercih edebilir sonuçta döviz bazlı geliri olacaktır. İsterse Hindistan gibi hızlı gelişen bir ülkenin firmasına yatırım yapar ama yine parası İstanbul Borsası'na aktarılmış olur. Türkiye'de yatırım yapamayacağı bazı sektörlere de yatırım yapabilir halde olur.
MEKANİZMA
Şimdi gelin şu mekanizmaya biraz daha yakından bakalım ve bu işin ülke dışına ne kadar sermaye transferi yaratacağını hayal edelim. Kolombiya'nın Ecopetrol firmasının Türkiye'de işlem görmesi demek aslında şu demek: Bu firmadan misal 100 milyon dolarlık hisseyi bir finans kurumumuz alıyor, misal İş Bankası ve Borsa İstanbul'da halka sunuyor. 100 milyon dolarlık hisse zaman içinde yerli yatırımcılarımız arasında el değiştiriyor. Ayşe alıyor Ali'ye satıyor, o tutuyor, sonra Hüseyin'e satıyor... Yani 100 milyonluk hisse, yıl içinde belki 5 milyar dolarlık işlem hacmi al-satları oluşturuyor ve bu işlemlerden İstanbul Borsası ve ilgili finansal kurumlar para kazanıyorlar. Başka mekanizmalar da mevcut. Misal sabit 100 milyonluk toplu alım yapılmıyor, arka planda, Kolombiya'da veya başka bir borsada açılan bir hesap üzerinde hisse değişimi oluşuyor. Diğer bir yöntemde ise firma, sıfırdan yeni girdiği İstanbul Borsası'nda belli miktarda hisse satışını aracı kurumlar üzerinden yapıyor, yani normal yerli firma gibi.
Varsayalım Ecopetrol'e teklif götürdük, "gel seni İstanbul Borsası'nda halka arz edelim" dedik ve adamlar kabul etmediler. Buna rağmen firmanın hisse senedi yerine geçebilen ve aynı fiyatı takip eden bazı senetleri kendi borsamızda satabiliriz. Amerikan Borsası'nda ve bazı diğer borsalarda bu enstrümanlar sayesinde dünyanın birçok ülkesinden, istenen şirket hisse değerlemesine yatırım yapılması sağlanabiliyor. Belirli dayanak varlıklar bu işler için tanımlanıyor.
VERGİ İŞLERİ KARIŞIK
Yabancı ülkedeki hisse senetlerine yatırım yapma sürecindeki önemli engellerden biri de vergi mevzuatları. Genelde yabancı ülkede hisse senedi yatırımı yapmanın yarattığı vergisel karmaşıklık yüksek oluyor. Genel olarak aracı banka masrafları ve transfer masrafları da yüksek oluyor. Şirketlerin verdikleri kar paylarının hisse sahibinin vatandaşlık ve ikamet durumuna göre vergi kesintileri de bu tür yatırımların cazibesini azaltıyor.
Sonuç olarak, seçilmiş bazı hisse senetleri, seçilmiş bazı ülkelerden, belirli ve sınırlı miktarlarda İstanbul Borsası'na getirip ilgili firmanın resmi halka arzı olarak veya olmayarak işleme açılırsa bu işten Türkiye kazançlı çıkar, sermaye piyasalarını büyütür, binlerce beyaz yaka istihdam sağlanır ve artacak işlem hacmi ile Türk şirketlerinin genel değerlemesi artar.
BORSALARIN ŞİRKET DEĞERLEMESİ
Borsalar arasındaki değerleme farkı konusuna gelelim, bu konu da dünyadaki sermaye piyasalarının rekabetini anlamak için önemli. Misal petrol üretimi yapan bir Brezilyalı petrol firmasını ele alalım. Hangisi olsun? Misal, devlet petrol şirketi olsun (Petroleo Brasileiro) veya Kolombiyalı Ecopetrol olsun fark etmez. Latin Amerikalı petrolcü diyelim. Bu firmanın 1 litrelik petrol üretimi karşılığına denk gelen hisse değeri X olsun. Avrupa'da yine 1 litre petrol üreten firmanın hisse değeri 2,5 X oluyor. Amerika'da 1 litre petrol üreten şirketin hisse değeri 4,5X oluyor. Yani üretilen değer aynı, dolar cinsinden de aynı. Ama hisse yani firma fiyatları farklı. Neden? Çünkü Amerikan hisseleri çok iyi pazarlanabiliyor ve genel şirket değerlemeleri yüksek oluyor. Bu yüzden firmalar Amerikan piyasasında işlem görmek istiyorlar. Bireyse yatırımcı için ise en kötü yatırım Amerikan piyasasına yapılan yatırım oluyor çünkü aynı değer için 4 katı para ödeniyor. Misal Avrupalı petrolcü, Amerikan borsasında işleme açıldığında piyasa değeri biraz artıyor ama Amerikan muadili kadar artmıyor. Amerikan firması bu durumda ne yapıyor? hisse takası ile rakiplerini satın alabiliyor. Kendi şişmiş hisse senedini rakibin düşük değerlemeli hisse senedi ile takas ederek rakiplerini daha kolay ele geçirebiliyor. Kredi piyasalarından daha uygun maliyetli borçlanabiliyor vs.
Tüm bu değerleme mekanizmasının arkasında büyük bir pazarlama faaliyeti var. Gerek endeks fonlar üzerinden gerek emeklilik fonu yöneten dev finans kurumları üzerinden Amerikan varlıkları satılabildiği en yüksek ölçüde dünyaya pazarlanıyor. Bizim gibi ülkelerde de bu pazarlama faaliyetleri var. Misal çok duyarsınız: "Amerikan borsa endeks fonuna" yatırım yapılma tavsiyelerini. Böylece zaten aşırı şişmiş değerlemeli firmalara ve Amerikan sermayesine tasarruflarımız akıtılır. Bizim yerli sermaye piyasalarımız yeterince hızda geliştirilemediği için vatandaşın tasarrufları yeterince milli menfaatlere uygun olarak ve yüksek getiri sağlayacak şekilde değerlendirilemiyor.
Sonuç olarak bu işlere Borsa İstanbul'umuz girmelidir. Kur Korumalı Mevduat işinde de ufak ufak akıllı denemeler şeklinde girilmeliydi ama ipin ucu kaçırıldı. Bu konu ona benziyor. Akıllı yönetirsek büyük katma değer üretiriz ama kontrollü ve planlı gidilmeli, bu iş ne kadar dışarıya para akıtıyor? ne kadar içeriye sermaye geliyor? ne kadar içerde katma değerli hizmet ve komisyon geliri üretiliyor? hesaplar takip edilmeli.
TURKCELL VER, ECOPETROL AL
Bu sistemin ilgili ülke ile de karşılıklı fayda sağlaması lazım. Örneğimizdeki Kolombiyalı petrol şirketini ele alalım. Türk Borsası'nda bu firmanın 200 milyon dolarlık hissesi arz edilirse, Kolombiya'ya da 200 milyon dolarlık Türk Borsası'ndan hisse sunalım. Kolombiyalı vatandaşlar Turkcell, Tüpraş vs. yatırımı yapabilsin. Böylece Kolombiyalı tasarruf sahibi portföyüne TL cinsi yatırım ekler, biz de döviz bazlı ekleriz. Bu paralar da ABD piyasasına gitmez, karşılıklı işlemler ile sermaye piyasalarımızı büyütürüz ve şirketlerimizin değerini artırırız. Yani bu sistemi iyi tasarlarsak, ABD piyasalarına akıtılan sermayeyi azaltıp, gelişmekte olan ülkelere giden sermayeyi artırabiliriz. Bu da her açıdan çok iyi bir durum. Kısa vadede büyük etkisi olmaz ama bir yerden başlamak lazım, zaman içinde büyütürüz.
HER ŞİRKET OLMAZ
Sisteme alınacak yabancı şirket sayısını sınırlı tutmak lazım. Bu iş her yerde böyle. Misal İngiltere'de uzun vadeli tasarruflarınız için hisse senedi emeklilik hesabı açtınız. Bu hesaba istediğiniz hisseyi alamazsınız. Ağırlıklı İngiliz şirketlerini ve bazı Amerikan ve Avrupa şirketlerini size seçenek olarak sunarlar. Emeklilik hesabı değil ama vergi avantajlı yatırım hesabı açarsanız (ISA hesabı) yatırım yapılabilecek hisse adedi artar ama yine sınırlıdır, yine politik olarak istenmeyen ülke ve şirketlere yatırım engellenir. Türkiye'de elbette benzer bir ulusal fayda perspektifi gözetilerek belirli ülkelerden belirli şirketlerin öncellikli olarak Borsa İstanbul'da işlem görmesi sağlanmalıdır. Bu kararlar verilirken, ilgili ülke liderleri ile karşılıklı görüşerek ilerlemek de mümkündür. Misal Libya'daki şirketlerin, Cezayir'deki şirketlerin Türk Borsası'na eklenmesi bence çok faydalı olur. Amerikan şirketleri konusunda sermaye kaçışını sınırlayacak farklı strateji gereklidir.
İYİ YAZILIMCILARIMIZ VE FİNANSÇILARIMIZ VAR
Diğer konu, insan kaynağı ve teknik kabiliyet konusudur. Bu tür sistemlerin kurulması için Türkiye avantajlıdır çünkü iyi yetişmiş, finans sektöründe tecrübeli geniş bir yazılımcı, bilişimci kadrosu vardır. Finans profesyonelleri de çok yetkindir. Bu işlerin zaten teknik altyapısı büyük ölçüde var ama ürünlerin daha iyi pazarlanması için yeni arabirimler ve sistemlere ihtiyaç olacaktır.
Bu işi becerebilirsek, beklenen sonuçlardan biri yurtdışına sermaye kaçışının azalması olacaktır. Adam neden parayı kaçırsın? istediği döviz bazlı yatırıma Türkiye'nin vergi sistemi ve sermaye koruması altında kolayca ulaşabilecek. Malına mülküne el konulma riski de büyük ölçüde ortadan kalkacak (bizim bazı vatandaşlar yurtdışına yatırım yapınca malına mülküne el konamaz sanıyorlar oysa yurtdışında en riskli ve öncelikli olarak işlemleri incelenen kategoride olduklarını zaman içinde anlıyorlar). Türkiye'de yastık altı altın yatırımının da bu yöntem ile azalması beklenmelidir. Döviz bazlı yüksek getiri vaat eden bazı yabancı şirketlere ulusal sermaye koruma garantileri çerçevesinde yatırım yapmak, altına para bağlamaktan genelde daha faydalı ve yüksek getirilidir.
Seçme bazı yabancı şirketlere Türk sermaye piyasalarında yatırım imkânı açıldığında elbette BES fonlarımız ve diğer bazı fonlar da bu hisselerden alım yapacaklardır. Bu da fena olmaz. Türk piyasalarında işlem gören yabancı firma sayısının artması demek ilgili firmalarda Türk yatırımcılarının söz hakkının ve temsilinin de artması demektir. Bazı durumlarda bu sayede şirket yönetimlerine etki edilebilecek ve ilgili şirket Türkiye'de yatırıma zorlanabilecektir. Bazı durumlarda şirketin kontrol hissesi Türk sermayesine geçecektir ve şirket Türkiye’de yatırıma yönlendirilebilecektir. Bunlar da vatandaşımıza istihdam yaratmak ve zenginlik üretmek için olumludur. Yabancı firmalardan hisse alımlarında tek bir vücut olarak hareket edebilecek yapı oluştuğunda, ilgili şirket üzerindeki manipülatif etki daha da artırılabilir.
MEVCUT DURUM VAHİM
Türkiye'nin ekonomik yönetiminin mevcut halini hepimiz üzülerek gözlemliyoruz. Yurtdışına sermaye çıkışını önlemek için inanılmaz miktarda faiz artışı yapıldı ve hızla borçluluk oranımız artıyor. İlgili bakan olayı bize "cari açık düzelmesi ve rezerv artışı" olarak satıyor ama bu ifadede aldatmaca var. Millet cari açığı çoğu zaman Dış ticaret açığı ile karıştırıyor yani cari açık azalıyor dendiğinde millet seviniyor oysa cari açık dışarıdan sıcak para girişi ile (dünyanın en yüksek reel faizini verince yabancı vampirler döviz getiriyor elbette) azalıyor ama dış ticaret açığımız artıyor. Daha çok ithalat yapıyoruz, daha az ihracat yapıyoruz ve üretim kaslarımızı yani sanayimizi, istihdamımızı kaybediyoruz. Merkez Bankası döviz rezervi biriktiriyor ama bu borçlanarak yapılıyor. Hızla iç borçluluk oranı artıyor. Merkez Bankası rezervleri için faiz geliri elde etmiyor ki, bu iş komple zarar. Hangi dövizden rezerv biriktiriyoruz bilmiyorum ama USD biriktiriyorsak ancak ABD ekonomisine çalışıyoruz ve onlara faizsiz borç veriyoruz demektir. Nasıl Mısır'ı IMF'nin kucağına oturttular, şimdi Filistin'de olanlar konusunda gıkını çıkartamıyor, yakında bizi de oturturlar, yolu yapılıyor. (Belki de oturtmalarına gerek yoktur.)
Önerdiğimiz şekilde tasarruf sahibi vatandaşımıza döviz bazlı, farklı ülke ve sektörlerden yeni yatırım enstrümanları sunabilirsek, yurtdışına tasarruf kaçışı yavaşlar, hatta terse dönebilir. Finans Merkezi işleri için bina yapmak yeterli olmaz, gerçek anlamda İstanbul'un sermaye ve kredi piyasaları için merkez yapılması, gerekli araçların tasarlanması ve devreye alınması ile olur. Öncelikli olarak Türkiye'nin gelişmekte olan ülkelerin sermaye piyasaları ile işbirliği yapması ve o ülkelerdeki şirketlerin hem kendi piyasalarında, hem İstanbul piyasasında işleme açılmasını sağlamak doğru yönde bir adım olur. Misal Nijer'deki uranyum madeni, buyursun hem Nijer borsasında işleme açılsın hem de İstanbul Borsası'nda işleme açalım. Kongo'daki kobalt madenleri buyursun bizim piyasaya böylece Kongo'da yeni yatırımların finanse edilmesi için sermaye sağlamış olalım.
DAHA ÇOK KAMUSAL FAYDA ÜRETİLMELİ
Konu maden sermaye piyasalarından açıldı, Borsa İstanbul'un, hisse senedi alış ve satışlarında uyguladığı işlem ücretini artırması suretiyle finans piyasalarının daha çok vergi geliri üretmesi faydalı olur. Sanıyorum mevcut durumda uygulanan işlem ücreti çok düşük. Bunun en az Fransa'nın uyguladığı seviyeye çıkartılması uygun olur. Bu konuda Amerika, İngiltere, Avrupa'da farklı kesinti yöntemleri ve oranları var. Biz sermaye piyasalarını evet büyütmeliyiz ama diğer yandan bu işlerin maliyemize daha çok katkı vermesini de hedeflemeliyiz. Kamu olarak bunca sistemler kurulmuş, personel yetiştirilmiş, sürekli yatırımlar yapılıyor, elbette bu işin halka refah artışı olarak dönüşü olmalı. Misal Londra borsası, alım işlemlerinde binde 5 damga vergisi kesiyor. "PTM levy" isimli ilave bir kesinti de var. Amerikan borsaları FINRA ücreti ve işlem kesintisi olarak işlem ücreti üzerinden iki kesinti yapıyor. Fransa, büyük firmaların hisselerinden "FFT vergisi" (binde 3) kesiyor. Bizim borsa sanıyorum binde 2,5 kesiyor. Yani bu alanda elimizi korkak alıştırmamalıyız.
EURONEXT BAŞKANI DERTLİ
Geçenlerde Euronext'in başkanı (Avrupa borsaları birliği) bir röportajında şöyle dedi: "Avrupa'da şirketler büyümelerini daha çok kredi piyasalarından ve bankacılıktan karşılarlar çünkü Avrupa sermaye piyasaları yetersizdir. Amerika ise daha çok sermaye piyasaları ile şirketlerine kaynak aktarır. Biz de Amerika gibi kredi temelli fonlamadan sermaye temelli fonlamaya geçmeliyiz." Yani Avrupa da geç olmak ile beraber kredi piyasalarının istenen maliyetler ile gerekli miktarda kaynak üretemediğini fark etmiş durumda ama dönüşümde zorlanıyor çünkü bütün ipler Amerika'nın elinde ve tüm tasarrufları Amerikan piyasalarına akıyor. Bizde de hepimizin malumu olduğu üzere bankacılık sektörü, reel sektörü yeterince besleyemiyor, kredi piyasaları yeterince etkin çalışmıyor. Sermaye piyasalarına daha çok iş düşüyor. Bu alandaki gelişmelerde daha hızlı ve cesur (ama hesaplı) olmalıyız.
Kültürel olarak da malum bazı kesimlerin faizli yatırım ve banka krediSİ konularında hassasiyetleri vardır. Aslında sermaye piyasaları faiz değil ortaklık temelli olduğundan bu işleri çok daha hızlı büyütebiliyor olmalıydık.
TÜRKİYE RİSKİNİN YÖNETİMİ
Bahsettiğim bu yabancı hisselerinin Türk vatandaşlarının mülkiyetine geçmesi konusu makro ekonomik seviyede bir risk yönetimi kapsamında da değerlendirilebilir. Misal, Türkiye için petrol fiyatlarının artması bir risktir. Ama Türkiye için bakır fiyatlarının artması bir fırsattır çünkü ülkede bolca bakır var ve içine girdiğimiz yapay zekâ ve elektrikli araba çağında bakır metalinin değeri artıyor. Türkiye, belirli ülke sermaye piyasalarından petrol firma hissesi alıp bakır firma hissesi satarsa risklerini daha iyi yönetebilir. Petrol fiyat artışları Türk ekonomisini daha az etkiler hale gelir.
Bölgemizdeki birçok küçük ülkenin anlamlı derinlik ve piyasa hacmine sahip olan hisse senedi piyasası kurma ihtimalleri yoktur. Tunus, Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan bu ülkelere örnektir. Bu ülkelerin hisse senedi pazarlarının İstanbul ile birleşmeleri anlamlı olacaktır. Misal Azerbaycan'dan SOCAR veya Azerbaycan Havayolları gibi şirketler, ilave yatırımlar için ihtiyaç duydukları sermayeyi İstanbul sermaye piyasalarından karşılayabilirler. Bölgemizdeki ekonomilerin gelişmesine de bu şekilde destek olabiliriz. Finans merkezi böyle olunur.
SOSYALİZM İLE SERMAYE PİYASALARI NE KADAR UYUMLU?
Sosyalizm demeyelim, alerji yapmasın, halkçılık diyelim. Halkçı liderlerin yönetimindeki ülkelere bakalım: Brezilya, Kolombiya, Çin, Cezayir, Vietnam... Hepsinde sermaye piyasaları var, şirketlerin hisseleri var, değerlemeler, işlemler var, farklı borsalarda işlemler var... Ancak halkçı hükümetlerde şirketlerin ürettikleri katma değerin paylaşımı, vergilendirme politikaları, şirketlerin kar dağıtma politikaları, yöneticilerin maaş seviyeleri, şirketlerin devlet ile ilişkileri, şirketlerin kontrolünün yabancının eline geçmesi gibi konular, kapitalist ülkelerdekinden farklı oluyor. Uzun seneler kapitalist idare altına olup daha sonra halkçı yönetimlere geçen ülkeler sermaye piyasalarına kilit vurmuyorlar. Sermaye piyasalarının ürettiği katma değerin, küçük ve genelde Amerika'daki bir kesimi süper zengin hale getirmesini engelleyip kendi halklarının refahını artırıcı şekilde yönlendiriyorlar. Şirketlerinin yabancı kontrolüne geçmesine ve özelleştirilmesine engel oluyorlar. Bizim de bu yazıda savunduğumuz model, kapitalist bir sermaye piyasası yaklaşımı değil, halkçı ve refahı tabana yayan paylaşımcı bir modeldir. Türkiye ve diğer gelişmekte olan ülkeler kendi sermaye piyasalarını ne kadar güçlendirebilirler ise, Amerikan piyasalarının dünya hegemonyasını o kadar azaltabiliriz. Amerika, devasa sermaye piyasaları sayesinde, dev ticaret açığına ve borçluluğuna rağmen savaşları finanse edebiliyor bu yüzden Amerika ve vassallarının sermaye piyasalarının bu derece sınırsızca büyümesi dünya barışına da hizmet etmiyor.