Bozkırın Yoldaşı Ahlat Ağacı
Dünyaca ünlü Türk yönetmen Nuri Bilge Ceylan’ın son filmiAhlat Ağacı, kır gerçeği ve ket özlemi çelişkisine ayna tutuyor
Nuri Bilge Ceylan bir taşra kasabasında geçen, içeriği sonuçta baba-oğul sürtüşmesinde yoğunlaşan filme neden Ahlat Ağacı adını uygun gördü? Ahlat Ağacı neyi temsil ediyor? Yalnızlığı, şekilsizliği mi, yoksa direnci, dayanıklılığı mı? Batı Anadolu’nun taşra kasabasının kırla-kent, taşra ile büyük şehir arasında bocalayan sakinlerinin yaşam serüveninde Ahlat Ağacı’nın yeri ne?
TAŞRADA YAŞANAN ÇAĞDAŞ ÖYKÜ
Üniversiteyi bitiren, öğretmen olarak atanmayı bekleyen, bekleme uzadıkça “eleman arıyorlarmış acaba çevik kuvvete mi girsem?” sorularını kafasında gezdiren kasabalı işsiz genç, düşle-gerçek arasında bocalayıp durur. Düşü, yazdığı ve bastırmaya çalıştığı kitabı, gerçek ise kasabadaki yaşam, babasının at yarışı tutkusunun yarattığı gergin aile ortamı ve dede ocağında, bahçede babasının uğraşlarına karşın su vermeyen kuyudur.
Gencin yaşamının arka planını oluşturan Batı Anadolu’nun doğal güzellikleri, topraktan fışkıran türlü çeşitli bitkiler, koyunlar, keçiler şaşkın, bunalımlı gencin algı alanının dışındadır. Yazı-çizinin çekiciliği, belki de gerçeklerden kaçış, taşraya öfkeye dönüşür. “Bir atom bombası olsa, Çan’a atarım” psikolojisi gencin açmazlarını yansıtır.
Bu durumun faturasını genç işsiz at yarışı hastası babasına çıkartır. Baba-oğul sürtüşmesi hem bir ölçüde kuşak, hem de kır gerçeği-kent özlemi çatışmasıdır. Genç tepki duyduğu babasına karşı annesini de kışkırtmaya çalışır. “Bu adamla niye evlendin” diye sorar. Babanın zaaflarının yol açtığı ekonomik sorunlar içinde bunalan annenin yanıtı düşündürücüdür. “Yakışıklı idi, çok sevdim; bugün yine aynı şeyi yaparım.”
Hayatın mantığı gerçekçidir, taşra- kent, geçmiş-gelecek, gerçek-düş ikilemini yine hayat çözer. Genç öğretmen adayının zar zor bastırdığı ve Ahlat Ağacı adını verdiği kitabı piyasada okur bulmaz ama bir rastlantı genci sarsar. Babasının, istemeden karıştırdığı, içinde beş paranın bulunmadığı cüzdanında sakladığı en değerli şey, oğlunun kitabı hakkındaki gazete kesiğidir. Genç babasının evin dırdırından kaçarak kafa dinlemek için sığındığı köy evindeki başucunda yine kendi kitabına rastlar. Babanın kitabı ilgi ile okuduğu tartışma sırasında ortaya çıkar. Gencin kitabını hem de belli bölümlerini içselleştirerek okuyan tek kişi, hayallerini süslemeyen, tersine o hayalleri soluklaştıran köy öğretmeni babadır. O noktada beyninde şimşekler çakar. Ahlat Ağacı’nın dibinde ölüsünü görmeye hazırlandığı babasının aslında kendisini anlamaya çalışan dostu olduğunu fark eder. Ve babasının büyük düşünü gerçekleştirmek üzere su kuyusunun yolunu tutar.
SUSUZ KUYU
Bir de kuyu simgesi var, gencin babasının inatla, ısrarla su bulmaya çalıştığı kuyu. Dedenin dudak bükmesine, torunun inançsızlığına karşın babanın toprağı sulamak için sahip olduğu tek olanak kuyudan su çıkartmaktır; umut kapısı da denebilir.
Ahlat Ağacı bozkırda çarpık çurpuk yükselirken, kuyu yerkürenin derinliklerine uzanan bir umudu temsil ediyor.
BOZKIR BİR ALEMDİR
Dört nala gelip Uzak Asya’dan, Akdeniz’e kısrak başı gibi uzanan Anadolu’nun toprakları, sadece bir kara parçası değildir. Üzerinde yaşayan canlıları, yani insanları, hayvanları, bitkileri vb. şekillendiren bir bütündür. Ta Malazgirt’ten İç Batı Anadolu eşiğine kadar uzanan bozkır, köyleriyle, kasabalarıyla, insanlarıyla bütünlüklü bir alemdir. Anlayana tabii...
Evet, yüzyılların bozkırı hızlı kentleşmenin sonucunda ayrıcalıklı yerini kentlere bırakıyor gibidir ama ulusun hayatından çekip gitmediği, yok olmadığı, var olduğu yerde varlığını sürdürdüğü açıktır.
Ahlat Ağacı uçsuz bucaksız Anadolu bozkırının yoldaşıdır.
Yalnızdır, şekilsizdir ama inatçıdır, dayanıklıdır.
Geçmişten geleceğe uzanır.