Bu yıl 'Kudüs Günü'neden daha önemli?
Gelişmeler, İsrail’i stratejik bir müttefikten ziyade bir yük haline getirdi. Batı, şimdiye kadar İsrail'e verdiği askeri, ekonomik ve siyasi yardımlarla görevlerini yerine getirmeyi bekliyordu, ancak rejimin son savaşlardaki askeri yetersizliği, Batının rejimle tam koordinasyon motivasyonunu bozdu
Bu yıl “Kudüs Günü”, birçok denkle-min Filistin'in kurtuluş davası lehinde değiştiği ve Siyonist Rejim’in sahte varlığının düşüş ve çöküş tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu her zamankinden daha fazla hissettiği bir dönemde kutlanıyor.
Bugün, Filistin halkı arasında direniş konusunda fikir birliği oluşturmak, Filistin'i her zamankinden daha fazla özgürleştirmenin tek yoludur. 1993 yılında Filistin Kurtuluş Örgütü'nün Oslo Anlaşması'nı imzalaması ve krizin çözümü için silahlı direnişten siyasi diyalog stratejisine geçmesiyle birlikte Filistin toplumu bir ikilem ve anlaşmazlık ile karşılaştı. Ancak son 28 yılda uzlaşma sürecinin başarısız olması ve Batı Şeria'da Siyonist Rejim'in kapsamlı yerleşim bölgeleri oluşturması, insanları bu çözümün işe yaramadığı sonucuna götürdü. Şimdi halkın çoğu, direniş çözümünü destekliyor ve bunun işgali bitirmenin tek yolu olduğuna inanıyor. Beerşeba, Hadera, Bnei Brak ve Tel Aviv'deki son eylemler ve 1948’de işgal edilen topraklardan ve Batı Şeria'dan bireylerin katılımı, Filistin halkı arasında direniş inancının büyüdüğünü gösteriyor. Ayrıca örgütlenme ve saldırganların Hamas, İslami Cihat ve El-Aksa ve Fetih Hareketi’ne atfedilmesi açısından da direniş stratejisinin Fetih gibi yönetici örgütler arasında bile yayıldığını göstermekte ve bu örgütün destekçileri, liderlerine, etkin bir şekilde direniş sürecine katılmaması halinde yakında tecrit edileceği mesajını vermektedir. Halkın direnişi destekleme kıyamı ve Siyonist Rejim’e karşı koyması, direniş üssünün Filistin kamuoyu olduğunu gözler önüne serdi.
SİYONİST REJİM GÜVENSİZLİK NEDENİ
Siyonist Rejim en başından beri Kuzey ve Güney Amerika’da ve Avustralya’da kurulan onlarca devlet gibi, sömürge modeline uygun kuruldu. Bu gibi oluşumların genellikle en önemli iki temel direği vardır: Birincisi yurt dışından göçmenler getirerek demografik yapıyı bozmak, ikincisi ise yeni kurulan rejimi korumak ve yeni duruma karşı çıkanları bastırmak için askeri alanda üstünlük sağlamaktır.
Filistin’de yaşanan gelişmeler Siyonist Rejim’in bu iki temel direğini sarsıntıya uğratmıştır. İşgal altındaki topraklarda oluşan yeni korku-güvensizlik denklemi ve Filistinli güçlerin silahlanması nedeniyle göç süreci tersine dönerek İsrail’den göç edenlerin sayısı dışarıdan işgal altındaki Filistin topraklarına girenlerin sayısını geçmiştir. Siyonist Rejim’in “Herzliya” zirvesindeki temsilcisi, halihazırda Filistinlilerin nüfusunun daha fazla olduğunu ve işgal altındaki Filistin genelinde mevcut nüfusun %52’sini Filistinlilerin oluşturduğunu belirterek, İsrail’in varlığını tehdit eden bu ciddi tehlikeyi önlemek için Siyonist yetkililere çağrıda bulunmuştur.
Ayrıca, Siyonist Rejim’in askeri üstünlüğü direnişin asimetrik savaşları modeli nedeniyle büyük bir sorunla karşı karşıyadır. Bu savaşlarda rejim tam üstünlüğüne rağmen amaçlarına ulaşamamakta, uyguladığı taktikler de etkili olmamaktadır. Elbette Siyonist Rejim ordu komutanları, ABD’nin desteğiyle bir demir kubbe oluşturarak bu denklemi kendi lehlerine değiştirmeye çalıştılar, ancak direnişin ilerlemesi ve silahlarının yenilenmesi buna engel oldu.
Bu gelişmeler, İsrail'in dünyanın sömürgeci güçlerine hizmet etme rolünü de işlevsiz kılarak pratikte İsrail’i stratejik bir müttefikten ziyade bir yük haline getirdi. Batı, şimdiye kadar İsrail'e verdiği askeri, ekonomik ve siyasi yardımlarla görevlerini yerine getirmeyi bekliyordu, ancak rejimin son savaşlardaki askeri yetersizliği, Batının rejimle tam koordinasyon motivasyonunu bozdu.
Bu gelişmeler rejimin güvenlik stratejilerini de etkilemiştir. Siyonist rejim, askeri üstünlüğe dayalı caydırıcı gücü ile her zaman potansiyel ve mevcut tehlikelere karşı çıkmaya çalışmıştır. Örneğin Irak’ın nükleer reaktörünün imhası, Ebu Cihad’ın Tunus’ta (FKÖ’nün ikinci adamı) öldürülmesi, Sudan ve Suriye’ye düzenlenen askeri saldırılar vs. bu askeri üstünlük anlayışından yola çıkarak gerçekleşmiştir. Fakat Siyonist rejim, direniş karşısında caydırıcılık gücünü ve askeri üstünlüğünü giderek kaybettiği için ister istemez yeni stratejilere yönelmiştir.
Rejimin yeni güvenlik denklemi, bölge ülkelerinin güvensizliğine dayanmaktadır. Bu, düşmanın çaresizliğini ve kendisine İslam dünyasından bir müttefik bulmaktan başka bir yolu olmadığını gösteriyor.
Ne yazık ki, bu yeni denklemde İslam dünyasındaki bazı aktörler, düşmanın güvensizlik yaratma projesinin müteahhitleri haline gelerek bu bölgesel misyonda İsrail’in güvenliğine hizmet ediyorlar. Bunun sonucunda ise Suriye, Irak, Lübnan ve bölgedeki diğer ülkelerde geniş bir güvensizlik ortamı oluşmakta.