Flüt virtüözü Bülent Evcil’den kültür önerileri

Rusya’da Mariinsky Orkestrası eşliğinde verdiği solo konserden ve festivalden izlenimlerini aktaran flüt virtüözü Bülent Evcil, Türkiye’de de benzer bir kültür ve sanat akımı yaratılması gerektiğini söyledi

Flüt virtüözü ve eğitimcisi Bülent Evcil’le çalışmalarını konuştuk. Bu yılın Nisan ayının başında, Rusya’daki Flüt ve Arp Festivali’ne davet edilen Bülent Evcil, Mariinsky Orkestrası eşliğinde solo konser verdi. Festival kapsamında Mariinsky konserinin yanı sıra resital, ustalık sınıfı gibi beş farklı etkinlik düzenleyen Evcil, Rusya’nın klasik müzikteki köklü sistemine ilişkin izlenimlerini aktardı.

Bülent Evcil, Fazıl Say’ın flüt için yazdığı ve kendisine adadığı “Flute World Op. 84” eserini kaydederek geçen ay dijital platformlarda yayınladı. Say’ın 2019’da tamamladığı eser, dört solo flüt ve iki düet olmak üzere altı bölümden oluşuyor. Eser, Fazıl Say’ın Türk müziğinden aldığı etkileşimleri çağdaş tekniklerle birleştirerek, flüt ve flüt ailesine yansıttığı bir eser olarak tanımlanıyor.

Bülent Evcil’le Rusya’da katıldığı festivali, oradaki izlenimlerini, müzik kültürünü, eğitim alanında ülkemize dair hayallerini, Rus sanatçılara uygulanan ambargoyu ve daha birçok konuyu konuştuk. Sanatına olan bağlılığı ve samimi cevaplarıyla Bülent Evcil, meseleleri özünden yakalayan yalın açıklamalar yaptı. İşte o söyleşimiz:

Bülent Evcil

Ülkemizde ve dünyanın birçok yerinde solo konserler veriyorsunuz. Rusya daha önce de konser takviminizde yer alıyor muydu? Mariinsky Orkestrası ile süreç nasıl gelişti?

James Galway’de okurken İrina Staçinskaya adında Rus bir flütçü arkadaşım vardı. İrina aynı zamanda Rusya’nın en iyi orkestralarından biri olan Moskova Filarmoni Orkestrası’nın solo flütçüsüydü. Dünyanın geçirdiği zor bir dönem olan pandemide ara sıra hatırını ve bir sanatçı olarak neler yaptığını soruyordum. Rusya’da flüt ekolünü geliştirmek için kendi ismine bir flüt sınıfı kurmuş, Rusya’yı karış karış dolaşarak flütü sevdirmek ve yetenekli çocukları bulup çıkartmak gibi çok beğendiğim bir misyonla harekete geçmişti. Bir görüşmemizde kendisine daha önce Rusya’da hiç bulunmadığımı söylemiştim. O da “muhakkak Rusya’ya gelmen, tanınman ve burada da kendini göstermen lazım” şeklinde bir geri dönüşte bulunmuştu. Bir gün İrina’dan şöyle bir mesaj geldi; “Valery Gergiev, Mariinsky Tiyatrosu’nda çok büyük bir flüt ve arp festivali düzenlemek istiyor. Dünyadan flütçüler davet etmek istiyor. Böyle bir şeye nasıl bakarsın?”

Çok mutlu oldum tabi. Öncelikle Gergiev dünyanın en önemli şeflerinden biri. Dünyanın en iyi orkestralarından biri olan Mariinsky Orkestrası ile çalmak, orada bulunmak ve Türk flütünü temsil etmek şansı gelmiş oldu. Çok sevinerek kabul ettim. Orkestranın önemli solo flütçülerinden biri olan Denis Lobaçev, koordinatördü ve İrina beni onunla iletişime geçirdi. Ben de büyük bir heyecanla hazırlanmaya başladım.

İLK GÜNLERİN HEYECANI

Rusya’daki izlenimlerinizden bahseder misiniz? Konserlerinizi dinleyen müzikseverler ve ustalık sınıfı çalışmalarınıza katılan müzisyenler nasıldı?

Her şeyden önce, Rusya’ya ilk kez gidiyor olmamın getirdiği çekincelerin aksine, son derece yardım eden polislerle ve gümrük sistemiyle karşılaştım. Gerek yok demelerine rağmen çok değerli olan enstrümanımı kayıt ettirerek ülkeye giriş yaptım. Mariinsky konusunda çok fazla bilgiye sahip değildim açıkçası. Fakat gerçekten beni çok şaşırtan, hayranlık uyandıran ve imrendiren bir sistemle karşılaştım. Mariinsky tiyatrosunun kendisine ait bir oteli var. Yurtdışından gelip orada kısa dönem iş yapan sanatçılar, balerinler, baletler, solist sanatçılar ya da şefler gibi önemli insanlar bu otelde ağırlanıyorlar. Mutfağı, beyaz eşyaları ve dinlenmenizi sağlayacak güzel bir yatak odasıyla bir ev rahatlığında imkanlar sunan bir otel bu. Oraya yerleştim ilk önce. Tabii bu hoşuma gitti. Hemen yakınında market var. Festivalin düzenleneceği salon da 8 dakikalık yürüme mesafesinde. Bütün bunlar son derece organize, köklü, yerleşmiş ve derinlemesine düşünülmüş bir sistemi karşıma çıkardı.

SÜREKLİ GELİŞİM VE MOTİVASYON

Mükemmel bir ortamda, gerçekten sanatçılarına inanılmaz şartlar sunan, komplike olmayan, son derece detaylı bir sanat binasıyla karşılaştım. Konser yapabilecekleri üç sanat binaları var. En eski olan Mariinsky Tarihi Salon, hemen onun yanına asma köprülerle bağlanmış olan ikinci bir yeni salon. O da aynı standartlarda benzeri olarak yapılmış. Ve üçüncü olarak da sadece konserlerin düzenlendiği ayrı bir salon. Bütün bunlar ayrı ayrı binalar ve bu binalar içerisinde ayrıca oda müziği salonları ve sanatçıların çalışıp dinlenebileceği salonlar var. Sadece sanatçılara özel kafeteryalar ve restoranlar da mevcut.

Biliyorsunuz bale sanatçıları, bütün dünyada, beslenmelerine dikkat etmeleri gereken bir sistemle çalışırlar. Aslında şahsen ben bütün sanatçıların ve bütün insanların öyle olması gerektiğini düşünürüm. Kendim de çok severim böyle yaşamayı. Yemekhanelerinde ayrı bir diyet büfeleri var. Burada üç öğün yemek çıkıyor ve son derece uygun bir fiyatla sanatçılara sunuluyor. Yemeğinizi alıp oturduğunuz zaman ayaklarınızın altında bir St. Petersburg manzarası ve hemen karşınızda eski Mariinsky Tiyatrosu'nun mükemmel güzel görünen binasıyla karşılaşıyorsunuz.

Opera ve balelerin provaları, kapalı devre bir televizyon yayınından canlı olarak yayınlanıyor ve o anda o provada yer almayan müzisyenler, diğer meslektaşların nasıl dans ettiğini, nasıl çaldığını, nasıl şarkı söylediğini izleyip dinleyebiliyorlar. Yani sürekli bir motivasyon, sürekli kendini geliştirme, sanatçı olarak iyi tutma ve A standart bir çizgide sanatında yer almayı sağlayan son derece etkileyici bir sistemle karşılaştım.

PROKOFİEV’İN MEMLEKETİNDE BİR TÜRK FLÜTÇÜ

Spartaküs Balesi’nin provasını izledim. Kostümlerinden dekorlarına, ışıktan dansçılara ve orkestrasına kadar birinci sınıf, tüyleri diken diken eden bir prova ile karşılaştım. Daha sonra benim kendi prova saatim geldi. Mariinsky Tiyatrosu'nun üst katında, yüksek tavanlı harika bir prova salonu. Biliyorsunuz klasik müzikte yüksek tavanlı yerlerde müzik yapmak olmazsa olmaz. Çünkü sesin belli bir mesafeye gidip oradan size dönüş yapması gerekiyor. Alçak tavanlı yerler ise sanatçıların ne kadar ses çıkartmaları gerektiğini belli etmeyen elverişsiz standartlar sunar.

Mükemmel bir prova salonunda ilk provamı gerçekleştirdim. Çok iyi bir orkestra ve mükemmel bir şefle karşılaştım. Tabii böyle bir motivasyonda siz de en iyisini yapmaya çalışıyorsunuz. Hem şef hem orkestradan güzel geri dönüşler alarak çok mutlu bir ilk prova yapmış oldum. İkinci gün Mariinski Orkestrası’yla ilk konserimi verdim. İtalya’da “Flütün Paganini’si” diye adlandırılan virtüöz Giulio Briccialdi’nin “Venedik Karnavalı” eserini çaldım. Festivalin açılış konseriydi ve salon tam kapasite doluydu. Bana eşlik eden orkestrayı da Çinli bir şef yönetti.

Ertesi sabah bir flüt masterclass’ı düzenledik. Aşağı yukarı 80-100 arası katılım oldu ve 6 öğrenci dinledim. Hepsi birbirinden pırıl pırıl ve Rusya’nın çeşitli şehirlerinden gelen bu çocuklarla özenle dersler yaptım. Öğrenciler, hocaları ve ailelerinden pozitif geri dönüşler almak beni çok mutlu etti. Masterclass yaptığım salonun adı Prokofiev’di. Prokofiev, benim hayatımda en sevdiğim bestecilerden biri. Onun şehrinde, onun adının ve resimlerinin olduğu salonda bir Türk flütçü olarak onun nesillerinden gelen Rus flütçülere ders vermek, bana tarifi zor duygular yaşattı.

‘ORKESTRA KADROLARI GENİŞ’

Rusya'daki müzik eğitimi bizimkinden ne yönleriyle farklı?

Rusya’da bir eğitim almadım veya uzun süre bulunup konservatuarlarını ve eğitim sistemini irdelemedim ama mesela St. Petersburg; kanalları, gotik ve barok mimarisiyle, öyle bir şehir ki o şehirde sanatçı olmanın büyük bir şans olduğunu anlıyorsunuz. Sanata ve sanatçıya çok severek ilgi gösteriliyor ve bu yaklaşım içerisinde eğitimin de yüksek standartta olduğu aşikâr. Festivale katılan Rus flütçülerin ne kadar yüksek standartta çaldıklarına birebir şahit oldum. Hepsi Bolşoy, Moskova Senfoni, St. Petersburg Filarmani gibi Rusya’nın iyi orkestralarından geliyordu. Hepsinin iyi eğitim aldığı ve ne kadar iyi çaldıkları belli oluyordu. Masterclass’larda da, çalanların standartlarının yukarıda olması, eğitmenlerinin iyi olduğunu gösteriyor. Kendilerine ait, yüzyıllardır süregelen müzik kültürünün ne kadar derin ve başarılı olduğunu her dakika işitiyorsunuz. Kaldığım o on gün içerisinde bunları hissettim ve çok rahatlıkla söyleyebilirim. Ayrıca Rusya’da okumuş bazı Türk dostlarımdan aldığım bilgiler doğrultusunda, Moskova’daki Çaykovski Konservatuarı’nın eğitim standardının, dünyadaki birinci sınıf standartlardan biri olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.

Sadece Mariinsky Orkestrası’nda 23 flüt sanatçısı istihdam edilmişti ve bunlardan 8’i solo flütçüydü. Yeni flütçüler almak ve kadrolarını genişletmek için çaba sarf ediyorlardı. Düşünebiliyor musunuz ne kadar çok yetişen insan var, bu insanları istihdam edecek orkestra imkânı var ve bu orkestraları gelip dinleyen bir dinleyici var. Bütün bunlar da çok iyi bir eğitim olduğunu kanıtlıyor.

Mariinsky Orkestrası, günde 2-3 konser verebiliyor çünkü bu geniş kadroları ile halka sanatı daha çok sevdirmek gibi bir misyonu yerine getiriyorlar. Aynı anda bir sahnede opera, diğerinde bale, bir diğerinde de benim yer aldığım flüt ve arp müzik festivali düzenlendi. Bu müthiş bir şey. Bunlar insanı imrendiren, bizim memleketimiz de bunu yapsın, biz de başaralım dedirten, benim naçizane gördüğüm ve istediğim şeyler olarak karşıma çıktı.

Flüt çok sevilen ve rağbet gören çalgılardan biri. Sizin ülkemizdeki eğitim çalışmalarınız, gerçekleştirdiğiniz veya gerçekleşmesini dilediğiniz hayalleriniz nelerdir?

Elimden geldiğince ustalık sınıfları düzenliyorum ve o kadar çok öğrenci benimle çalışmak istiyor ki, bu alanda en azından onlara yardımcı olmak, bildiklerimi aktarmak için çabalıyorum. Masterclass’larımda genellikle çocukların çalışlarındaki eksiklikleri hızla ve kolaylıkla aşmalarını sağlayacak teknikleri gösteriyorum. Daha üst düzey çalıcılara dönüşmeleri konusunda bilgilerimi aktarıyorum.

Eğitim konusundaki hayallerim aslında Rusya’da gördüklerimle örtüşüyor. O kadar başarılı flütçüler çıkartalım ki dünyadaki iyi orkestralarda, uluslararası düzeydeki sanatçılarla kafa kafaya hatta daha iyi çalan yeni nesiller gelsin. Orkestralarımızın çoğalarak istihdamın artması, bu artışın da yetişmiş iyi müzisyenlerle, sınavlarla ve liyakatli olarak gerçekleşmesi benim hayallerim. Bu işi iyi yapan ülkelerdeki örnekler çok net ve açık. Başka büyük ve olmayacak şeyler düşünmeye gerek yok. Sadece onları örnek alarak, o başarılar nasıl elde edildiyse, bunları bizim memleketimizde de yapabiliriz.

‘TÜRK ORKESTRALARI RUS ESERLERİYLE UYUMLU’

Çalmayı en çok sevdiğiniz Rus bestecilerin eserleri nelerdir? Rusya’nın klasik müzikteki konumu hakkında neler söylersiniz?

Rusya, klasik müzikte inanılmaz besteciler ve sanatçılar yetiştirmiş müthiş bir ülke. 1999 yılından beri Türkiye’de çeşitli orkestralarda flütçü olarak görev yapıyorum ve Türk orkestralarının Rus müziğiyle çok iyi uyuştuğuna ve en iyi Rus müziklerini çaldığına şahit oluyorum. Onların acı dolu ya da tabiatı, dünyayı anlatan, hicivler içeren ve siyasal baskılara karşı yazılmış eserlerinin, dünya klasik müzik tarihinde son derece önemli yer tuttuğuna inanıyorum. En sevdiğim Rus besteciler; Çaykovski, Stravinski, Prokofiev ve Şostakoviç. Prokofiev’in flüt için yazdığı sonat, orijinal olarak flüt için yazılmış, flüt repertuarının en heybetli sonatı. Çaykovski ve Şostakoviç senfoniler olağanüstü ve çalması çok keyifli. Stravinski’nin bale müzikleri müthiş ve konser versiyonları da inanılmaz bir betimleme, resmi göz önüne getiren, hayallerin gerçekleştiği eserler. Bu besteciler, yirmi yıldır orkestralarda çalmama rağmen her seferinde ilk günkü heyecanla çalmamı sağlıyor. Bu bestecilerin biz müzisyenlere verdiği ilham hiç bitmeden devam ediyor. Dolayısıyla Rusya benim mesleğimde çok zengin ve derin bir kültür.

Rusya Ukrayna savaşının ardından Batı’da Rus sanatçılara uygulanan ambargo hakkında ne düşünüyorsunuz?

Savaş korkunç bir şey. Geçmişte bunca savaş yaşanmışken, savaşın kötü bir şey olduğunu hala göremeyip tekrar savaşlar çıkartılmasının kabul edilemez olduğunu düşünüyorum. Savaşlardan ya da politikadan dolayı sanatla uğraşan insanlara yüzyıllardır baskılar olmuş. Sadece savaş değil, toplumların siyasi bakışlarına ters düşen sanatçılara da baskılar ve dışlamalar gerçekleşmiş. Bütün bunlar bazen sanatı hırslandırarak olumlu da etkileyebiliyor. Ama tabi ki doğru bulmuyorum. Her ülkeye yapılmasını kabul etmediğim gibi Rus sanatçılara yapılmasını da kabul etmiyorum. Sanat üretene ambargo, arkadan iş çevirmek, yollarını kapatmak, başarıların görmezden gelinmesi, küçük görülmesi, göz ardı edilmesi, ikircikli tavırlar, yüzüne gülüp arkadan iş çevirenler, bütün bunlara karşı durmuş bir karakterim. Bir sanatçı ambargo ile tehdit edilerek taraf tutmaya zorlanmamalı. Sanatçı özgür olmalı. Sanat üretmek; siyasetin, savaşın ve düşmanlığın üstündedir. Hatta bütün bunlardan gelen kötülükleri iyileştiren, güzelleştiren, bunların arasında olabilecek barışı ve köprüleri kuran olağanüstü, yüce bir şeydir sanat. Şahsen sanatın böyle görülmesini canı gönülden diliyorum.

‘Müzik eğitimi köylere kadar yaygınlaştırılmalı’

Ülkemizde kültür sanatta gelişimi şahlandıracak adımlar neler olabilir?

Şahlanmak ne kadar güzel bir kelime. O şahlanmada yer almak, onun için mücadele etmek, çok sevdiğim ülkeme bu alanda faydalı olmak, bunların genlerimde olduğunu düşünüyorum. Ne kadar faydalı olabilirim diye ömür boyu mücadele, üretme ve hayallerimin peşinde koşan bir insanım. Yapılacaklar anlatmakla bitmez belki ama kısaca şu başlıklara değinebilirim. Müzik ve sanat eğitiminin sadece büyük şehirlerde değil, köylere kasabalara kadar yaygınlaştırılması. Gelişmiş ülkelerde olduğu gibi, temel sanat bilgilerinin verilmesi ve ailelerin çocuklarına amatör düzeyde de olsa bir enstruman çalmasını sağlaması çok önemli. Kahraman müzik öğretmenleri yetiştiren bir ülkeyiz. Benim annem ve babam da müzik öğretmeniydi. Onların ülkemizin köylerinde ne emeklerle çalıştıklarını biliyorum. Köylerdeki çocukları kendi evlatları gibi yetiştirebilmek için çabaladılar. Hatta sadece müzik eğitimiyle değil, orada çocukları yıkayarak, paklayarak, giydirerek kendi çocukları gibi sahip çıkarak çabaladıkları anılarıyla büyüdüm. Bu çabaların artarak devam etmesini isterim. Ama bu bir akım olmalı. Bir hedef olmalı. Biz müzisyenlere “yapın” denmeli ve bizler de aynı amaçla Türkiye’nin dört bir yanına dağılmalıyız. Dediğiniz gibi şahlandıracak adımda yer almalı ve oralara gitmeliyiz. Hatta popüler kültürün hâkim olduğu bir dünya olduğunu unutmadan, o melodileri de enstrumanlarımızla çalarak mesleğimizi insanlara ulaştırmak için çabalamaktan da hiç geri durmamak gerektiğini düşünüyorum. Belki sadece birkaç türkü bilen bir insanın, enstruman ile o türküleri çalarak ileride çok büyük başarılara gidebileceğini düşünüyorum.

Konservatuar ve orkestralarımıza gelirsek, kurumlarımıza en iyi şekilde mekanlar ve imkanlar sunulmalı. Müzisyenlerimizin uluslararası düzeyde liyakatli sınavlara tabi tutularak istihdam edilmesi ve bu orkestralarımızın sayılarının arttırılması önemli. Bunların Türkiye’yi ve Türk kültürünü dünyaya tanıtan, kayıtlar yapan, turnelere giden, uluslararası büyük şefler ve solistlerle ortak projeleri arttıran, dünyanın bu yöresinden müthiş işlere imza atan orkestralara dönüşmesini isterim.

Son olarak naçizane düşüncem; kendimle alakalı “tamam bu iş oldu, artık büyük flütçü oldum” hiç demedim. Hep kendimle mücadele ve bir uğraş içerisinde, daha iyi, daha güzel flüt nasıl çalabilirim, nasıl daha iyi sanatçı olurum diye bir yoldayım. Genel olarak da sanatla alakalı bütün meslek gruplarında herkesin bu şekilde hayal ederek, başarıya, gençlere ilham olmaya, kendi iç ses ve beklentileriyle rekabet içerisinde olarak memleketin sanat kalitesini ileriye taşıyacağı bir ortamın kurulmasını dilerim.

Sonraki Haber