‘Sinemanın büyülü ışığıyla karanlıktan aydınlığa…’

Yönetmen Burak Kum’un ‘Hacer’ adlı kısa filmi, ‘Kıyıdaki Kadınlar’ temasıyla düzenlenen yarışmada ödüle layık görüldü. Filmin başarısının altında Kum’un gerçeklik arayışı ve toplumbilimci yaklaşımı yatıyor

Kısa filmi “Hacer” ile ödül alan yönetmen Burak Kum, ezber bozan ve ses getiren işlere imza atıyor. Karadeniz Sivil Toplum Kuruluşları Konfederasyonu (KASTOB)’un “Kıyıdaki Kadınlar’ temasıyla düzenlediği Uluslararası Kısa Film Yarışması’nda üçüncülük ödülüne lâyık görülen Hacer filmi, bunalım içindeki genç bir annenin gerçeklikle yüzleşmesini konu ediniyor.

KASTOB’un 2024 Dünya Kadınlar Günü’ne ithafen kadınların toplumdaki sesini duyurmak, görünürlüklerini artırmak, kadına ve kadın emeğine karşı bir saygı duruşu yapmak amacıyla düzenlediği yarışmaya, yaklaşık 17 ülkeden 408 kısa film katılmıştı.

Yönetmen Burak Kum’un, okurumuzun iyi bildiği “Nöbetçi”, “Başlangıç”, “The Gulen” gibi belgesel filmlerin kurgusunda da imzası bulunuyor. Burak Kum, Nöbetçi belgeseli için “Geriye dönüp baktığımızda gurur duyduğumuz bir iş olarak görüyoruz” diyor. Burak Kum ile ödül alan “Hacer” filmini ve çalışmalarını konuştuk.

‘KADINLAR BİLİNÇLİ OLARAK SİSTEMİN ÇIKMAZINA İTİLİYOR’

- Hacer filmi, çarpıcı senaryosuyla bütünleşen müzikleri ve efektleriyle, kadınların dünyasındaki sorunlara etkileyici bir vuruş yapıyor. Bir anlamda bireysellikten toplumsallığa doğru bir açılım, bir farkındalık yaratmak olarak değerlendirebilir miyiz? Siz, gerçeklikten kopmuş olan travmatik karakter Hacer’i günümüz dünyasında kimlerle özdeşleştirdiniz?

Çok teşekkürler, güzel yorumlarınız için. "Hacer" adlı kısa filmimizin öyküsünden kısaca bahsetmek istiyorum. İlk sahnede, sanki Hacer'i eşinden gördüğü şiddet nedeniyle bebeğiyle evden kaçan bir kadın olarak tanımlarız. Ancak hikâye ilerledikçe; Hacer'in, sığındığı ailesinden kaçması ve bebeği İsmail’i de yanına almak isteyip, eski eşi İbrahim ile barışma çabasıyla daha karmaşık bir hal alır. Film, bu süreçte kadınların içsel mücadelelerine ve toplumsal zorluklarına ışık tutar. Çarpıcı sona doğru ilerlerken gerçek ise daha derindir: Hacer, yıllar önce terör saldırısında çocuğunu ve eşini kaybetmiştir. Onun kaçışı ise işte bu baş etmesi çok zor olan acı gerçeklerdendir. Bu nedenle hakikatle bir türlü yüzleşemiyor ve kayboluyor.

Aslında Hacer’in travması bir anlamda ülkemizde kadın meselesini ele alan liberal kimlik siyasetinin etkisinde kalan kardeşlerimizin yaşadığı travma ile özdeş. Çünkü birçoğumuz gerçeklere gözlerini yummuş durumda ve yaşadığı problemlere bir türlü çözüm bulamıyor. Bu nedenle Hacer gibi sıkça kayboluyoruz…

Maalesef kadınlar, sıkıştırılmış post modern tanımlarla hapsedilirken, asıl sorunlar görmezden geliniyor. Ayrıca onlar bilinçli olarak üst yapı konuları içinde boğulup, bilakis sistemin çıkmazlarına itiliyor. Hâlbuki kültür sömürgeciliğini, sınıf mücadelesindeki çelişkiyi, ülkemizdeki terörü ve çevremizdeki savaşları çözmeden kadın meselesi çözülebilir mi? Başka türlü kaybettiğimiz yolumuzu bulabilir miyiz? Öbür yandan Hacer, bu konuları özellikle dini bir motifle ve mitolojik bir dokunuşla işliyor. Öykünün bireyciliğe karşı toplumsallaşmasında, biraz da bu toplum bilimci ve mitolojik kavrayış yattığını düşünüyorum.

- KASTOB ödülünü kadın cinayetine kurban giden bir arkadaşınıza adadığınıza dair bir paylaşım yaptınız. Bu ödülün sizin için anlamından bahseder misiniz?

Tülay Sivil, evet, lisedeki canım arkadaşımdı. İnanılmaz enerjisi vardı. Ben yönetmen olma hayalimi paylaştığımda, bir gün filmimde oynayabileceğini söylemişti. Ne yazık ki, bu gerçekleşmedi. Eski eşi tarafından vurularak hayatını kaybetti... Bu ödül, ona ve benzeri trajediler yaşayan kadınlara adanmıştır. Onun hatırası benim için çok kıymetli! KASTOB'un düzenlediği kısa film yarışmasının ana teması 'kıyıdaki kadınlar' idi ve ödül töreninde yükselen ses, yine kadınların sesiydi. Gülgûn Feyman gibi deneyimli bir sunucudan, Hacer'in bu ödülü hak ettiğini duymak heyecan vericiydi. Ayrıca, Selin Aktaş'ın 'Toprağına Renk Katanlar' filmi için onur ödülü, Enis Manaz'ın 'Abella' filmi için ikincilik ödülü ve Bora Yavuz Subaşı'nın 'Pamuk Prenses ve Cüce' filmi için birincilik ödülü verildiğini belirtmek isterim. Bu güçlü filmler arasında Hacer'in üçüncülük kazanması beni ve ekibimi mutlu etti.

‘GERÇEKÇİLİK ARAYIŞININ RÜZGÂRINA KENDİMİ BIRAKTIM’

- Filmlerinizde efekt, animasyon gibi unsurlar göze çarpıyor. Kullandığınız teknikler, üslubunuz hakkında neler söylersiniz?

Efektler, animasyonlar ve müzik bana göre dramaturjiyi desteklemek için kullanılan unsurlardan bazıları. Kamera kullanımı da öyle. Bu filmde sinematografik olarak farklı bir yaklaşım denedim. Sahip olduğum birçok kamera ekipmanı ve objektif setine rağmen; çekimlerde sadece bir kamera ve bir objektif kullanmaya karar verdim. Herkesin kolaylıkla ulaşabileceği şartlarda, gerçekçilik arayışının rüzgârına kendimi bıraktım diyebilirim. Diğer yandan “Bir filmde oyunculuk yaşamıyorsa, o film benim için ölüdür” düşüncesindeyim. Bu sebeple sırtımı yasladığım yegâne şey bu oldu. Hacer'i canlandıran Ezgi Ulusoy'un; onu, sesleriyle destekleyen Reyhan Özdilek'in ve Zeynep Üstünipek'in harika performanslarının, filmin başarısının arkasındaki en büyük güç olduğunu biliyorum. Filmi izlemek isteyenler Youtube kanalımdan izleyebilirler.

- Kısa filmin daha çok uzun metraja geçiş ya da öğrenci işi gibi görülmesinin sebebi nedir?

Ne yazık ki, böyle bir algı var. En büyük sorun ise maddiyatla ilgili. Sponsorluk bulmak gerçekten zor. Ve hatta en prestijli kısa film ödüllerini kazansanız bile, kısa film yapıyorsanız, çevrenizdekiler tarafından bile genellikle hala öğrenci olarak görülürsünüz. Çünkü bu alandan kazandığınız ödüllerle geçinemezsiniz. Başka işlerde çalışmak zorundasınızdır. Bu yüzden kısa filmler, genellikle öğrenci projeleri gibi algılanır. Diğer yandan, sektöre hızlıca girmek ve para kazanmak isteyen yeni mezunlar, cesurca davranmak yerine genellikle izledikleri filmlere benzer işler yapmaya çalışırlar. Bu gibi nedenler, kısa filmin kendi özgün dilini ve deneme alanında ilerleyebilmesinin önündeki engeller gibi duruyor.

‘OLANAKLARI DOĞRU YÖNLENDİRMELİYİZ’

- Kısa filmin geleceğini nasıl görüyorsunuz?

Teknolojinin yaygınlaşmasıyla birlikte sinema bilgisine ve film ekipmanlarına erişim, demokratikleşme sürecinde hızla ilerliyor. Artık film çekmek eskisi kadar zor değil. Her yaşadığımız anı çekiyor, paylaşıyor ve yapay zekâ ile yeniden yaratıyoruz. Hatta bunu gerçeğin yerine bile tercih ettiğimizi söyleyebilirim. Bu olanakların gelişmesi, insanlık açısından, hem sevindirici hem de endişe verici bir durum. Sahip olduğumuz imkânları daha verimli bir şekilde kullanmak ise tamamen bizim elimizde. Anlamlı ve özgün bir dramatik yapı oluşturmak için bu gücümüzü doğru yönlendirmek ise tamamen kendimizi eğitmekle mümkün. Genel olarak insanlığın ilerleyişini ve hayatta kalma çabasını, yaşamın kurallarına uyum içinde gördüğüm için; kısa filmin geleceğine de aynı hayata baktığım kadar olumlu bakıyorum.

- Yeni projelerinizden bahseder misiniz?

Sadece Ulusal Kanal’da yayınlayabildiğimiz, Ergenekon ve Balyoz kumpaslarını deşifre ettiğimiz, Nöbetçi Belgeseli’nden beri sürekli üretim halindeyim. Bundan sonra da öyle olacağım. Bir söz vardır “İnsan kendi tasarısından başka bir şey değildir. Yaptıklarının toplamından ibarettir.” Bu düşüncede olan biriyim. Bu yıl tamamladığımız belgesel projesi olan “Kadınge: Korkut Ata'nın Gelinleri” de kadın meselelerini ele alan, bu topraklardan doğmuş bir film. Binlerce yıllık bir geleneği köylerinde yaşatan ve gelecekte de yaşatmak için mücadele eden kadınların öyküsünü anlatıyor. Deyimlerin, bilmecelerin, atasözlerinin ve türkülerin görselleştirildiği bir belgesel. Bu filmimiz şimdi festival sürecinde, 28 Mayıs günü Uluslararası Sivas Film Festivali kapsamında gösterilecek. Ayrıca şu anda üzerinde çalıştığımız ve ilk uzun metraj filmim olmasını hedeflediğim “Çalıntı” filmi projesi gündemimizde. Seyirci ile buluşması en büyük dileğimiz. Çünkü sinemanın büyülü ışığının, içimizdeki karanlıkları aydınlıkla buluşturacağına inanıyorum.

Filmin Youtube bağlantısı: https://youtu.be/weTbaWDXNqI

Sonraki Haber