Büyük bestecilerin kaynakları: Gelenek, ulus, devrim

İstanbul Devlet Opera ve Balesi’nin Verdi ve Wagner’in eserleriyle düzenlediği konser büyük beğeni topladı. Konserin temasını oluşturan bestecilerin tezatlıkları ile ortak noktalarını, sanatçı Otilia İpek’le konuştuk

İstanbul Devlet Opera ve Balesi (İDOB) Sanat Danışmanı ve Solist Sanatçısı Otilia İpek’le, büyük beğeni toplayan “Giuseppe Verdi & Richard Wagner” Gala Konseri’nin içeriğine dair derinlemesine bir söyleşi yaptık. İDOB’un 30 Mart’ta Atatürk Kültür Merkezinde verdiği konser, müzikseverlerin yoğun alkışını almıştı. İtalyan operasının babası olarak bilinen Giuseppe Verdi ve Alman opera literatürünün en büyük bestecisi olarak anılan Richard Wagner’in tezatlıkları ve ortak noktalarının buluştuğu konserde, bu iki bestecinin şan tekniği açısından zorlayıcı ama müzikal anlamda çarpıcı ve tüm dehalarını ortaya koydukları yapıtlarından seçkiler bir araya geldi.

Konserde; Nabucco, Macbeth, Rigoletto, La Traviata, Aida, Otello, Falstaff, Lohengrin, Die Walküre, Parsifal gibi dünya opera literatürünün en çok sahnelenen operalarından aryalar ile adeta bir müzik şöleni yaşandı. İstanbul Devlet Opera ve Balesi Orkestrası’nı Şef İbrahim Yazıcı’nın yönettiği konserde, Koro Şefiliğini ise Paolo Villa üstlendi. Otilia İpek’e konsere dair sorularımızı yönelttik.

Otilia İpek

‘TARİHSEL AKIŞLA SUNDUK’

  • Konserde besteciler Verdi ve Wagner'in tezatlıkları ve ortak noktalarının buluşmasını anlatabilir misiniz?

Verdi ve Wagner, 19. yüzyılın bu iki dev bestecisi hakkında konuşulurken en çok aralarındaki zıtlıklardan bahsedilir. Aynı dönemde yaşamış, bestelemiş ve ünlenmiş oldukları için ister istemez bir kıyaslamaya sebebiyet verdiler. Ve bu kıyaslama o zaman başlayıp bugünlerde hâlâ devam etmekte.

Bizler de tam olarak bu noktadan başlayarak bu sene böyle bir konser düzenlemeye karar verdik. Başlık iddialı. O yüzden programını tasarlamak, hazırlama, icra etmek oldukça zorlu bir süreçti. Her iki besteci de aynı yıl doğdukları için bizler de tarihsel bir akış oluşturmaya çalıştık programı yaparken. Ayrıca bir bölüm Verdi, bir bölüm Wagner olarak iki ayrı bölüm yapmak yerine, arka arkaya Verdi ve Wagner eserlerinin icra edilmesini tercih ettik. Tam olarak bu iki bestecinin stil farklılıklarını ve opera besteciliğine olan yaklaşım farklılıklarını ortaya koymak istedik.

BESTECİLERİN ZITLIĞI VE BİRLİĞİ

Tarihte iki besteci hakkında kıyaslamalar yapılırken sıklıkla şöyle ifadelere rastlanıyor: Verdi daha popüler, Wagner daha ciddi. Verdi daha basit, Wagner daha kompleks. Verdi daha konservatif, Wagner daha radikal. Fakat derinlemesine baktığınızda, farklı yollardan da olsa, bu iki bestecinin ortak bir inovatif yanı olduğunu keşfediyorsunuz. Şöyle ki; Wagner, müziğini bestelerken çok daha cesur bir çizgi yakalıyor. Çağdaş armoninin temellerini atıyor. Dünyaya “Leitmotiv”i hediye ediyor.

Verdi ise her ne kadar daha geleneksel bir müzik çizgisi sürdürse de, yeniliğini Libretto’da konuşturuyor. Tarihten esinlenmeyi bırakıyor ve daha güncel, hayata dair, insanı önemseyerek güncel hayat hikâyeleri ele alıp bunları Libretto’ya çevirip opera besteliyor, ki o dönem için bu hiç alışılmış bir şey değildi. Böylece gelmekte olan Verismo akımının habercisine dönüşüyor.

Kısacası biz de bu konserle bu unsurları seçtiğimiz eserlerle vurgulamaya çalıştık. Gönül isterdi ki daha fazla vaktimiz olsun ve daha uzun sürelerde daha iyi anlatabilelim. Çünkü gerçekten bu olağanüstü iki besteciyi anlatmak için iki saatlik bir konser asla yetmez. Ama dilerim başka fırsatlar yakalarız ve bunu yeniden dinleyiciye sunmaya çalışırız.

Bir şey daha eklemek isterim. Kanımca sürekli rekabet içinde gösterilen bu iki besteci aslında birbirlerine gizliden gizliye hayranlık duyuyorlardı. Çünkü büyük sanatçılar muhakkak içgüdüsel de olsa, belki tam olarak kabul etmeseler de, bir şekilde ilham alıyorlar birbirlerinden. Muhakkak etkileniyorlar birbirlerinden. Verdi’nin söylediği iddia edilen bir söz okumuştum, ne kadar doğru bilmiyorum ama söylememiş olsa bile, son bestelediği eser olan Falstaff’ta bunu görebiliyorsunuz. Falstaff, çok farklı yapıda olan bir eser. Aslında Othello’yla bu değişim başlıyor fakat Falstaff çok ciddi farklı. Kendinize soruyorsunuz, bu Verdi mi, başka bir şey mi, yoksa Wagner’e mi benziyor diye. Derler ki Verdi, Falstaff’ı yazdıktan sonra şöyle demiş: “Bir ömür yaşamak ve bestelemek varmış, en sonunda Wagner gibi düşünmek için…”

‘SEYİRCİ COŞKUYLA KARŞILIK VERDİ’

  • Bu görkemli müzik şölenine ilgi nasıldı?

Konserlerimiz her zaman ilgiyle takip edilmektedir. Fakat Verdi-Wagner gibi bir başlığı ortaya attığımızda, inanın bizler bile merakla bekledik, acaba seyircinin bu sefer alâkası nasıl olacak, nasıl etkilenecek bu konserin içeriğinden diye. Bilhassa Wagner kısmı, nasıl karşılayacak o parçaları, atmosferi? Sevecek mi yoksa sıkılacak mı, salondan erken mi çıkacak? Bütün bunları açıkçası merak ettik. Fakat salon gerçekten doluydu ve konserin uzunluğuna rağmen seyirci sonuna kadar kaldı, inanılmaz bir coşkuyla hep karşılık verdi icralarımıza. Bu bizi çok mutlu etti ve heyecan verdi önümüzdeki projelerle ilgili.

MİLLİ KİMLİKLERİNİ YANSITTILAR

  • Birçok operadan seçmeler yer aldı. Eserlerin kökenleri hakkında neler söylersiniz? Bu eserler İtalya ve Almanya ülkelerinin geleneklerine mi dayanıyor? Bu büyük besteciler nelerden beslenmiş?

Her iki bestecinin de kökenleri, eserleri üzerinde şüphesiz ki çok etkili. Örneğin Verdi’nin yaşadığı topraklardaki müzik, halk şarkıları ve ondan önce müthiş eserler vermiş büyük besteciler; Rossini, Donizetti, Bellini, muhakkak Verdi’ye çok büyük ilham kaynağı olmuştur. Ayrıca Verdi’nin ulusalcı kimliği de çok etken. Örneğin ona ilk ün kazandıran Nabucco Operası, o dönemdeki İtalya’nın durumuna ayna tutuyor. Ardından Verdi bir çeşit halk kahramanına dönüşüyor.

Wagner ise Alman kökenleriyle son derece gurur duyardı. Kendini “En Almancı benim” şeklinde tarif ederdi. Hatta “Alman ruhunun vücut bulmuş haliyim ben” diye anlatırdı. Üç sene Paris’te kaldıktan sonra, Fransız ve İtalyan opera geleneğini kesin bir dille reddediyor ve yepyeni bir Alman operası geleneği başlatma kararı alıyor, onun temellerini atmaya karar veriyor. Sonraki eserlerde kullandığı mitolojik hikâyeler, hepsi Alman kökenli olmasa da, onun bu devrimci ruhunu temsil ediyor. Daha sonra Alman halk hikâyeleri de kullanıyor librettolarında. Böylece Alman kimliğini sağlamlaştırdığını ifade ediyor.

‘ULUSAL MÜZİĞİMİZ’ SERİSİ

  • Sahne üstü konserleri olarak müzikseverleri neler bekliyor?

Gerek piyano gerek orkestra eşliğinde bu sezon çok çeşitli konserler düzenledik ve düzenlemeye devam ediyoruz. “Ulusal Müziğimiz” adında bir seri başlattık ve bu kapsamda Cemal Reşit Rey, Nevit Kodallı, Yalçın Tura, Ulvi Cemal Erkin gibi bestecilere yer verdik. Çok yakın bir tarihte, bir Muammer Sun gecesi var.

Bunların dışında, Romantik Dönem bestecilerine, Lied dizileri içeren konserlere yer verdik. Donizetti, Bellini, Rossini eserlerinden oluşan bir Bel Canto gecesi oldu. Sırada bir İspanyol gecesi var. Ayrıca barok orkestrası eşliğinde bir Pergolesi-Stabat Mater olacak. Ve hem liedler hem enstrumantel parçaların yer alacağı bir Gabriel Fore gecesi olacak. Bu konserlerimiz kimi zaman Süreya Operası’nda kimi zaman da AKM’nin tiyatro salonunda düzenlenecek. Hepinizi her zaman bekliyoruz.

Sonraki Haber