Büyük Zafer’in 100. yıl dönümünde düşündüklerim

Sahip olduğu emsalsiz önderlik vasıflarına, askerî dehasına ve şahsî karizmasına rağmen Mustafa Kemal Paşa, Millî Mücadelemize kendi kişisel iradesini değil, milletin iradesini hâkim kılmıştır...

Gazi Mustafa Kemal Atatürk, devletimizin kuruluşunun 10. yıl dönümünde, Cumhuriyet Bayramımızda, 29 Ekim 1923 günü irat ettikleri nutukta şu sözleri de dile getirmiştir:

“Az zamanda çok ve büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü, temeli Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan Türkiye Cumhuriyeti'dir. Bundaki muvaffakiyeti Türk milletinin ve onun değerli ordusunun bir ve beraber olarak azimkârâne yürümesine borçluyuz.

“Büyük Türk milleti, on beş yıldan beri giriştiğimiz işlerde muvaffakiyet vadeden çok sözlerimi işittin. Bahtiyarım ki, bu sözlerimin hiçbirinde, milletimin, hakkımdaki itimadını sarsacak bir isabetsizliğe uğramadım.”

Atatürk “az zamanda” başardığı büyük işlerden aldığı haklı cesaret ve özgüven duygusuyla milletinin önünde ve tarih huzurunda bu sözleri yüz akıyla söyleyebilme mazhariyetine erişmiş bir müstesna lider ve önderdir. Geçen bir asır içinde dünyada tarihe mal olan olaylar, Atatürk’ün sözlerini bütünüyle doğrulamıştır. Atatürk, gösterdiği hedeflerde yanılgıya düşmemiştir. Samsun’a ayak bastığı günden itibaren söylediklerini, belirlediği hedefleri adım adım gerçekleştirmiştir.

‘VAZİYET VE MANZARA-İ UMUMİYE’

Atatürk, Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda vatanımızın içine düştüğü durumu büyük Nutuk’ta şu sözlerle tasvir etmiştir:

“1919 senesi Mayıs’ının 19. günü Samsun’a çıktım. Vaziyet ve manzara-i umumiye (durum ve genel manzara): Osmanlı Devleti’nin dahil bulunduğu grup, Harb-i Umumî’de (Genel Savaş) mağlûp olmuş Osmanlı ordusu her tarafta zedelenmiş, şeraiti (şartları) ağır bir mütarekename imzalanmış. Büyük harbin uzun seneleri zarfında, millet, yorgun ve fakir bir halde. Millet ve memleketi Harb-i Umumî’ye sevk edenler, kendi hayatları endişesine düşerek, memleketten firar etmişler. Saltanat ve hilâfet mevkiini işgal eden Vahdettin, mütereddi (soysuzlaşmış), şahsını ve yalnız tahtını temin edebileceğini tahayyül ettiği denî (alçakça) tedbirler araştırmakta. Damat Ferit Paşa’nın riyasetindeki kabine âciz, haysiyetsiz, cebîn (korkak), yalnız padişahın iradesine tâbi ve onunla beraber şahıslarını vikaye edebilecek (koruyabilecek) herhangi bir vaziyete razı. Ordu’nun elinden esliha (silâhlar) ve cephanesi alınmış ve alınmakta… İtilâf Devletleri, mütareke ahkâmına (hükümlerine) riayete (uymaya) lüzum görmüyorlar. Birer vesile ile, İtilâf donanmaları ve askerleri İstanbul’da. Adana vilâyeti Fransızlar; Urfa, Maraş, Ayıntap (Antep) İngilizler tarafından işgal edilmiş. Antalya ve Konya’da İtalyan kıtaat-ı askeriyesi (askerî birlikleri); Merzifon ve Samsun’da İngiliz askerleri bulunuyor. Her tarafta, ecnebi (yabancı) zabit (subay) ve memurları ve hususî adamları faaliyette. Nihayet, mebde-i kelâm (sözün başlangıcı) kabul ettiğimiz tarihten dört gün evvel, 15 Mayıs 1919’da İtilâf Devletlerinin muvafakatiyle Yunan ordusu İzmir’e ihraç ediliyor (çıkarılıyor).”

ATATÜRK SAMSUN’A ÇIKIYOR

Mustafa Kemâl Paşa, 19 Mayıs 1919’da Samsun’a ayak basarken kurtuluş ve istiklâl savaşımızı başlatma azim ve iradesine sahip bulunuyordu. Anadolu’da milletimizi Millî Mücadele için belirlediği hedeflerin arkasında toplamak için derhal düzenlemelere girişmişti.

22 Haziran 1919 günü yayınlanan Amasya Tamimi’nde “Vatanın bütünlüğünün, milletin istiklâlinin tehlikede olduğu” ilân edildi.

23 Temmuz 1919 günü toplantılarına başlayan Erzurum Kongresi’nde “Milli sınırlar içinde vatan bir bütündür, parçalanamaz” değerlendirilmesi yapıldı.

4 Eylül 1919 günü açılan Sivas Kongresi’nde Anadolu’nun temsilcileri “ya istiklâl ya ölüm” parolasını benimsedi.

Böylece “millî bağımsızlık ve egemenlik” hedefi doğrultusunda Millî Mücadele başlatıldı.

SAVAŞ VE DIŞ POLİTİKA

Atatürk savaşın dış politika aracı olarak kullanılmasını reddeden, karşılaşılan sorunların hallinde diplomasiyi kullanan bir dâhi asker ve önderdi. Bir hitabında savaş hakkındaki anlayışını şu şekilde dile getirmiştir:

“Behemehal şu ve bu sebepler için, milleti harbe sürüklemek taraftarı değilim. Harp zarurî ve hayatî olmalı. Hakikî kanaatim şudur: Milleti harbe götürünce vicdanımda azap duymamalıyım, öldüreceğiz diyenlere karşı, “ölmeyeceğiz” diye harbe girebiliriz. Lâkin, hayatı millet tehlikeye maruz kalmayınca, harp bir cinayettir.”*

Gerçekten de, Atatürk, vatanımızın düşman istilâ ve işgaline uğraması; bu durumun sonuçlarının teslim belgesi şeklindeki bir antlaşma ile milletimize zorla kabul ettirilmek istenmesi; Osmanlı Devleti’nin “kapitülasyon” cenderesi içinde milletlerarası camianın eşit bir üyesi olarak hareket etme yeteneğini kaybetmiş olması; bu yüzden de hükûmetin vatanımızın parçalanıp paylaşılması tertipleri karşısında direnme iradesi ve gücü ortaya koyamaması; istiklâlimizin, egemenliğimizin ve vatanımızın bütünlüğünün barışçı yollardan sağlanması ümidinin de tamamen yok olması üzerine, İstiklâl Savaşımızı, Millî Mücadelemizi başlatmıştır. Savaşa, vatanımız işgalden kurtarıldıktan sonra egemen eşitlik temelinde gerçekçi ve kalıcı bir barışı emperyalist devletlere kabul ettirmek amacıyla başvurmuştur. Bu suretle bölgesel ve evrensel barışa da katlıda bulunulacağına inanmıştır.

Erzurum Kongresi, 23 Temmuz-7 Ağustos 1919.

MİLLETİN İRADESİNİ HAKİM KILDI

Sahip olduğu emsalsiz önderlik vasıflarına, askerî dehasına ve şahsî karizmasına rağmen Mustafa Kemal Paşa, Millî Mücadelemize kendi kişisel iradesini değil, milletin iradesini hâkim kılmıştır.

23 Nisan 1920 günü Ankara’da açılan Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Millî Mücadelenin yürütülmesinde en üst irade olmuştur.

Atatürk’ün başkumandanlığı altında Millî Mücadelede yer alan seçkin kumandanların da sevk ve idare ettiği ordumuzun kazandığı her muharebe ile somut siyasî sonuçlar elde edilmiştir. Milletimizi millî bağımsızlık ve egemenlik hedefine götüren yolun temel taşları böylece birer birer döşenmiştir.

DOĞU CEPHESİ, GÜMRÜ ANTLAŞMASI

Bolşevikler, Ermenilere 1919 yılında Doğu Anadolu’da topraklarımıza yaptıkları saldırılarda destek vermişlerdir. Bu saldırılar sonucunda Ermeniler, Sarıkamış, Kars, Ardahan, Artvin, Batum ve Iğdır gibi yörelerimizi ele geçirmişlerdir.

Bolşevik Rusya 1920 yazında Ermenistan ile bir anlaşma yapmıştır. Bu anlaşmayla hemen hemen bütün ahalisi Türk olan Nahçıvan Ermenistan’a bırakılmıştır.

Bu tehlikeli gelişmeler üzerine Eylül 1920'de Doğu Cephesi'nde taarruza geçen Kâzım Karabekir komutasındaki 15. Kolordumuz, Mîsâk-ı Millî sınırları içinde olan Sarıkamış, Kars, Ardahan, Artvin, Batum ve Tuzluca ve Iğdır'ı geri almış ve Gümrü'yü de işgal etmiştir.

Bunun üzerine Ermeniler barış talep etme zorunda kalmış ve 2 Aralık 1920 tarihinde Gümrü Antlaşması imzalanmıştır. Gümrü Antlaşması TBMM Hükûmeti’nin akdettiği ilk atdlaşma olarak tarihe geçmiştir. Bu antlaşmanın asıl önemi, Antlaşmanın 10. Maddesinde Ermenistan’ın Sèvr Antlaşması’nın açıkça “yok hükmünde” kabul etmiş olmasıdır.

BATI CEPHESİ, 1. İNÖNÜ ZAFERİ

Batı Cephesinde de İsmet Paşa’nın kumandası altındaki ordularımızın Yunan ordusuna karşı 10 Ocak 1921’de kazandığı I. İnönü Zaferi de Millî Mücadelemizde sadece askerî alanda değil, diplomaside de bir dönüm noktası olmuştur.

I. İnönü Zaferi o güne kadar yenilemez olduğu düşünülen emperyalist güçlerin desteğindeki Yunan Ordusunun Anadolu’daki ilerleyişinin durdurulabileceğini ve hatta yenilebileceğini göstermiştir.

LONDRA KONFERANSI’NA DAVET

Millî Mücadele hareketinin hem Doğu hem Batı cephelerinde sağladığı başarıların diplomasimize olumlu yansıması gecikmemiştir. İngiltere TBMM Hükûmetini 21 Şubat 1921’de Londra’da açılan konferansa davet etmiştir. Bu davet Atatürk diplomasisinin doğru yönde ilerlediğinin ilk habercilerinden biri olmuştur.

MOSKOVA ANTLAŞMASI

Aynı günlerde Moskova’ya giden TBMM heyeti 16 Mart 1921’de “TBMM Hükûmeti” ile “Rusya Sosyalist Federatif Cumhuriyeti Hükûmeti” arasında çeşitli kaynaklarda “Kardeşlik Antlaşması” olarak da adlandırılan “Moskova Antlaşması’nı” imza etmiştir. Antlaşma’nın Dibacesi’nde “halkların kendi kaderini tayin etme” ilkesi ve iki taraf arasında “emperyalizme karşı mücadele dayanışmasının” varlığı vurgulanmıştır.

Bu Antlaşma ile Bolşevik Rusya Misak-ı Millî’yi tanıyan ilk devlet olmuştur. Gerçekten de Moskova anlaşması ile TBMM hükümeti, sınır meselesinde Batum, Ahıska ve Ahılkelek dışında Misâk-ı Millî’de öngörülen sınırları Sovyet Rusya’ya kabul ettirmiştir.

İki taraf arasında akdedilmiş olan eski antlaşmalar iptal edilmiştir. Osmanlı Devleti’nin Çarlık Rusya’ya karşı üstlendiği malî yükler silinmiş, kapitülasyonlar kaldırılmıştır.

Moskova Antlaşması’nın en önemli sonuçlarından biri de Türkiye’nin Türk Dünyası’na açılan kapısı mahiyetindeki Türk yurdu Nahçıvan’ın statüsü hakkında olmuştur.

YARIN DEVAM EDECEK

*Dipnot:

Atatürk bu sözleri 15 Mart 1923 tarihinde Adana’da çiftçilere hitaben yaptığı konuşmada dile getirmiştir. Bazı kaynaklarda bu sözdeki “cinayettir” kelimesi “cinnettir” olarak verilmektedir.

Sonraki Haber