Çağdaş Türk şiiri tartışmasında söz Şair Kaan Eminoğlu'nda: Şairler sosyal konumlarını değiştirmekten vazgeçti

Şair Kaan Eminoğlu, şair ve halk arasındaki ilişkiye, şairin toplumsal olaylara bakışına değindi. Neoliberalizmin erozyonundan şiirin de etkilendiğini belirten Eminoğlu, şairlerin sisteme kafa tutmaktan vazgeçtiğini söyledi.

Günümüzde Türk Şiiri soruşturmasına Kaan Eminoğlu’yla devam ediyoruz. Şairlerin sosyal konumlarını değiştirmekten vazgeçtiğini belirten Eminoğlu, “Şiir bitti mi?” tartışmalarıyla ilgili de “Eğer şiir bir noktalama işareti olsaydı virgül (,) olurdu. Eğer şiir bir matematik sembolü olsaydı sonsuzluk işareti (∞) olurdu.” yorumunu yaptı.

Şiirin halkla olan ilişkisine değinen Eminoğlu, şu soruyu sordu; “Banka yayınevlerinden çıkan antikapitalist şair, topluma nasıl sirayet edebilir? Gemimizi güvenle limana yanaştırabilecek tek Kaptan’ımız Attilâ İlhan medyanın yarattığı aşk fenomeni illüzyonuna gömülüp kültür dünyamızdan tecrit edilmedi mi?”

‘ARTIK ETNİK BİR ŞİİR YAZILIYOR’

-21. yüzyılda şiirin yeni bir tanımından söz edilebilir mi?

Şiire gömlek biçmek benim terziliğimi aşar ancak birkaç teğel atabilirim onun üzerine, birkaç Anadolu motifi işleyebilirim, kör gözle yapılmış sahipsiz bir nakış yakıştırabilirim ona. Şiir çok değişti, laf bu ya, sanki değişmeyen bir şey varmış gibi. Sosyal bir şiirdi bizim şiirimiz. Sosyal sınıflarının, toplumsal konumlarının şiirlerini yazıyorlardı şairlerimiz. Yoksulluk, düzene isyan, devrim… Değişmez izlekleriydi şairlerin. Çağın açtığı yarık ile değer yargıları da değişti. Kapitalizmin suni galibiyeti metamorfoza uğrattı bilincimizi. Artık etnik bir şiir yazılıyor. Öyle emrettiği için “yüce” kapitalizm. Etnik ya da ethos, bir kökene atıf değil. Toplumsal bir soyutlamaya atıftır. Şairler sosyal konumlarını değiştirmekten vazgeçti, köklerine döndüler. Tüm toplumla beraber. Eskiden solcu şair denilince sosyalist devrimci şairler akla gelirdi. Var olan düzenden memnun olmayan, toplumu çürüten iktisadi düzene kafa tutan. O düzenin içinde çırpınırken şiire sarılan. Şiirle ağlayan, şiirle gülen. Kendisini bir ankaya çevirmeye çalışan, şiirin küllerinden. Şimdilerdeyse sol, dinamizmini kaybetti.

Bu bir yenilginin değil, hırsızlığın sonucu. Neoliberalizm cinsiyet temelli ayrımların, ırk kökenli haksızlıkların, mezhepsel ayrışmaların temel çelişki olduğunu belletti şairlere. Özdemir İnce’nin dediği gibi “Karanlığı gören değil, karanlıkta gören” aydın şairler kırbaçlanarak atıldı arenanın dışına. Atılamayanların da dişleri ve tırnakları söküldü. Slogan şiir denilerek haysiyet cellatlarına teslim edildiler. Bu rüzgârın tozuna değilse de gürültüsüne kapıldım ben de. Çünkü durmak istediğim yer durduğum yerin ilerisine çizilmişti. O yüzden son kitabımda Aprın Çor Tigin’in yırlarını, Balasagun’un atlarını, Manas’ın bitmez tükenmeyen maceralarını “söyledim”; Eren Bülbül’ün susturulan sesi, Şenay Aybüke Yalçın’ın bitiremediği şarkısı, Destina Peri Parlak’ın karanlık/karangu yazgısı olmak istedim. Sorumluluğum bitti mi, asla. Ama hayıflanıyor insan, arada ve yersiz yurtsuz kalmışlığına.

‘ŞİİR HAYATIN MÜJDESİDİR’

-Dönem dönem ortaya atılan bir iddiadır. Şiir bitti mi?

Eğer şiir bir noktalama işareti olsaydı virgül (,) olurdu. Eğer şiir bir matematik sembolü olsaydı sonsuzluk işareti (∞) olurdu. Virgül devamlılığı işaret eder, bitişi değil; yitişi imler. Biçim değiştiren sözlerin habercisidir. Anlamın farklı bir deltaya doğru akacağına ilişkin bir ipucu ya da müjdecidir. Şiir de hayatın müjdesi hayalin habercisidir. Hayatla hayal arasında yapılmış gizli bir toplama işlemi anlaşmasıdır. Şairlerin hayatı aldatmak için gizledikleri ölümsüzlük iksiridir. Bu iksirin ustalarından Hüseyin Ferhad’ın deyimiyle “Hayat; hayal ve hakikatin toplamıdır.” Bana kalırsa (Kalır mı? Bilmem!) hayatın nefes aldığı yer olan şiir bu tanımın uzağına düşmez. Hayat varsa şiir vardır, şiir varsa hayat. Kitâbı Mukaddes’te “Başlangıçta söz vardı.” yazar, söz yani şiir. Başlangıcı başlatan anlam menbaı. Dibi görünmeyen kuyuya yalnızca şairlerin ve şiir ehli olanların uzatabildiği sarkacın denge umududur.

Şiir bitmez, yitirilmez anlam değiştirir. Sonsuz kere sonsuzun çarpımıdır matematikte. En eski ve en yeni sanattır. Kimi zaman ilahi bir grotesktir kimi zaman putperest bir vecd. Yaratıcı olan tanrının tamamlayıcısı. Öyle ya lanetlenmiş şairler. Sözün gücü ürkütmüş imparatorları bile. Bu yüzden şiirin yaratıcılığıyla Tanrı’nın yaratıcılığı arasında bir ilişki olmalı. En azından Hristiyanların kutsal kitabı bunu söylüyor. Ben Kitab-ı Mukaddes’e değil, Oktay Akbal’a inanırım. O, “Önce Şiir Vardı” diyor. Onun yalancısı ya da doğrucusu olmak, her şair için bir şiir borcudur. Başlangıcı başlatan bitişi de hazırlıyordur. Dünya var oldukça şiir de olacaktır. Bu dünyaya ilişkin tek kesin yargı budur.

‘ŞİİR OKUNDUKÇA ŞAİRİN CANINA OKUNUYOR’

- Şiirin halkla arası nasıl? Geniş kitleler şiirin sesini ne kadar duyuyor?

Şiirin işlevselliği ve okunurluğu yüzyıllardır sorgulanır. Açın Latifi Tezkiresi’ni şiir okunmadığından dert yanıldığını görürsünüz. Elbet okunmaz, çünkü şiir kendini hatmedebilecek ya da hazmedebilecek bir okur ister. Hayatın yorgunluğu ve yoğunluğu arasında kaybolan insanın kazamayacağı kadar derin bir topraktadır. Şeyh Galib’in deyimiyle, hazineler viranelerdedir. Viran olmuş gönüller, viran olmuş hayatlar ve bu hayatın karikatürü gibi kişilerin elinden çıkan sihirli sözcükler toplumun geniş kesimlerinin ne zaman ilgisini çekmiş ki bugün çeksin? En büyüğümüz, Sultan-ı Şuaramız Nâzım’ı kim okuyor bugün? Kim sorguluyor şunu acaba:

Banka yayınevlerinden çıkan antikapitalist şair, topluma nasıl sirayet edebilir? Gemimizi güvenle limana yanaştırabilecek tek Kaptan’ımız Attilâ İlhan medyanın yarattığı aşk fenomeni illüzyonuna gömülüp kültür dünyamızdan tecrit edilmedi mi? Ahmed Arif şiirine dar ideolojik prangalar vurulup şairin toplumcu sesi siyasilerin yanlış bilinç enstrümanına çevrilmedi mi? Evet şiir okunmuyor ancak bunları gördükten sonra “İyi ki şiir okunmuyor, şiir okundukça şairin de canına okunuyor çünkü.” demekten başka ne kalıyor bize? Beni yanlış anlatan bir odağın çekimine girip bir milyon kişi tarafından okunmaktansa beni anlayan on kişinin şairi olmak bu çağ için küçümsenemeyecek derecede büyük bir başarıdır.

‘ŞİİR MÜZİĞİN TANRISIDIR’

-Bir fikir de şu: Şiirin aslında bütün biçimlere etki ettiği, onların içine sızdığı şeklinde. Bu bağlamda şiir ve resim, şiir ve sinema ve şiir ve müzik birlikte değerlendiriliyor. Sizce bu doğru mu? Doğruysa bu bağ nasıl oluştu?

Her estetik unsurun kendine özgü durumları vardır. Bana kalırsa en manipüle edici güç olsa da en zayıf estetik sinema sanatındadır. Okura alan bırakmaz sinema. Her şeyi verir. Zihni çalıştırma olanağından mahrum bırakır izleyiciyi. Hayal gücünü dumura uğratır. Zihni tembelleştirir. Şiir tam tersidir. Yorar okuru. Onu kurmaktan çok kurgusuna davet eder. Hiçbir şey vermese bile çok şey ister. Çok şey: derin bir kültür, uçsuz bucaksız bir sabır. Resimse boyalarla yazılan şiirdir. Dünyanın ahengini fırçaya dökmektir. Şiirle ilişkisi şairin sözü ressamın gözü olmuştur denilebilecek türdendir. Anlam arayışımızın soylu bir durağıdır resim. Şiirle kan kardeştir, üvey değil. Şiir müziğin tanrısıdır, tınısıdır. Ona ahenk veren, ruh üfleyen ilahi dokunuştur. Akis ile ayna, şiir ile müzik. Fırsat ile isnat gibidir. Sözün yarattığı fırsat müzikle isnat olur. Tellere, tuşlara ve en sonunda yüreklere dokunur. Her şey şiirden gelir ve şiire gider. Şiiri terk edenlerin merakları bumerang olup şiire döner. Dedim ya şiir bir tanrı, diğer sanatlar da o tanrının çocukları; kimi uslu kimi uçarı.

‘İNSANA DOKUNMAYAN ŞİİRLER YAZILIYOR’

-Son dönemde şiir kitaplarının satış oranları hayli düşük. Eskiden olduğu gibi dişe dokunur şiir eleştirileri ve polemikleri de yayınlanmıyor. Bunun sebebi nedir?

Bana kalırsa şiirin ne kadar okunduğu değil ne kadar dokunduğudur aslolan. İnsana dokunmayan şiirler yazılıyor günümüzde. İnsanın da şiirin de isyan gücü azaldıkça nisyan gücü arttı. Bu yüzden bir hatıra defteri olmalı şiir, bir zamanlayıcı, sabahın beşine kurulu çalar saat. Rahatsız etmeli ve uyandırmalı. Merak duygusunu cezbetmeli. Şiir merak duygusunu kaybetti yirmi birinci yüzyılda. Belki bundan bu kadar okunmaz olup bu kadar yazılır hâle geldi. Okur da bölündü. Toplumsal kutuplaşma her grubun siyasi bir ilahı, söz silahı, estetik cerrahı olan şairler yarattı. Gök kanlı, kızıl kanlı, yeşil kanlı ve hafakanlı şairler olarak parçalandı loncamız. Şeyhi olmayan bir ahi, çırağı olmayan bir usta, ustalaşmayan bir ustura oldu şiir. En çok onu yazanı yaraladı, En az onu okuyanı kesti.

Jiletle değil biletle giriliyor artık şairlerin yanına, belki de sırf bundan. Gök kanlı ve hafakanlı bir melez şair olarak yer aldım ben de. Mavi kanım beni okunur kıldı hafakanım beni yazar yaptı. Bu yüzden bugün birçok şairle kan uyuşmazlığı var aramızda. Kanımızın uyuşmadığıyla düelloya çıkamıyoruz ama. Düello bir hayli batılı bir gelenek. Bizse doğuluyuz. Pusuya kuruluyuz. En olmadık yerde ortaya çıkıyor kusurumuz. Eleştiri bize uzak, ne bir Ataç’ımız var artık ne de bir Fethi Naci’miz. Bugünlerde herkes biraz yalancı herkes biraz ricacı. Düşüncenin çölü bu. Bu yüzden bir türlü bulamıyoruz doğru yolu.

‘EGEMENLER DÜN DE BUGÜN DE KORKMAKTA HAKLI’

-Şairin toplumda yönlendirici bir gücü vardı. Şair duyarlılığından ve şiirinin etkisinden hep söz edilir ki bu yüzden geçmişte pek çok şair gazaba uğramıştır. Günümüzde şairin böyle bir gücü kaldı mı?

Tahsin Yücel’in Peygamberin Son Beş Günü adlı romanında hapse girmediği için saygınlığını kaybeden ve artık şair sayılmayan Peygamber lakaplı şairin saygınlığı tekrar kazanabilmek adına hapse girmek için verdiği uğraş anlatılır. Kaba bir gerçek ince bir ironiyle anlatılır. Kendi varlığını konumlandırmak için verdiği uğraş dikkate alınır şairin. Bu uğraş saygınlığın demir kapısını açan gümüş anahtardır. Yanlış yere varsa da arayışı ilham olur kalabalıklara. Buna duyarlılık da diyebilirsiniz diğerkamlık da. Şair hırpalanmış bir öznedir. Darağaçları boyunu aşmıştır. Kalemi çarmıha gerilmiştir. Politik ve poetik olarak yalnızdır, insan olarak yapayalnız. Bu fakir belki bu yüzden son kitabının adına Yalnızım Türkiye Kadar demiştir. Beni kimse yanlış anlamasın, şair bir ermiş değildir. Gücü bırakacağı birkaç dize verebileceği bir umut kırıntısı kadardır. Dünyadaki nasibi bırakabileceği kadar ölümsüzlük pusulası bırakmaktır. Onu başaran şiir silah, başaran şair ilah olacaktır. Şairin gazabı koca bir insanlık tarihine azap yaşatacak kadardır. Ondan korkulmalıdır, egemenler ondan korkmakta geçmişte de haklıydı bugün de haklı.

‘ŞAİR BİR YERDE DURMAZ

BİR YERE SAVRULUR’

-Tarihin doğru tarafında durmak bir mesele. Günümüzde de bu konuda turnusol olabilecek pek çok olay yaşandı. 21.yüzyılda şair duruşunu nasıl belirlemeli?

Şair zarardadır. Şiir de işportada. Böylesi bir “piyasada” şairin zararın neresinden dönse kâr edecek durumu kalmamıştır. Şair zararına da olsa hayatla zar atan adamdır. Yenilenin sözcüsü, ayrık olanın gözcüsü, yaşamın/yaşantının özcüsüdür. Bir yerde durmaz, bir yere savrulur. Bunu estetik bir duyarlılıkla yapar. Yüreğinde yumruk biçiminde bir kalp taşır. Derya olur o kalp sözcük sözcük taşar. Şair şiiriyle yaşar, şiiriyle ölür. Şiir neredeyse orada durur ya da oraya zincir vurur. Durduğu yer yanlışsa da şiiri bulmak adına o yanlıştan vazgeçmez. Eğer o yanlış; yaratma ilhamı veriyorsa ona, saygınlık kaftanı giydiriyorsa üstüne insan yanı ağır basar. Bu yüzden şair sözü yalandır. Güven duyulamaz ona. Geçmişte ne kadar romantikse bugün o kadar pragmatiktir. Farklı örnekleri yok mu? Çok.

Ancak sui misal misal değildir. Entelekt sahibi olanı devdir. Arayıp bulmak gerekir. Çarşılarda, pazarlarda, şiir morglarında, şair mezarlıklarında. Yüreklisi köz gibi yakar, tutuşturur. Yüreğini ortaya koyan şairlere hasret bir toplum var. Bunun farkındayım. Belki toplum farkında değildir. O boşluğu, toplumun yürek boşluğunu doldurmak için çok çabaladım, o yüzden adım her daim ezilenlerle; dili olan ama avazı olmayanlarla yan yana yazılıdır. 21. yüzyılda şair sesini değil, sesinin yankısına odaklanmalıdır. Yazgısı şair olanın, yankısı çığlık olur. Unutulmamalıdır. Çarmıh gibi zihinlere çakılmalıdır.

Sonraki Haber