Cemal Süreya ve şiir

Cemal Süreya devrimcidir. Sosyalisttir. Ortadoğu kültürü diyebileceğimiz kendi birikiminin yanı sıra çok iyi bildiği Batı kültüründen, şiirinden de beslenmiştir. Cemal Süreya için tutkunun ve aşkın şairi de denebilir. Aşk, onun şiirinin de, yaşamının da vazgeçemediği tuzu biberidir

Cemal Süreya, Aralık 1989’da, 58 yaşında, 21 gün sürecek derin bir komaya girdi. Onu 9 Ocak 1990 günü yitirdik. Süreya, hem şiiriyle hem de şiiriyle yarışan düzyazılarıyla, bir kuyumcu gibi işlediği Türkçemizi zenginleştirmiş, güzelleştirmiştir. O bir Türk şairidir ama aynı zamanda bir dünya şairidir. Çünkü insanı ve insana özgü duyguları çok güzel anlatır. O, büyük bir şair, yazar olduğu kadar çok yönlü, çok birikimli, özgün bir aydındı. Çalışkandı. Cesurdu. Dürüsttü. Zekiydi. Cömertti. Çok kırılgan ama aynı ölçüde de bağışlayıcıydı. Küçük bir davranış, tatlı bir söz bütün kalleşlikleri unutmasına yeterdi. İnsanları iyi olan yanlarıyla severdi. Dersim İsyanı sonucu sürgün edilen Kürt (Zaza) kökenli bir ailenin çocuğu olmasının, yaşadıklarının, ayrıca küçük yaşta annesini kaybetmesinin Cemal Süreya’yı çok duyarlı ve kırılgan yaptığı söylenebilir. Ama acı çekmeseydi, insanlığın duygularını, acılarını, sevinçlerini anlayıp böyle güzel anlatabilir miydi? Tartışılır. Cemal Süreya devrimcidir. Sosyalisttir. Ortadoğu kültürü diyebileceğimiz kendi birikiminin yanı sıra çok iyi bildiği Batı kültüründen, şiirinden de beslenmiştir. Cemal Süreya için tutkunun ve aşkın şairi de denebilir. Aşk, onun şiirinin de, yaşamının da vazgeçemediği tuzu biberidir. Öylesine güçlü bir tutkuyla sever ve bu duyguyu öyle güzel anlatır ki etkilenmemek olanaksızdır:

Kalbim, Kalbim! Söyle şimdi ne yapacağım ben bu kalbi?

Ne yaparım söyle daha da derine düşerse yaram

Ben sana rastladığım günlerde, hangi günlerdi onlar

Tuhaf şey bir günde değişiyor kişi

Senden öncesi öyle uzak ki anıları bile yok sanki

Geldin masaya oturdun ve hayatımı böldün bir milât gibi"

Veya: “Bilinir ne usta olduğum içlenmek zanaatında

Canımla besliyorum şu hüznün kuşlarını

Sen kalabalıkta bulup bulup kaybettiğim kimya

Yokluğun gayrı şuradan şuraya geldi

Bir günler şölenlerle egemen ülkende

Şimdi iri gagalı yalnızlıklar dönüyor

N'olur ağzından başlayarak soyunmaya

Bir kez daha sür hayvanlarını üstüme üstüme

Çık gel bir kez daha yıkıntılardan

Çık gel bir kez daha beni bozguna uğrat

Ya da: “Öyle düzeltici öyle yerine getiriciydi sevmek

Ki Karaköy köprüsüne yağmur yağarken

Bıraksalar gökyüzü kendini ikiye bölecekti

Çünkü iki kişiydik

Oysa bir bardak su yetiyordu saçlarını ıslatmaya

Bir dilim ekmeğin bir iki zeytinin başınaydı

doymamız

Seni bir kere öpsem ikinin hatırı kalıyordu

İki kere öpeyim desem üçün boynu bükük

ŞİİRİNİ YARATICISI OLDUĞU BİR DİLLE KURUYOR

Cemal Süreya, şiirini, yaratıcısı olduğu bir dille kuruyor. Bu dilde gülümseme, ince bir alay, mizah, neşe ve derinlerde kanayan yaraların sızısı, hep bir aradadır. En önemlisi de her dizesi devrimci ve parlak bir zekânın ışıltısını taşır. "Teknokratlar" şiirinde Mimar Sinan'a şöyle seslenir:

Bütün mimarlar yüksek, mühendisler de

Bir sen kaldın alçak mimar ey Sinan Usta!

Cemal Süreya'nın bir sözcük tutkunu, hatta çılgını olduğu rahatlıkla söyleyebilir. Sözcüklere yeni anlamlar verir, onları zenginleştirir. Hukuk, ekonomi dilinde ya da bürokraside kullanılan sözcükleri şiirlerinde ya da düzyazılarında öyle bir kullanır ki, pek de sevimli bulmadığımız “yürürlüğe girmek”, “sürgün olmak”, “zimmetine geçirmek”, “vergi salmak” gibi sözlere tutuluruz.

Patronunun karısını zimmetine geçirip

Amasya'dan Kars'a kaçmakta olan sayman yardımcısıyla

***

Sevişmek bir kere daha yürürlüğe giriyor

Bütün kara parçalarında

Afrika dâhil

***

Sen yüzüne sürgün olduğum kadın

Onun şiirinde gülümsemeyle hüzün yan yanadır:

Yakasında kocaman bir düğme

Sevinci bitiştiren acıya”

***

Bende tarçın sende ıhlamur kokusu

Az mı dolandık Başkentin sokaklarında

Ama işte şölenin kaçınılmaz acısı

Bizim payımıza düştü sonunda

Ortadoğu” şiirinden en sevdiğim dizeler, sanki bizleri, altüst olan bugünkü yaşamımızı anlatıyor gibidir:

Biz yeni bir hayatın acemileriyiz

Bütün bildiklerimiz yeniden biçimleniyor

Şiirimiz, aşkımız yeniden,

Son kötü günleri yaşıyoruz belki

İlk güzel günleri de yaşarız belki

Kekre bir şey var bu havada

Geçmişle gelecek arasında

Acıyla sevinç arasında

Öfkeyle bağış arasında

DÜŞÜNSEL KAYNAKLARI NEYDİ?

Doğu Perinçek “Cemal Süreya'nın düşünsel kaynakları nedir?” sorusuna Parti ve Sanat adlı kitabında özlü, açıklayıcı bir yanıt veriyor:

Birincisi, kendi gerçeğidir. Bir göçebenin hayatıdır bu gerçek, sürgünle başlar, maliye müfettişi olarak devam eder.

İkincisi, Mezopotamya'nın derinliklerinden gelen Ortadoğu kültürüdür. Cemal Süreya, efsanesini ve düşlerini buradan alır.

Üçüncüsü, Batı'nın materyalizmidir. Paris'ten alınan gerçeklik duygusudur, özgürlük tutkusudur ve emekçi değerleridir.

Böylece coğrafya ile tarih, Doğu ile Batı, gerçek ile düş, efsane ile gelecek kesişir onun şiirinde.

Cemal Süreya da beslendiği kaynakları benzer bir biçimde açıklıyor: “Ben hem Batı edebiyatının hem eski edebiyatımızın kaynaklarıyla beslendim. Eski edebiyatımızın değerlerini elden çıkarmadım. Alaturka yanım oradan gelmektedir. Ben öyle bir insan grubu içindeyim ki, bir ayağını sosyalizme atmış, öbür ayağını feodaliteden kurtaramamış."

‘ŞİİR ÜLKESİNİN İNCE İĞNE OYACISI’

Tanınmış bazı şair ve yazarlar Cemal Süreya'nın şiirini şöyle değerlendiriyorlar:

Doğan Hızlan, onun şiir işçiliğindeki gizin “dille oynamak, dile olabildiğince plastik biçimler vermek, sözcüklerin çağrışımlarını gidebileceği son durağa kadar izlemek” olduğunu yazıyor.

Adnan Binyazar'a göre Cemal Süreya “şiirin Picasso’sudur; şiir ülkesinin ince iğne oyacısı”dır.

Enis Batur onun için “Türk şiirinin en siyasi temsilcilerinden biri” der ve ekler: “Ne söyleyecekse, dimdik söylemiştir.

Orhan Kahyaoğlu, Cemal Süreya'nın “Marksizmle sanat arasındaki ilişkilere derinlemesine bakan nadir isimlerden biri” olduğunu yazar.

İlhan Berk “Onlar İçin Minibüs Şarkısı” şiirini Marksist şiire örnek gösterir.

Fethi Naci'nin saptaması ise şöyle: “Cemal Süreya'da ‘siyasal’la ‘şiirsel’ hakkındaki bilgi atbaşı gider.

Melisa Gürpınar onun şirindeki toplumculuğu hoş bir benzetmeyle anlatır: “Gece yağan yağmur gibiydi onun toplumculuğu. Sabah anlardınız, kokudan, çiğden, bir gece önce yağmur yağdığını.”

Mehmet Doğan, Cemal Süreya'nın şiirinin rahatlatıcı değil, düşündürücü ve uyarıcı olduğunu vurgular.

Turgay Fişekçi, Cemal Süreya'nın çağdaş şiirimizde şiir sanatı üstüne en çok düşünmüş şairlerden biri olduğunu belirtir.

ŞİİRİN CEMAL SÜREYA İÇİN ANLAMI

Niçin şiir yazıyor? Onun bu soruya yanıtı tutkunun en güzel anlatımı olmalı: “Dramım, açmazım, kurtuluşum, batağım, sevgilim, babam, gözaltım ve kendi kendimi hiçlemeyi bilişim… Daha önemlisi, yazgım olarak da görüyorum onu.” “Yazma edimimde bir av, bir başarı isteği, bir görünme tutkusu yok gibi geliyor bana. Varsa da, farkında değilim.” “Metnin ağardığı, şiirin artık ortaya çıkar gibi olduğu an ve onu izleyen kısa süre ise öyle büyük bir sevinç getirir ki, galiba, bugüne dek sadece o sevinci duymak için yazdım.”

Yitirilen değerlerden kimilerinin izi ne yazık silikleşirken Cemal Süreya'nın izi yıllar geçtikçe belirginleşiyor. Yapıtları dilden dile dolaşıyor. Kitapları basılmaya devam ediyor. Şiirinden dizeler, TV dizilerine bile giriyor. Sevgili şairimiz Cemal Süreya yaşıyor…

Yunus Emre'nin de dediği gibi:

Ölürse tenler ölür

Canlar ölesi değil

Kaynak: Feyziye Özberk, “Cemal Süreya, Papirüs Düşçüsüyle Buluşma”, Boyalıkuş, Edebiyat, 2016.

Sonraki Haber