Cengiz Samsun bizim Karagöz’ü anlattı: Hayali perdeye ‘hayal’lerini yansıtır

Sanatçı Cengiz Samsun Karagöz oyununun günümüzde basit bir oyuna indirgendiğini ancak gerçekte toplumsal ve siyasal yaşamın nabzını tuttuğunu söyledi. Karagöz sanatçısına hayali dendiğini kaydeden Samsun, bu sanatın basit bir gölge oyunu olmadığını belirtti

Cengiz Samsun bizim Karagöz’ü anlattı: Hayali perdeye ‘hayal’lerini yansıtır

Türk tiyatrosunda ve kültüründe önemli bir yer tutan Karagöz ve kukla geleneğinin derin tarihsel kökleri var. Tiyatro Sanatçısı Cengiz Samsun, tiyatroya başladığı günlerden bugüne karagöz ve kukla sanatıyla ilgileniyor. Karagöz’ün Tanzimat aydınları ve daha sonra köşebaşı oyuncularının yarattığı yüzeyselleşme nedeniyle bugün basite indirgendiğini söyledi. Samsun’la Karagöz’ü ve hayal sanatını konuştuk.

‘DÜNYANIN EN ESKİ GÖSTERİ BİÇİMİ’

-Kukla sanatını bize anlatmak isteseniz nasıl anlatırsınız? Kuklanın hem Türk tiyatrosunda hem de Asya’da tarihsel kökleri var. Çin’de festivallerin yapıldığı biliniyor.

Kukla en genel tanımıyla, kuklacı adı verilen, çoğunlukla tek bir sanatçının insan veya hayvanları temsil eden figürleri canlandırma işini üstlendiği tiyatro ve performans şeklidir.

Tarih boyunca kukla basit bir çocuk oyuncağı olmaktan ötede bir misyon üstlenmiştir ama... Dünya çapındaki toplumlarda kukla bir eleştiri mekanizması, propaganda aracı, eğlence unsuru, toplum gözlemcisi ve dini inanç ögesi olarak rol oynamıştır.

Kuklanın ortaya çıkışı konusunda dini-büyüsel-ritüel kökenli olduğu ya da çocukların bez bebeklerle oynadıkları oyunların kukla tiyatrosunun doğuşunu oluşturması gibi tezler vardır.

Bir çok araştırmacıya göre kukla ilk olarak tapınma içgüdüsüne hizmet etmek amacıyla dinsel törenlerde kullanılan bir nesne olarak ortaya çıkmıştır. Şamanların farklı amaçlar doğrultusunda ayinlerinde kuklaları kullandığını birçok kaynak bildirmektedir.

Kimisine göre kukla, başlangıçta bir çocuk oyun objesidir sonradan tiyatrodan daha çarpıcı bir şey olarak düşünüldü. Sonra aşama aşama tiyatro oyuncusu olarak yerini aldı.

Anlıyoruzki kukla, oyunu olarak bu performans biçimi, çok eski tarihlerden günümüze ulaşmış dramatik eğlencenin evrensel bir biçimi. Tarihte ve günümüzde çok yaygın bir gösteri biçimidir.

Yunanistan’da Mimos, Java’da Semar, Türkiye’de Karagöz, Almanya’da Hanswurst, İngiltere’de Punch, İtalya’da Policinelle, Çek Cumhuriyetinde Kasper, Ruya’da Petruşka ve diğerleri gibi.

Yani dünyanın en eski sanatı ya da gösteri biçimi diyebiliriz sanırım. Görünen o ki insanla birlikte hep var olagelmiş kukla biçimleri.

KARAGÖZ NASIL ORTAYA ÇIKTI?

-Karagöz ve Hacivat’ın gerçek hikâyesi nedir? Meşhur filmde Ezel Akay’ın anlattığı gibi mi?

Ezel Akay’ın filmine bir sinema filmi olarak bakmak gerekir. Odağına mizah ve mizahın gücünü alan bir film. Bunu da Karagöz üzerinden anlatmayı tercih etmiş bir sinema eseri. Seçtiği konu gereği de efsanelerden ve efsanelerin geçtiği dönem ve coğrafyadan faydalanıyor. Burdan bakınca çok başarılı buluyorum ve defalarca izledim doğrusu. Ancak bu filmi bir Karagöz-Hacivat filmi, tarihi belge filmi olarak görmek doğru olmaz. Karagöz’ün ortaya çıkış efsanesini anlatması itibariyle küçük farklılıklar dışında evet doğru bir izleğe sahip. Ancak Karagöz ve Karagöz kültürünü-tarihini anlamak için yeterli ve bilimsel değildir. Zaten filmin öyle bir iddiası da yok.

Belge ve bilgiler incelendiğinde gölge oyununun Anadolu’ya gelişiyle ilgili değişik görüşler ileri sürülür.

Birincisi ‘’gölge oyununun’’ Çin’den Moğollara geçtiği, buradan da Türklerin Anadolu’ ya göçleri sırasında beraberlerinde getirmiş oldukları şeklindedir. Bu görüş daha çok araştırmacı Georg Jacob tarafından savunulmaktadır.

İkinci görüş ise Karagöz'ün Türkiye'ye geliş tarihi ile, çingenelerin geliş tarihlerinin çakışması, Karagöz'de rastlanan bazı çingene özellikleri nedeniyle gölge oyununu Java ve Hindistan'dan Türkiye'ye çingene oynatıcılar eliyle getirilmiş olduğudur.

Bir diğer görüş ise gölge oyununun Yahudiler tarafından İspanya ve Portekiz'den getirilmiş olabileceğidir.

Yaygın kabul gören görüş, Prof. Metin And’a aittir. And’a göre gölge oyunu Mısır’dan gelmiştir. Bu görüşe göre 1517 yılında Mısır'ı ele geçiren Yavuz Sultan Selim bir gölge oyunu sanatçısının Memluk Sultanı Tumanbay'ın asılışını canlandırdığı gölge oyununu izlemiş, bu sanatçıları İstanbul'a getirmiştir. Türkler de bu sanatçılardan gölge oyununu öğrenmişlerdir.

Bu görüşlerin tamamı birer iddia ve yorumdan ibarettir. Bu konu daha çok bilimsel araştırma ve tartışmaya muhtaçtır. Yeni çalışmalar-tartışmalar daha fazla veri ortaya koyacak ve yeni

tezlere zemin hazırlayacaktır. Eminimki sayın And hayatta olsa o da yeni veriler ışığında tezini yeniden elden geçirirdi.

Herkesin zaten bildiği Bursa Ulu Cami efsanesini tekrar etmeye gerek görmüyorum. Herhangi bir bilimsel veriye ya da kanıta dayanmadığı, sadece bir ‘’efsane’’ olduğu aşikardır. Olsa olsa toplumun Karagöz’ü ne kadar sevdiğine ne denli içselleştirdiğine güzel bir kanıt teşkil etmesi nedeniyle değerli bir halk hikayesidir.

-Siz aslında Karagöz’ü yaşatıyorsunuz ve geleneği de biliyorsunuz. Bugüne kadar neler değişti?

Bu soruya şöyle cevap aramalıyız. Karagözde neler değiştiğini anlamak için önce Karagözün ne olduğunu anlamamız gerekiyor. Onun için şimdi Karagöz’ün nasıl tanımlandığına bir bakalım.

‘’Karagöz Türklerin gölge oyunu tekniğinden yararlanarak kendi sanat ve estetik anlayışlarına göre geliştirip oynattıkları bir gölge tiyatrosudur.’’

Şimdi biz artık biliyoruz ki Karagöz'den önce Akdeniz'de gölge oyunu vardı. Mısır, İtalya, İspanya...vb. Batılı seyyahların yazılarında bu kayıtlara geçmiştir. Osmanlı yayılımı ile özellikle İslam dünyasında gölge oyunu yerini Karagöz'e bırakmıştır. Fakat seyyahların kendi kültür ve bilgileri ve benzetmeleri nedeniyle Karagöz de gölge oyunu sınıflandırmasına dahil edilmiş, öyle tanımlanmış. Bizde de bu konudaki çalışmalar genel olarak çeviri üzerinden yapılınca maalesef kendi sanatımızı-kültürümüzü bugün de bu literatür üzerinden tanımlamaya devam ediyoruz.

Peki Karagöz gölge oyunu mudur gerçekten?

Bilinen yerli kayıt ve kaynaklarda ‘’Hayal-i Zıll ya da Zıll-i Hayal, Hayal Oyunu ya da Karagöz’’ şeklinde geçmektedir. Mesela George Jacop 19. yy da ise Karagöz'e ‘’ombre chinoise’’ demiş. Çünkü dünyada sadece Karagöz ve Çin geleneğinde renkli resim yansıtma söz konusudur. Oysa Gölge oyunu beyaz perdeye siyah silüet düşürülerek oynanır. Peki biz Karagöz perdesinde ‘’gölge’’mi görüyoruz? ‘’Renkli gölge’’ mi yoksa? Renkli gölge olabilir mi? Ya da perdede tasvirlerin (iki boyutlu deri kuklalar) yansımalarını mı görürüz yoksa kendilerini mi? Acaba gölge oyunu tanımı Karagöz'ü karşılar mı? Yazık ki bugüne kadar bu sorular pek sorulmamış gibi duruyor. Yakın zamanda rahmetli olan Hayali Alpay Ekler bu konuyu dile getirene kadar bunun pek üstünde durulmamış. Hoş şimdi de kimse ezberini bozmaktan yana değil. Ama en azından sayın rahmetli usta biz Karagözcüler arasında böyle bir tartışmanın önünü açmış oldu.

Şu halde biz Karagöz’e Çin Gölgesi mi demeliyiz? Yoksa ‘’hayal, zıll, yansıtma, gölge’’ sözcüklerini derinlemesine inceleyip, Karagöz’ün özüne ruhuna uygun,toplum ve coğrafyanın kültürünü, yaşamı algılama biçimlerini unutmadan yeni bir tanımlama mı yapmalıyız? Var olduğu kültürde, yaşadığı ve yaşattığı dilde Karagöz’ü karşılayacak bir tanımlama…

Öte yandan Karagöz oynatanlara verilen ismi incelemek bile tek başına bu tanımlamayı sorgulamaya yeterli olacaktır.

Karagöz oynatanlara Hayali denir. Hayali yani Karagöz oynatan oyun metnini kendisi yazar, oyun tiplerini kendi tasarlar, nevregan denen bıçaklar, çeşitli zımbalar, deliciler ile işler ve kendi hazırladığı kök boyalarla bunları boyar, oyunu tek başına oynar ve tüm şarkıları da bizzat canlı olarak seslendirir. Hayali bir yazardır, bir ressamdır, bir oyuncudur, bir musiki icracısıdır.

Yani Karagözcü hayal eder yaratır ve uygular-canlandırır. Onun için ona ‘’gölgeci’’ değil Hayali denir. Çünkü hayali perdeye gölge düşürmez ‘’hayal’’lerini yansıtır. Üstelik perdeye hayallerinin silüetlerini değil bütün renkleri ve gerçeklikleri ile kendilerini yansıtır.

KARAGÖZ BASİT BİR GÖLGE OYUNU DEĞİL

-Peki Karagöz gölge oyunu mudur gerçekten?

Bilinen yerli kayıt ve kaynaklarda ‘’Hayal-i Zıll ya da Zıll-i Hayal, Hayal Oyunu ya da Karagöz’’ şeklinde geçmektedir. Mesela George Jacop 19. yy da ise Karagöz'e ‘’ombre chinoise’’ demiş. Çünkü dünyada sadece Karagöz ve Çin geleneğinde renkli resim yansıtma söz konusudur. Oysa Gölge oyunu beyaz perdeye siyah silüet düşürülerek oynanır. Peki biz Karagöz perdesinde ‘’gölge’’mi görüyoruz? ‘’Renkli gölge’’ mi yoksa? Renkli gölge olabilir mi? Ya da perdede tasvirlerin (iki boyutlu deri kuklalar) yansımalarını mı görürüz yoksa kendilerini mi? Acaba gölge oyunu tanımı Karagöz'ü karşılar mı? Yazık ki bugüne kadar bu sorular pek sorulmamış gibi duruyor. Yakın zamanda rahmetli olan Hayali Alpay Ekler bu konuyu dile getirene kadar bunun pek üstünde durulmamış. Hoş şimdi de kimse ezberini bozmaktan yana değil. Ama en azından sayın rahmetli usta biz Karagözcüler arasında böyle bir tartışmanın önünü açmış oldu.

Şu halde biz Karagöz’e Çin Gölgesi mi demeliyiz? Yoksa ‘’hayal, zıll, yansıtma, gölge’’ sözcüklerini derinlemesine inceleyip, Karagöz’ün özüne ruhuna uygun, toplum ve coğrafyanın kültürünü, yaşamı algılama biçimlerini unutmadan yeni bir tanımlama mı yapmalıyız? Var olduğu kültürde, yaşadığı ve yaşattığı dilde Karagöz’ü karşılayacak bir tanımlama…

Öte yandan Karagöz oynatanlara verilen ismi incelemek bile tek başına bu tanımlamayı sorgulamaya yeterli olacaktır.

Karagöz oynatanlara Hayali denir. Hayali yani Karagöz oynatan oyun metnini kendisi yazar, oyun tiplerini kendi tasarlar, nevregan denen bıçaklar, çeşitli zımbalar, deliciler ile işler ve kendi hazırladığı kök boyalarla bunları boyar, oyunu tek başına oynar ve tüm şarkıları da bizzat canlı olarak seslendirir. Hayali bir yazardır, bir ressamdır, bir oyuncudur, bir musiki icracısıdır.

Yani Karagözcü hayal eder yaratır ve uygular-canlandırır. Onun için ona ‘’gölgeci’’ değil Hayali denir. Çünkü hayali perdeye gölge düşürmez ‘’hayal’’lerini yansıtır. Üstelik perdeye hayallerinin silüetlerini değil bütün renkleri ve gerçeklikleri ile kendilerini yansıtır.

‘TANZİMAT AYDINLARI AŞAĞILADI’

-Karagöz’ü inatçı ve biraz da anlayışsız olarak biliriz. Hacivat ise daha akılcı görünür bize. Sizce Karagöz ve Hacivat günümüzde yaşasaydı nasıl tipler olurdu?

Bunun tam olarak böyle olmadığını, ya da görünürde ve şimdilerde neden böyle olduğunu anlamak için yine biraz eskiye öze dönmek ve sağlıklı okumalar yapmak gerekiyor. Karagöz Osmanlı toplumunun en yaratıcı seyirlik türüdür. Pekiyi neden bugün basit bir zanaat ya da bir çocuk oyunu olarak tanımlanıyor?

Çünkü maalesef içi boş bir zanaat haline getirilmiştir de ondan. Tanzimat aydınlarının bu üstün sanatı aşağılayıp batı formlarına itibarı, gerekse Karagöz’ün muhalifliği nedeniyle maruz kaldığı baskı, gerçek sanatçıların bu sanattan elini eteğini çekmesine neden olmuştur. Böylece Enderun hayalilerinin yerini köşebaşı oyuncuları almıştır. Köşebaşı oyuncuları, gerek tasarım olarak karagöz figürlerinde, gerekse oyun metinlerinde tam bir kopyacılıkla işi esnaflığa dönüştürmüşlerdir.

'GÜNÜMÜZDE YOZLAŞTIRILDI'

Karagöz sanatının en önemli kısmı oyunun metinleridir. Bu metinlerde tıpkı klasik komedya ve tragedyada olduğu gibi bir akış formatı vardır. Nasıl böyle bir format Aristophanes in Komedyalarını bir zanaat haline dönüştürmez ise Karagöz sanatçılarının da bu adaba uygun ortaya koydukları eserler bir edebiyat ürünü sınıflandırması dışına atılamaz. Aynı şekilde bu kültüre ait resim algısıyla çizilip doğal boyalarla renklendirilen, deriden tasarlanan tasvirler sanat sınıflaması dışında tutulamaz. Bu tasvirlerin- bakın resim demiyorum- tasvirlerin iki boyutlu oluşu ve basit görünüşleri bilgisizlikten ya da beceriksizlikten değildir. Bu bir coğrafyanın, bu coğrafya insanının kültürel bilinçli bir tercihidir. Tasvir temsildir. Aslolan kendisi değil temsil ettiğidir. Karagöz ve Hacivat tiplemeleri de kişi değil birer temsildir. Onları ve söylediklerini bir toplumun, bir kültürün hayat, insan ve varoluş algısının düalistik felsefesi üzerinden okumak gerekir.

Onun için Hayali sıfatı, her Karagöz oynatan kişiye verilen bir paye değildi geçmişte. Bu paye için özgün ürünlere imza atmak gerekiyordu. Hayaliler kendi metinlerini yazan sanatçılardı. Kendi özgün metinlerini yazan bu sanatçılar doğal olarak bu metinlerine uygun olarak tasvirlerini de tasarlamakta ve deriden yapmaktaydılar. Bunların yanında bir de tasarlanmış özgün metnin ve buna ait tasvirlerin bir performansla seyirciye sunumu vardı. Burada Hayali tüm metni tek başına oynardı. Oyunlardaki bir başka hüner ise oyunlarda kullanılan şarkıların bizzat hayali tarafından canlı olarak söylenişiydi. Yani icrada da yüksek kabiliyet ve hüner ön planda idi.

Günümüzde ise Karagöz sanatı, kimisi bir şekilde tiyatroya bulaşmış, kimisi tiyatrodan bile habersiz ama cesur(!) ya da bir süre bir ustanın yanında çalışmış kişilerin elinde, ustadan alınmış kopya oyunların, yine birebir kopya ile yapılmış ve hazır boyalarla boyanmış tasvirlerin ve banttan çalınan müziklerin biraraya geldiği, zanaat tanımından bile uzak basit bir gösteriye dönüşmüştür. Hatta kimi oynatıcılar deri işleme geleneğini bırakıp plastik tasvirlere yönelmişlerdir. Yeni metin yazmak yerine eski metinler ‘’güncelliyoruz’’ kılıfı ile, sağı solu kırpılıp, içeriği ruhu katledip sözüm ona ‘’çocuk oyunu’’ olarak sergilemektedir. Kimisi daha da ileri gidip ‘’canlı Karagöz’’ adı altında ucube kostümlerle sahnede garip oyunlar oynuyor. Bu nedenlerle de günümüzde Karagöz , estetikten uzak, edebi değeri olmayan, sanatsal inceliklerden yoksun basit bir çocuk oyunu olarak algılanmaktadır. Oysa Karagöz’ün cocuk oyunu olmadığı, yaşamın tam da içinde yer bulduğu, hatta her daim toplumsal ve siyasal yaşamın nabzını tuttuğu bilinmektedir.

Geleceği görmek geçmişi bilmekten geçiyor ise eğer Karagöz paha biçilemez bir kültür hazinesidir. Metinleri, musikisi, felsefesi, konuları, dili, toplumsal olaylara yaklaşımı, tekniği ve komedisi ile.. Toplum yapısı, tolum-mahalle yaşamı, gelenek görenekler, giyim kuşam, dönemin tolumsal ve siyasal yaşamı hakkında inanılmaz bir kaynaktır Karagöz. Eski niteleğine kavuşmuş, yetkin sanatçıların elinde olan Karagöz bu günün yaşamında da aynı işlevi yerine getirecek ve toplumun geleceğine ve gelecekteki ‘’özgün tiyatrosuna’’ önemli katkılar sağlayacaktır. Geleneğe ve geleceğe sahip çıkmak zanaat haline dönüşmüş bu oyunu tekrar eski niteliğine kazandırmaktan geçer. İşte o zaman sorunuzun cevabını alırız. Yani Karagöz Hacivat nasıl tipler olurdu o zaman görebiliriz.

SAMSUN’UN YENİ OYUNU CARMEN SEYİRCİLERİ BÜYÜLÜYOR

-En son Carmen oyunu oynuyorsunuz. Ama bu oyun aslında biraz farklı. Carmen’in tanıtımında şu ifadelere yer veriyorsunuz;

“Dünyaca ünlü İngiliz kukla sanatçısı Thomas Holden, Carmen oyunuyla 1881 Ocak ayında Beyoğlu’ndadır. Kuklalar insan boyunda, gerçeğe çok yakındır. Özellikle Carmen kuklası… Nitekim şehirde Carmen’in kukla değil, gerçek bir kadın olduğu haberi yayılır.”

Evet yıllar sonra nihayet sevgili eşim Dramaturg- Akademisyen Sinem Öztürk’le birlikte Us’ta Çırak Tiyatro’yu kurduk. Carmen ilk oyunumuz. Sinem çok ilginç ve gerçek bir hikayeden yazdı oyunu ve yönetti. Hem hikayesi hem de sahneleme biçimi ile farklı ve yeni bir oyun.

Tiyatromuzu kurarken de ilk oyunumuza karar verirken de yeni bir ses yeni bir soluk olmak için yola çıktık. Amacımız ve hedefimiz Batı tiyatro biçimi ve geleneksel yöntemlerimizin tartışmasını da yapabilmek bu oyunda. Oyunda ben Carmen’e aşık olan Onnik Efendi’yi oynuyorum. Bir de bebeklikten dostlarım Yartev ve Vartev (ikiz tiyatrocular) var. Onlar geleneksel tiyatronun belki de son demlerini yaşıyorlar, tarihsel arka planda meşrutiyetin ilanının arifesi var. Carmen i yapan ve oynatan Thomas Holden ve aşık olan fotografçı Onnik arasındaki aşk çekişmesini kendi kültürel dinamiklerini ve içinde bulundukları tarihsel ve sosyolojik yapıyı da gözeterek ele aldık. Sevgili Gülsen abla da (Tuncer) sesiyle bize destek verdi. Oyunda Onnik Efendi’nin annesini seslendirdi.

Us’ta Çırak Tiyatro’nun da kurulma motivasyonu geleneksel ve çağdaş (batı diyelim) tiyatronun, ustan ve geleneğimizden kopmadan tiyatronun kritiğini yapmak. Başarabilirsek bu temelde usta çırak ilişkisini önemseyen, söylemi olan ve araştıran bir gelenek oluşturmak.