Çevirmen Başak Çatıkkaş Yumuk: Çeviri bir güç aracıdır

Çevirmen Başak Çatıkkaş Yumuk, çeviribilim ve çeviri üzerine Aydınlık Avrupa’ya değerlendirmelerde bulundu. Çeviriye ilgisinin çocukluk döneminde başladığını söyleyen Yumuk’un 6 çevirisi yayımlandı

Sakarya Üniversitesi’nde çeviribilim bölümünde doktora öğrencisi olan ve aynı zamanda İngilizceden Türkçeye çeviriler yapan Başak Çatıkkaş Yumuk ile çeviribilim ve çeviri üzerine konuştuk. Yumuk, lisans eğitimini Mersin Üniversitesi Mütercim ve Tercümanlık bölümünde 2010 yılında, yüksek lisansını ise aynı üniversitede 2023 yılında tamamladı ve yine aynı yılda Sakarya Üniversitesi çeviribilim anabilim dalında doktara eğitimine başladı.

Şimdiye kadar 21 kitap çeviren Yumuk’un bunlar arasında 6 çevirisi yayımlandı. Yumuk’un İngilizceden Türkçeye çevirdiği kitaplar arasında Jack London’dan “Martin Eden”, Francis Scott Fitzgerald’dan “Muhteşem Gatsby”, Charlotte Kasl’den “Buda Çıkmaza Girerse: Spiritüel Değişimin El Kitabı” ve “Buda’nın Çocuğu Olursa: Barışçıl Bir Dünya İçin Çocuk Yetiştirmek”, Nobuo Suzuki’den “Wabi-Sabi/Kusurdaki Bilgelik” ve Alyson Noel’den “Zaman Hırsızları” bulunuyor. Şimdi sözü Yumuk’a bırakalım.

Başak Çatıkkaş Yumuk

HİKÂYENİN YAŞANDIĞI ŞEHRİ DE BİLMEK GEREKİYOR

İlk olarak ne zaman çeviriye başladınız? İlk çevirdiğiniz kitap nedir?

Çeviriye olan ilgim okumayı yeni söktüğüm, henüz yabancı dil bilmediğim zamanlarda başladı. Okuduğum kitapların farklı kapakları olduğunu, aynı hikâyenin başka kelimelerle anlatıldığını fark ettiğim 6-7 yaşlarımda çeviri diye bir şey olduğunu fark ettim. Sonrasında okul kütüphanesinden aynı kitabın farklı çevirilerini alarak “O ne demiş, bu ne demiş” tarzı çok çocuksu bir merakla, hiç yabancı dil bilmeden çevirinin peşine düştüm. İnsanların kelimelerle nasıl oynadığını görmek hoşuma gidiyordu. Lise bittiğinde ilgi alanım hâlâ değişmediği için mütercim tercümanlık bölümüne gittim. Mezuniyetimin ardından yeminli tercüman oldum hem sözlü hem yazılı çeviri yaptım ve kendimi artık bir kitap çevirmeye hazır hissettiğim zamanda, yani üniversite mezuniyetimden 9-10 yıl sonra Martin Eden çevirisi geldi ve ilk çevirdiğim kitap o oldu.

Jack London'ın bu kitabını çevirirken o dönemin toplumsal gelişmeleri hakkında genel anlamda bir araştırma yaptınız mı? Bir çevirmen çeviri yaptığı eserin geçtiği dönemin siyasal ve toplumsal koşulları hakkında bilgi sahibi olmalı mı? Jack London, sosyalist bir yazardı ve Martin Eden de işçi sınıfından gelen bir kişiydi. Kitabı çevirmek sizin düşünce dünyanızda bir etki yarattı mı?

Elbette, arka plan bilgisi edinmek çevirmen için bir zorunluluk. Kitabı çevirmeden önce okurken notlar alıyorum. Neleri öğrenmem lazım, o ilk okumada çıkıyor zaten. Sonra araştırma süreci başlıyor. Martin Eden çevirmek için 1850-1900 arası Kaliforniya'sı hakkında okudum epey. Örneğin Martin henüz 50-55 yıldır ABD topraklarına ait bir Oakland'da yaşıyor ve metin içinde buna göndermeler var. Zira 1846-1848 arasında yaşanan Amerika-Meksika Savaşı bitmiş, Martin eskiden Meksika’ya ait topraklarda doğmuş. Hikâyenin yaşandığı şehri de bilmek gerekiyor. Örneğin o zaman kullandıkları vasıta tren mi tramvay mı? Ruth ile Martin'in Golden Gate tepesinde oturduğu bir sahne var. Başka bir yayınevinde gördüm mesela, çevirmen orayı Golden Gate Köprüsü diye çevirmiş. Oysaki köprünün yapımına daha 26 yıl var! Kâğıt baskılar, taş baskılar geçiyor metinde; kontrol ediyorum hep, 1900'lerin başında Amerika'da kuşe kâğıt var mıydı? Martin Eden çevirirken kafamın içinde 1900’lerin Oakland'ı ve San Francisco'su arasında bir yerlerde yaşıyordum.

Jack London, Martin Eden için şöyle der: “Martin Eden bendim. Martin Eden bir bireyci idi, bense bir sosyalist. İşte bu yüzden ben yaşamaya devam ediyorum, işte bu yüzden Martin Eden öldü”. Kitapta işçi sınıfından gelen, eğitimsiz Martin’in burjuva bir ailenin kızına âşık olmasıyla yaşadığı dönüşüme tanık oluyoruz. Sizin de dediğiniz gibi sosyalist olan London, Martin Eden karakteriyle bir anti kahramanını yaratmış gibi. Sosyalist toplantılarda Herbert Spencer etkisiyle bireyciliği savunan bir Martin görüyoruz. Martin hikâye boyunca sosyalist dostu Brissenden'den aldığı tavsiyeleri kulak ardı ediyor. Brissenden, hayallerini gerçekleştirmeye çalışan Martin'in istediği noktaya vardığında boşluğa düşmemesi için sosyalizme sıkı sıkıya tutunması gerektiğini söylüyor. Bu arada Brissenden, Jack London'ın gerçek hayatındaki George Sterling'den başkası değil. İkisi arasındaki dostluk beni çok etkilemişti.

EDEBİ ÇEVİRİDE EN DİKKAT ETTİĞİM ŞEY ÜSLUP

Sizin de çevirmiş olduğunuz Fitzgerald’in Muhteşem Gatsby adlı kitabının birçok çevirisi bulunuyor. Neden bu kadar fazla çeviri var ve bu çeviriler arasında önemli farklılıklar var mı?

Klasikler hep ilgi görüyor; belli bir döneme ışık tutmalarına rağmen bu eserlerde ele alınan insan unsuru evrensel oluyor, bu da bu eserleri çok zamansız kılıyor. Hayatımız boyunca birkaç kez bu eserlere de dönebiliyoruz; yirmilerimizde okuduğumuzla otuzlarımızda, kırklarımızda aldığımız tat bir olmuyor. Bence başlıca sebep bu. Bu kitapların satış garantisi var. İkinci sebep ise bu eserlerin telif süreçleri olmadığı için yayınevleri tarafından basılmasının daha kolay olması. Eser sahibi vefat ettikten sonra (pek çok ülkede) 70 yıl boyunca telif hakları korunuyor ama sonrasında telifi düşerek kamu malı haline geliyor. Fitzgerald 1940'ta vefat ettiği için 2010 yılında telif hakları düştü. Bu yüzden 2010 yılından itibaren pek çok çevirisi yapıldı ve elbette çevirmen kararları çeviriyi çok fazla etkilediği için metinler arasında farklılıklar mevcut. Edebi çeviride benim en dikkat ettiğim şey üslup. Yazarın üslubunu koruma gayesiyle çeviriyorum. Bir süre sonra çevirmen ve okur arasında da bir bağ oluyor ve okur nasıl bir metin okumak istiyorsa o çevirmeni tercih ediyor. Daha şiirsel bir Muhteşem Gatsby okumak isteyen Can Yücel çevirisi okumak istiyor örneğin.

ÇEVİRİ KURAMLARI VE ÇEVİRİ UYGULAMALARI BİRBİRİNİ BESLİYOR

Çeviribilim alanında doktora yapıyorsunuz. Çeviribilim ile profesyonel çevirmenlik arasında net bir çizgi var mı? Bir çeviribilimci aynı zamanda çevirmenlik de yapabilir mi?

Çeviri alanında kuram-uygulama ve akademi-sektör arasında bir kopukluk var. Ben iki dünyadada bulunan biri olarak bunları bir nebze olsun yakınlaştırmak istiyorum. Kuramlar başka bir dünya, uygulama başka bir dünya gibi görülüyor ama bana kalırsa ikisi de birbirini besliyor. Özellikle çeviri bilimsel zemin -burada hem kuramlar hem de çeviriye dair yaklaşımlardan söz ediyorum- çevirmenin düşün dünyasını zenginleştiriyor ve uygulamaya geldiğimizde daha hızlı kararlar vermemizi sağlıyor. Çeviri yapmak için antrenmanlı bir zihnimiz oluyor.

Çeviri çok katmanlı bir olgu ve betimleyici çeviri kuramını, işlevsel çeviri kuramını ya da Skopos kuramını bilmek çeviri sürecindeki tüm etmenleri bilmemize ve çeviri olgusunu çok daha oturaklı bir şekilde elde almamızı sağlıyor. Genç yaştaki alaylı çevirmenleri dinliyorum sıklıkla. “Ben şöyle düşündüm, ben böyle karar verdim” gibi çok bireysel yorumlar yapıyorlar. Örneğin çoğuldizge kuramı bilen bir çevirmen bu kadar bireysel düşünemez. Yaptığı çevirinin bir sisteme ait olduğunu bilir. Çoğuldizgeye, yani o eserin dahil olduğu türe bakar, nasıl çeviriler yapılmış, erek okurun bu konudaki beklentileri ne, kendinden önceki çevirmenler belli kelimeler için hangi karşılıkları kullanmış vs inceler. Çeviribilim çevirmene böyle bir derinlik katıyor. Çevirmen alaylı da olsa, çeviribilim okumalı. Üniversitedelerdeki çeviribilim öğrencileri için ise bence bizlere biraz iş düşüyor. Öğrencilere kuramları anlatırken karmaşık ya da soyut şekilde anlatmamalıyız. Kuram ağırlıklı bir müfredat da hazırlamamalıyız. Kuramı öğretirken uygulamada ne işe yarayacağını, nasıl bir bakış açısını kazandıracağını anlatmamız lazım ki, öğrenci bunu sadece geçer not almak için atlatılması gereken bilgiler olarak görmesin. İşte böylelikle bir çevirmen ve çeviribilimci olarak ortaya harika, dolu dolu bir kombinasyon çıkar.

ÇEVİRİDE KÜLTÜR VE İDEOLOJİNİN YERİ

Çeviri yaparken kültür ve ideoloji önemli bir yol oynuyor mu? Sizinle daha önce çeviribilim üzerine konuşurken Lawrence Venuti’den bahsetmiştiniz. Venuti, “yerlileştirme” (domestication) ve “yabancılaştırma” (foreignization) gibi iki önemli kavramdan bahasediyor. Bunların ne olduğunu açıklayabilir misiniz?

Ben çeviri yapmayı sevdiğim kadar çeviri üzerine düşünmeyi de seviyorum. Çeviribilim, çeviriyi çok katmanlı bir olgu olarak ele aldığı için bana doyum veren bir zemin sunuyor. Çeviri elbette bir güç aracı; düşünceleri değiştirme ve geliştirme gücüne sahip olduğu için kültür ve ideoloji üzerinde bilhassa etkili. Kaynak metnin ideolojik özelliklerini öne çıkarmak istemeyen bir çevirmen (ya da yayınevi), çeviriyi erek okurun beklentisine ve ideolojisine göre çevirebilir. Bu çeviri metin ülkede çok beğeniledebilir. Oysaki çeviri zaten doğası gereği yabancı ve Venuti de yabancının korunması gerektiğini savunuyor. Çeviri yerlileştirildiği anda çevirmen de görünmez oluyor. Sizin Malezya'da yediğiniz ali nasi lemak'tan örnek vereyim. Temelde pirinçle yapıldığı için ben onu Türkçeye pilav olarak çevirsem, Türk okur bunu yadırgamaz ve ben de çevirmen olarak görünmez olurum. Ama işte burada bu yabancı olanı, kültürü hiçe saymış olmuyor muyuz? O pirincin muz yaprağına sarılması, hindistan cevizi sütüyle pişirilmesi, üstüne eklenen sambal sos tamamen kültürel öğeler. Bu yüzden Venuti bu kültürel öğeleri yabancı bırakıp dipnotla açıklama yaparak çevirmeni de görünür kılıyor. Ona göre çevirmenin çevirideki görünürlüğü ya da görünmezliği ideolojik, ekonomik ve kültürel faktörlere bağlı. Venuti’ye göre yerlileştirme stratejisi, çevirinin amacı ne olursa olsun, her zaman erek kültürün yayınevi politikası, edebi ve siyasi görüşleri gibi ideolojik sebeplerle şekillenmektedir.

Bir de literatürden bir örnek vereyim. Pablo Neruda’nın Fulgor y muerte de Joaquin Murieta isimli bir oyunu var. Ben Belitt tarafından İngilizceye Splendor and Death of Joaquin Murieta adıyla çevriliyor. Oyun, Kaliforniya’da altın bulunduğunu duyup para kazanmak için Şili’den Kaliformiya'ya göç eden ve eşi Kaliforniyalılar tarafından tecavüz edilip öldürüldükten sonra haydut olan Joaquin Murieta’nın dramatik hikâyesini konu ediyor. Çevirmen, erek kültür için anlaşılır olmasını amaçlayarak Şilili kahramanı kovboy aksanıyla konuşturunca oyunun politik duruşunda sapmalara neden olmuş. Kaynak metinde ezilen Şilililer, erek metinde kovboy aksanıyla konuşunca baskıcı Kuzey Amerikalılar gibi algılanmışlar ve böylece Kaliforniyalılarla aralarında gizli bir ittifak kurulmuş gibi olmuş. Ayrıca, oyunun sömürgecilik çağrışımları da silinmiştir. Yani Belitt burada yerlileştirme yaparken ideoloji ve metnin dinamiklerini de değiştirmiştir.

Çeviride kültür ve ideoloji önemli bir rol oynuyorsa Batı’daki Oryantalist çizgideki çevirmenlerin çeviriyi Batı dışı dünyaya karşı bir güç olarak kullandıklarını da söyleyebilir miyiz?

Evet, bunun akademik düzlemde incelenmiş pek çok örneğini görüyoruz. Doğu’yu egzotik, geri kalmış, mistik ve irrasyonel olarak göstermeye çalışan Oryantalist çizgideki çevirmenler mevcut. İlk aklıma gelen Ömer Hayyam'ın Rubaiyat'ını çeviren Edward Fitzgerald. Fitzgerald asla kaynak metne sadık kalmamış, Batı’nın egzotik ve mistik Doğu algısına uygun bir şekilde metni resmen yeniden yazarak Batılı okuyucuların Doğu'ya dair gerçek olmayan bir algı geliştirmesine neden olmuştur. Binbir Gece Masalları'nı Fransızcaya çeviren Antoine Galland için de aynı şeyi söyleyebilirim. Batı dillerine yapılan Kuran çevirileriyle ilgili de ilgi çekici akademik çalışmalar var.

ÇEVİRMENLERİN PRATİKTEKİ SORUNLARI

Çevirinin teorisinden pratiğine dönelim. Çevirmenlerin mesleki sorunları olduğuna dair genel bir bilgim var. Bu mesleki sorunlardan dolayı “Mütercim ve Tercümanlık” bölümünü seçme konusunda kararsız olan gençler olabilir. Aynı şekilde bu bölümü okuyan ve gelecek planları yapan birçok öğrenci veya bu bölümden mezun olup çevirmenliğe ilk kez adım atmak isteyenler var. Bu kesimlere yönelik tavsiyeleriniz var mı?

Bölüme gelmekten çekinmesinler, çünkü çevirmen tanımının değiştiği zamanlardayız. Şu an teknolojiden ayrı bir çeviri uygulaması düşünemez noktaya geldik. Sözlü çeviri için de geçerli bu, artık videokonferans platformlarında çeviri yapıyoruz. Çevrimiçi (online) platformlar aracılığıyla yurtdışındaki toplantıların çevirilerini yapabilirler. Oyun yerelleştirme ya da başka yerelleştirme projelerinde yer alabilirler. Üniversite okurken yarı zamanlı çalışacakları bir satış işi dahi ileride yerelleştirme alanına girdiklerinde daha farklı satış stratejileri geliştirmelerine olanak sağlayacaktır. Güzel önlisans programları açılıyor önümüzdeki dönem. Çevirinin biraz daha analitik tarafında yer almak isteyenler mütercim tercümanlığın yanında yapay zekâ operatörlüğü ya da büyük veri analistliği gibi bölümler de okuyabilir. Kendi kendilerine yazılım öğrenerek çeşitli uygulamalar yapabilirler. Spora ilgi duyanlar sporcu çevirmenliği yapabilir. Çevirinin disiplinlerarası bir alan olması çok güzel, tüm zeminlere uygun.

Bu güzel söyleşi için size teşekkür ediyoruz.

Ben de teşekkür ederim bana burada yer verdiğiniz için.

Sonraki Haber