Çiftçi eylemleri Avrupa’yı nereye götürüyor?

Bugün AB, ABD’nin taleplerine boyun eğmekten vazgeçmeden çiftçilerin taleplerini karşılayamaz. Çiftçilerin talepleri de, bu boyun eğmenin getirdiği ekonomik durgunlukla artık daha fazla ötelenemeyecek bir yere gelmiştir. Bu açıdan AB’nin açık bir yol ayrımında olduğu söylenebilir

Fransa'da hükümetin ve Avrupa Birliği'nin (AB) tarım politikasını protesto eden çiftçiler, 23 Şubat’ta başkent Paris ve diğer birçok şehirde yolları trafiğe kapattı.

Avrupa Birliği (AB) üye ülkeleri 2024 yılına gözlerini kitlesel çiftçi eylemleriyle açtı. Tarihsel geçmişi de kuvvetli olan çiftçi hareketleri, tedarik zincirlerindeki bozulmanın ve enerji fiyatlarındaki artışın etkisiyle zaten 2023 yılının ikinci yarısında yükselme eğilimine girmişti. Kendini AB’nin farklı yerlerinde zaman zaman gösteriyordu. Ekonomik zorlukların ısıttığı çiftçi hareketi, zorlukların çözülememesi ve ekonomik yükün üreticilerin üzerine yıkılması girişimiyle birlikte kaynama noktasına ulaştı ve niteliğini, daha kapsamlı talepleri ve daha radikal eylemleri içerecek şekilde değiştirdi. Öyle ki çiftçi eylemlerinin hedefleri arasında devlet desteğinin yeniden artırılması/kesilmemesi, ithalata sınırlamalar getirilmesi, yeşil dönüşüm politikalarından (kısmen) vazgeçilmesi ve dışarıdaki savaşlara akıtılan kaynakların durdurulması gibi çok çeşitli politik talepler yer alıyor. Ayrıca eylemler, bakanların önlerinin kesilmesi, devlet binalarına dışkı püskürtülmesi ve yabancı kamyonlardaki tarım ürünlerinin el konularak yollara dökülmesi gibi oldukça radikal biçimleri de içeriyor. Şu soruları sorabiliriz:
1- Enerji fiyatlarındaki yükselmeye, tarım ürünü fiyatlarındaki düşüşe ve çiftliklerin iflas riskiyle karşı karşıya kalmasına karşı çiftçiler hangi önlemleri talep ediyorlar?
2- AB üye ülkeleri bu önlemleri ulusal ve uluslararası alandaki mevcut politikalarını muhafaza ederek, bütçe değişiklikleriyle hayata geçirebilirler mi?

İtalya'da haftalardır AB tarım politikalarını protesto eden çiftçiler, seslerini hükümete duyurmak üzere bir kez daha Roma'da bir araya geldi.

EYLEMLERİ NE TETİKLEDİ?

Çiftçi eylemlerinin en belirgin kıvılcımını, Almanya’daki yeni bütçe planının Anayasa Mahkemesi’nin engeline takılması yakmıştı. Hükümet pandemi için ayrılan ve harcanmayan 60 milyar avroyu iklim bütçesine aktarmak istedi ancak mahkeme kararının bunu önlemesi, bütçe planında açık oluşmasına yol açtı. Bu açık ve yeşil politikalar gerekçe gösterilerek çiftçilere sunulan mazot indirimi ve traktörde vergi indirimi gibi sübvansiyonların kademeleri olarak kaldırılması gündeme geldi. Almanya’daki bütçe sorunu ve Alman ekonomisinin, önemli oranda otomotiv endüstrisinin içine girdiği durgunlukla birlikte, diğerlerinden önce resesyona girmesi Almanya’daki eylemlerin daha erken kitleselleşmesinin önünü açtı.

EKONOMİK SORUNLARIN SEBEBİ DIŞ POLİTİKA

Buradan yola çıkarak ikinci noktaya gelelim. Yeşil dönüşüm süreci aslında dış politikanın bir konusudur. Zira Avrupa Komisyonu’nun sıklıkla vurguladığı “riskten arındırma ve “karbonsuzlaşma” birlikte yürütülen iki ekonomik dış politika aracıdır. Karbonsuzlaşma, Rus fosil yakıtlarına olan bağımlılığı azaltarak AB’nin enerji tedariğini güvence altına almayı amaçlamaktadır. Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, son olarak 1 Şubat günü yaptığı konuşmada şunları söylemiştir: “Rusya'nın Ukrayna'ya yönelik geniş çaplı işgalini başlatmasının ardından Komisyon, Avrupa'nın Rus fosil yakıtları tüketimini azaltmak için REPowerEU Planını uygulamaya koymuş, özellikle güneş enerjisi kapasitesini ve ısı pompası kurulumlarını iki katına çıkarmış ve yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelik diğer yatırımlara öncelik vermiştir.” Avrupa Komisyonu’nun internet sitesinde de REPowerEU’dan alınan sonuçlar şöyle ifade edilmiştir: “AB, Rus fosil yakıtlarına olan bağımlılığını azalttı, enerji tüketiminde neredeyse %20 tasarruf sağladı, gaz fiyatı üst sınırını ve küresel petrol fiyatı üst sınırını uygulamaya koydu ve yenilenebilir enerji kaynaklarının ek dağıtımını iki katına çıkardı.”

Riskten arındırma politikası da, karbonsuzlaşma politikasının Rusya ile olan ticarete yönelik hedefleriyle birleşmesinin ötesinde, Çin’den yapılan ithalatı hedeflemektedir. Dolayısıyla “riskten arındırma”, AB’nin ithalat kaynaklarını çeşitlendirerek Rusya ve Çin’den yaptığı ithalatı kısmasını temsil ederken; “karbonsuzlaşma”nın geniş kapsamı içinde Rusya’dan yapılan enerji ithalatının düşürülmesi önemli bir motivasyon kaynağını oluşturmaktadır.

AB üye ülkelerindeki üretken sektörlerin artan enerji fiyatları nedeniyle karşı karşıya kaldığı yüksek maliyetler de Rusya-Ukrayna savaşındaki bir taraf seçiminin, yine dış politikanın konusudur. Aslında bugün çiftçilerin üzerindeki sübvansiyonların düşürülmesi ve çiftçilerin rekabet gücünün, AB’nin temel yasalarına aykırı şekilde, zarar görmesinin altında da izlenen iki temel politika yatmaktadır: Birincisi yeşil dönüşüm programı, ikincisi Ukrayna’ya mali ve askeri destek. İşte bu açıdan, çiftçilerin taleplerinin içinde dışarıdaki savaşlara kaynak aktarılmasına son verilmesi ve yeşil dönüşüm programı kapsamındaki kısıtlamaların kaldırılması da bulunmaktadır. Yalnızca “sübvansiyonları artırın” ve “tarım ürünü fiyatlarını yükseltin” talebi bugün Avrupa Birliği dış politikasında bir eksen değişikliği olmadan gerçekleşemez. Çiftçiler de bunun farkında oldukları için, taleplerinin içine bu siyasi talepleri eklemiştir.

YA UKRAYNA YA ÇİFTÇİLER

AB’nin Ukrayna’ya destek verme yöntemlerinden biri de, Ukrayna’dan gelen tarım ürünlerine çeşitli avantajların sağlanmasıdır. Bu avantajların içinde Ukrayna ürünlerinin, AB’nin tarımsal ölçülerinin dışında bırakılmasının yanında çeşitli vergi muafiyetleri de vardır. Avrupa çiftçisi de haklı olarak, bu ölçülerin, yabancı bir ülkeden gelen ürünlere uygulanmamasının rekabet güçlerini kaybettirdiğini söylemekte ve bu ayrıcalıkların kaldırılmasını talep etmektedir. Bu ürünler, AB üye ülkelerinin vatandaşı olan çiftçilerin pazar payını, AB içi ticaret kurallarına aykırı olacak şekilde elinden almaktadır. Yani AB, Ukrayna’ya sağladığı doğrudan desteklerin yanında dolaylı bir mali desteği de, çiftçilerin karları üzerinden Ukrayna’ya aktarmaktadır.

Doğrudan mali destek uygulamaları ise savaşın başından bu yana AB tarafından önemli miktarlarda sürdürülüyor. Ukrayna’ya yönelik 50 milyar avroluk son yardım paketi, Macaristan’ın da tabiri caizse “yola getirilmesi ile”, onaylandı. Paketin onaylanmasından sonra Macar Başbakanı Viktor Orban, Brüksel yetkilileri tarafından telefonla aranarak “ekonomik yaptırımlara uğratılmakla tehdit edildiğini”, Financial Times’e açıklamıştı.

Enerji fiyatlarındaki yükseliş de dolaylı yardımların içinde sayılabilir. Bugün çiftçi eylemlerinin, başka sektörlerden esnaf ve ücretli çalışanların katılımıyla beslenmesi ve makinist ve nakliyecilerin eylemleri de göz önünde bulundurulduğunda, bu mecbur bırakma eyleminin üretici kesimler üzerinde oransal olarak daha kuvvetli olduğu sonucuna ulaşılabilir. Öte yandan, AB’nin bir yerden almadan bir yere vermesi mümkün değil. Bu açıdan Brüksel, bir seçim yapmak zorunda. Kaynakları ya Ukrayna’dan alıp çiftçilere verecek ya da çiftçilerden alıp Ukrayna’ya verecek.

Ukrayna sınırındaki Polonya’da da durum farklı değil. Çiftçiler eylemde.

AB RİSKTEN ARINDI MI?

Peki, AB’nin, Rus fosil yakıtlarına karşı “riskten arınmak” için karbonsuzlaşma çabası riskten arınmaya ya da karbonsuzlaşmaya gerçekten yaradı mı? Alman hükümeti daha geçtiğimiz hafta, Avrupa’nın en büyük doğal gaz bazlı enerji santrallerinden birinin yapımı için finansman sağlayacağını açıkladı. Öyle ki finansmanın şartları arasında 2035-2040 yılları arasında hidrojen enerjisinin kademeli olarak kullanılması bulunsa da, tamamen karbonsuzlaşma bulunmuyor. AB’nin 2030’a yönelik karbonsuzlaşma hedeflerinde yeterince tutarlı hareket edemediği ve tavizlerin devam edeceği görülüyor. Diğer yandan AB, Rusya’dan yaptığı enerji ithalatını azaltırken ABD’nin sattığı sıvılaştırılmış doğal gaza (LNG) bağımlı hale geliyor. AB’nin riskten ve karbondan arınma politikaları sonucunda ABD, AB’nin açık ara en büyük LNG tedarikçisi haline geldi. Bu durum ABD’nin 2023 yılında Katar’ı geride bırakarak dünyanın en büyük LNG ihracatçısı konumuna gelmesine yol açtı. ABD’nin Asya ülkelerine yönelik LNG ihracatı düşerken, toplam LNG ihracatının içinde AB’nin oranı yüzde 70’e yaklaştı. Bu ABD’de LNG sektörünü önemli şekilde desteklemek ve ihracat gelirlerini artırmak gibi kısa vadeli mali kazançları doğursa da esas kazanç, ABD’nin AB üzerindeki siyasi egemenliğinin pekişmesi oldu. ABD Başkanı Joe Biden’in geçtiğimiz haftalarda yaptığı açıklamadaki gibi LNG ihracatını kısma politikası izlerse, AB ne yapacak? Gidebileceği başka bir kapının kalmaması AB’nin önündeki seçenekleri azaltıyor. Ya dış politikasını tamamen değiştirerek komşularıyla yeniden işbirliğini geliştirmeyi seçecek ya da ABD’den gelecek siyasi taleplere karşı “riskten arınmamış” olarak savunmasız kalmaya devam edecek. Bunun yanında, Çin’den yapılan ithalata yönelik “riskten arındırma” politikası da, Rusya’dan yapılan ithalata yönelik politikayla ve karbon sınır düzenlemeleriyle birleştiğinde AB’yi transatlantik ticaretine daha bağımlı hale getiriyor. Bu da, ABD’den gelecek taleplere karşı kırılganlığını artıran bir diğer etmeni teşkil ediyor.

SONUÇ YERİNE

Neticede çiftçi eylemleri, AB’yi bir seçim yapma zorunluluğuyla baş başa bırakıyor. Zira çiftçilerin yaşadığı ekonomik sorunların tümü, dış politikada yapılan bu seçimlerle ilgilidir. AB, ABD’nin taleplerini yerine getirmeyi seçerek bugün tüm ekonomisinin yanında, çiftçilerinin üzerindeki baskıyı da artırmaktadır. Bu taleplere, Rusya Merkez Bankası’na ait dondurulmuş varlıklara el konulması da eklenebilir. “AB, avronun uluslararası güvenini zedeleyecek bir hamle mi yapacak yoksa avronun uluslararası konumunu korumayı mı önceleyecek?” AB’nin önünde bulunan bütün çelişkiler, ABD’nin taleplerine boyun eğmek ya da ona itiraz etmek şeklindedir. Çiftçi eylemlerinin Avrupa’yı getirdiği yer işte budur. Bugün AB, ABD’nin taleplerine boyun eğmekten vazgeçmeden çiftçilerin taleplerini karşılayamaz. Çiftçilerin talepleri de, bu boyun eğmenin getirdiği ekonomik durgunlukla artık daha fazla ötelenemeyecek bir yere gelmiştir. Bu açıdan AB’nin açık bir yol ayrımında olduğu söylenebilir. ABD ile ittifakı savunan, Avrupa Komisyonu’nun başını çektiği, Brüksel elitleri bu yüzden bütün oklarını Avrupa’da yükselen milliyetçiliği terörize etmeye ve suçlamaya yöneltmiştir. Bugün Avrupa’da savaş talep edenler, Asya ile bağları koparma politikasını izleyenler yeni milliyetçiler değildir. Avrupa Birliği’ndeki ücretlilerin ve küçük bağımsız üreticilerin çıkarları, ABD sermayesinin çıkarlarıyla açıkça karşı karşıya geldiği için savaş karşıtı ve daha fazla sayıda ülkeyle çeşitlendirilmiş işbirliğini ve ticari ortaklığı savunan bir milliyetçiliğin yükseldiğine şahit oluyoruz. Bu tartışmanın bir iki siyasi parti üzerinde yoğunlaştırılmasını, bir önlem alma girişimi olarak değerlendirmenin daha doğru olacağını düşünüyorum. Türkiye’de birçok medya organının da genel olarak Avrupa Komisyonu’nun yürüttüğü bu propagandayı, hatalı bir şekilde, takip ettiğini söylemek mümkün. O halde son söz olarak şunu söylemek gerekir. Çiftçilerin dayattığı gündem ya üreticilerin çıkarları doğrultusunda bir dış politika uygulamasına geçilmesiyle ya da daha fazla ülkenin AB’den kopmasıyla sonuçlanır. Bu açıdan önümüzdeki Avrupa Parlamentosu seçimlerinin, ABD’den taraf olmak ya da bağımsız olmak şeklinde somutlaşacak iki görüşü uzun süre sonra kuvvetli şekilde karşı karşıya getirmesi nedeniyle, tüm dünya açısından oldukça önemli olduğunu söylemek mümkündür. Hem parlamento seçimlerinin hem de toplam olarak tüm politik seçimlerin AB’nin birlikte kalıp kalamayacağının da seçimi olacağı gözükmektedir.

Sonraki Haber