Cinsel yönelim özgürlüğü altında aile ve devlet düşmanlığı

Toplumsal cinsiyetin savunucularına göre hangi cinsiyetle doğarsanız doğun cinsel tercihiniz karşı cins veya bir insan olmak zorunda değil. Cinsellik herkesle, her şeyle yaşanabilir, sınırsız özgürlükler barındıran bir yaşam şekli.

Bu nedenle de çocuğa cinsel kimliğini ve cinsel yönelimini tercih etme özgürlüğü sunulur. Özgürlükleri kısıtlayanın da başta aile, okul ve devlet olduğu vurgulanır.

Başta Amerika Birleşik Devletleri (ABD) olmak üzere emperyalist Batı’nın cinsiyetsizleştirme projesi, sosyal medyada başlayan “trans çocuklar vardır” adlı kampanya ile tekrar gündemimize geldi. Kültür emperyalizmi bugün bütün oklarını, toplumsal dönüşümün birer öznesi olmaları nedeniyle kadınlarımıza ve geleceğimizin teminatı oldukları için çocuklarımıza çevirmiş durumda. Asıl hedef ise toplumsal kuralların geliştiği, değerlerin belirlendiği en temel yapı olan aileyi dağıtarak millî devletleri parçalamak.

Aile içinde gelişen değerler, toplumsal yaşamın değerlerini oluştur ki, bu da doğrudan toplumu ve devleti etkileyen bir reflekse dönüşür. Bu gücü nedeniyle aile, devletin varlığının korunmasında en etkili kurumdur. Kadın, çocuk ve ailenin güçlenmesi, güçlü topluma sahip güçlü devlet yapısını sağlar. Emperyalizmin makyajlı terimleriyle, aslında çocuklarımızı ailelerinden ve okullarından koparıp kendi özgürlük adını verdiği çürümüş, yoz kültürlerinin esiri yapma çabasının önüne geçmemiz gereken bir sürecin içindeyiz. Henüz kendini arama çabasında olan çocuklarımız ve gençlerimiz özgürlüğün “sınırsızlık kafesi”nin içine hapsedilmeye çalışılmaktadır. Bunlardan en belirgin ve en saldırgan olanı cinsiyetsizleştirmedir. Projenin altın terimi ise toplumsal cinsiyetdir.

Toplumsal cinsiyet kavramını kullanan ilk kişi İngiliz toplumbilimci Ann Oakley (Sol taraf). Kavramı teorileştiren ise Amerikalı siyaset felsefecisi, feminist yazar Judith Butler (Sağ taraf).

Batı literatüründe doğal cinsiyet kalmadı. Atanmış cinsiyet var. Atanmış cinsiyet; doğum sırasında ya da rahim içi dönemde, dış genital özellikler üzerinden inşa edilen varsayımlarla kişilere atanan cinsiyet ve henüz bebekken üzerimize yapıştırılan cinsiyet etiketi olarak tanımlanıyor. Kimi kültürlerde iki cinsiyetle (kız-oğlan/kadın-erkek) adlandırıldığı, kişinin iradesi ve beyanı dışında, tıbbın ve toplumsal hatta devletin ön kabullerinin iş birliğiyle atanmasından dolayı ‘atanmış cinsiyet’ kavramını kullanmanın daha doğru olduğu savunuluyor.

Toplumsal cinsiyet tanımı ise; İngilizcedeki “gender” kelimesinin Türkçe karşılığı. Toplumda atanmış cinsiyetlerle ilişkilendirilerek ‘kadınlık’ ve ‘erkeklik’ ile özdeşleştirilen tutum, duygu ve davranışların tümünü ifade eder. Toplumsal ön yargı haline gelmiş iki sabit toplumsal cinsiyet kimliğinin ötesinde, her cinsiyeti, cinsiyet kimliğini ve cinsel yönelimi içeren bir kuram. Kişinin biyolojik cinsiyetine bağlı olarak toplumsal rollerini, cinsiyet rolünü veya kişinin cinsiyet kimliğine bağlı olarak da kendi cinsiyetini tanımlamasını ifade eder. Toplumsal cinsiyetin savunucularına göre hangi cinsiyetle doğarsanız doğun cinsel tercihiniz karşı cins veya bir insan olmak zorunda değil. Cinsellik herkesle, her şeyle yaşanabilir, sınırsız özgürlükler barındıran bir yaşam şekli. Bu nedenle de çocuğa cinsel kimliğini ve cinsel yönelimini tercih etme özgürlüğü sunulur. Özgürlükleri kısıtlayanın da başta aile, okul ve devlet olduğu vurgulanır. Bu nedenle toplumsal cinsiyet savunuculuğu sadece cinsel yönelim özgürlüğü değil, aynı zamanda aile ve devlet otoritesine karşı gelmekle birleştirilmiş oluyor.

'ÇOCUK LGBT' BİLİM DIŞIDIR

Oysa bilim bütün bu safsatalara karşı cinselliğin, doğumdan itibaren başlayan psikoseksüel gelişimin son aşamasında, dürtülerin de birleşmesiyle erişkinlikte ortaya çıktığını savunur. Cinsellik, gelişimimizle birlikte kendini zaman içerisinde tamamlar. Yani “çocuk LGBTİ” tanımı bilim dışıdır. Küçük yaşlardan itibaren çocuklara farklı toplumsal cinsiyet kimlikleri sunulması özünde çocuk istismarından başka bir şey değildir. Burada toplumu dönüştürme ve yeni nesilleri kendi ideolojileri doğrultusunda şekillendirme hedefi vardır.

Toplumsal cinsiyet tanımı ülkemizde öteden beridir bildiğimiz cinsiyet rolleri ile karıştırılır. Oysa Batı, toplumsal cinsiyet rollerinin tanımını ayrıca yapar. Toplumsal cinsiyet rolü; toplumun tarihi ve kültürel özellikleri bağlamında belli cinsiyetlerle ilişkilendirilen özellikler, tutumlar, davranışlar, roller, sorumluluklar bütünüdür. Örneğin, kadınların evdeki işlerle, erkeklerin dışarıdaki işlerle ilgilenmesi gerektiğini düşünmek. Bu roller kişilere aile, okul, medya gibi çok çeşitli alanlarda, sosyalleşme sürecinde öğretilir ve kişilerden toplumla ilişkilerinde bu rollere uygun davranmaları beklenir.

Toplumsal cinsiyeti tam olarak ortaya koyabilmek için “interseks” kavramını açıklamaya da ihtiyacımız var. İnterseks; kişilerde yine doğuştan gelen cinsiyet özelliğini ifade eder. Tıbbın tanımladığı dişil ve eril kategorilere varsayıldığı şekilde uymayan ya da her iki kategoriye de giren kromozomlar, genital organlar ve hormonsal yapılardaki farklılıkları belirtir. Çocuğun cinsiyet gelişimi, yapılan hormon tedavileri sonucunda tıp biliminin müdahalesiyle belirlenir. Bu tamamen tıbbın alanıdır. Batı, bu müdahaleyi de kişilerin bedensel özerkliklerine müdahale olarak görür ve bu durumu çocuğun insan haklarının ihlali, istismar ve çocuğa şiddet olarak yorumlar. Kısaca toplumsal cinsiyet, cinsiyet rollerini ya da doğuştan tıp biliminin alanına giren hormonsal farklılıkları karşılayan bir tanım değildir.

Sosyal medyada bazı hesaplar “Trans çocuklar vardır” etiketiyle paylaşım yaptı. Bu paylaşımlara CHP ve HDP'liler destek verdi.

ABD’NİN BÖLME PROJESİ

Toplumsal cinsiyet kavramını ilk kullanan ilk kişi İngiliz toplumbilimci Ann Oakley. Batı’da 70’li yıllardan bu yana feminist mücadelenin içinde yer alıyor. Ann Oakley “cinsiyet” kavramı ile kadın ve erkeğin biyolojik farklılığına, “toplumsal cinsiyet” ile doğrudan doğruya toplumsal açıdan eşitsiz bir ayrıma dikkat dikkat çekiyor. Bu nedenle “toplumsal cinsiyet” kavramı, sosyalleşme süreci içerisinde toplum tarafından inşa edilen kadınlık ve erkekliğin kendi aralarındaki farklılıklar olarak tanımlanıyor. Kavramı teorileştiren ise Amerikalı siyaset felsefecisi, feminist yazar Judith Butler. 1990’da yayımlanan “Cinsiyet Belası” kitabı ile toplumsal cinsiyeti kuramsallaştırıyor. Butler kitabında, standartlara ve kurallara dayanan eylemlerin tekrarı sonucu cinsiyetçiliğin doğallaştırıldığını ve cinsiyetin doğamızın bir parçası olmaktan ziyade oynadığımız bir rol olduğunu, erkeklik ve kadınlık tanımlarımızın doğuştan gelmediğine ve bir kurgu olduğuna yer veriyor. Bunun sonucu olarak da cinsiyetin doğal biyolojik bir gerçeklik olarak tanımlanmasının, kadınların ve erkeklerin nasıl davranması ve kimi arzulaması gerektiği hususunda değerlerin, yargıların ve inanışların belirlenmesine neden olduğunu savunuyor. Bebeklerin biyolojik cinsiyetlerinin aile tarafından belirlendiğini ve yine aile tarafından çocuğa cinsel kimlik, cinsiyet hakkında fikirlerin dayatıldığını iddia ediyor. Butler, aynı zamanda Amerikan siyasetinde de etkin bir isim. Bir röportajında 11 Eylül sonrası ABD’nin yeni uluslararası normlar, kurallar ve kuramlara kafa yorması gerektiğini, Amerika’nın belirli bir ulus anlayışını ciddi bir şekilde sorgulaması gerektiğini aktarıyor ve toplumsal cinsiyetin alanının genişlemesi fikrinin çıkış noktasının 11 Eylül olaylarının olduğunu belirtiyor. Daha sonra bu kavram toplumsal cinsiyet; ırk, sınıf, etnik köken, cinsel ve bölgesel kimliklerin kesişiminde kurgulanıyor. Çünkü Butler’ e göre kimlik yaratıp o kimliğin esas bileşenlerini (sınıf, etnik köken, ırk) yok sayıp tekil bir tanım içinde kurtuluşun olacağı varsayılırsa baskı altına alınan diğer bileşenler başka bir mücadeleyle feminizmden (yani bir bakıma Amerikan planlarından) kopuk olarak yol almaya çalışır. (Butler, 1999:46-48). Böylelikle cinsiyetsizleştirme projesi bölücülükle birleştirilmiş oluyor. Bu ideolojisinin ülkemizdeki savunucularının HDP/PKK ve LGBTİ+ örgütleri olmasının ve bu grupların eylem birlikteliğinin altında yatan gerçek de bu. Diğer bir ortak noktaları da bu teorinin bir ABD projesi olması.

Son yıllarda Butler’ in bu kuramı ABD üniversitelerinde toplumsal cinsiyet dersi olarak okutulmaya başlandı, eğitmenler yetiştirildi. Bu eğitmenlerin birçoğu çeşitli ağlarla feminizmin öncüleri olarak farklı ülkelerde kadın ve çocuk hakları aktivisti olarak görevlendiriliyor.

YARIN DEVAM EDECEK 
Sonraki Haber