Cumhuriyet Devrimi ve kadınımızın toplumsal konumu

Tüm dünyada kadın haklarına en büyük açılımı getiren, Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk’ün Türk kadınını erkeğin ortağı, arkadaşı, yardımcısı ve desteği yapmak çabaları nerelerde takılıp kalmış? Bu açıdan en büyük görev kanımca erkeklerimize değil kadınlarımıza düşüyor.

29 Ekim Cumhuriyet Bayramımızın 98. Yıldönümü dolayısıyla Aydınlık Gazetesi’nde yayımlanan bir yazıma şu satırlarla başlamışım: “Atatürk kendisine; ‘Cumhuriyet nedir paşam?’ diye sorana, ‘Cumhuriyet adam olmaktır’ yanıtını verir. Peki, Atatürk’e göre ‘adam olmak’ ne demektir? Bu anlamı; Atatürk’ün ‘uygarlıkla ilgili tanımlarında’ bulmamız mümkündür. O’na göre ‘Ülkeler çeşitlidir. Fakat uygarlık birdir ve bir ulusun yükselmesi için de bu biricik uygarlığa katılması gereklidir.’ (Atatürk’ün Söylev ve demeçleri). Bu katılımın nasıl olacağını da şöyle belirtir: ‘Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz devrimlerin ereği, Türkiye Cumhuriyeti halkını bütünüyle çağdaş ve bütün anlam ve biçimiyle uygar bir toplum durumuna vardırmaktır. Devrimimizin temel ilkesi budur.’ (a.g.y.) Bu da, gerek dış (giyim, kuşam vb.) ve gerekse iç (kültür, düşünce, sanat ve yaşam biçemi) yapısıyla, yani bütünüyle YENİ BİR İNSAN yaratmak demektir. Ortaçağ düşünce yapısından ve yaşam biçeminden çıkmış, YENİ BİR İNSAN! Bu; aynı zamanda ‘adam olmak’ demektir.”

Yukarıya alıntıladığım satırlar doğal olarak Atatürk’ün “toplumun yarısı” saydığı kadınlarımız için de geçerlidir. Bu yüzden toplumca çağdaşlaşma olgusunu Atatürk; Cumhuriyetimizin kuruluşundan sonra devlet eliyle gerçekleştirdiği yasal düzenlemelerle ve yaptığı Medeni Kanun (17 Şubat 1926) aracılığıyla, kadınlarımızla da bütünleyip pekiştirmiştir. Yani nasıl ki erkeklerimiz için “adam” olmak, bütünüyle Ortaçağ düşünce yapısından çıkarak, çağdaş ve uygar olmak demekse, kadın için de bu ilkeyi ve “Yeni İnsan” tanımını geçerli kılmıştır. Cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte kadın da erkek gibi gerek dış (giyim, kuşam vb.) ve gerekse iç (kültür, düşünce, eğitim, çalışma, sanat, yaratı, spor ve tüm yaşam biçemi) yapısal özellikleriyle çağdaş ve uygar olacaktır. Bu toplumsal yapılanma; aynı zamanda Cumhuriyet’i faziletli (erdemli) yani doğru, dürüst ahlaklı ve bilgili olmak yönlerinden de bütünler. Erkek ya da kadın olsun, toplumun tüm kişilerine, yaşamsal açıdan konumlarına aklın gerçeklere dayalı normlarıyla yön vermelerini sağlar. Çünkü doğru, apaçık kanıtlara dayanan bilimsel akıl, çağdaşlığın en önemli kuralı/ilkesidir ve aklın dinlerden sonra gelen aşaması ve çağdaş yaratısı olan yalansız dolansız bilim de en büyük yol göstericisidir.

TANZİMAT GAZETELERİNDE KADIN

Cumhuriyet Dönemi sürecinde kadınlarımızın “nasıl çağdaşlaştığı”nın yöntemine gelince; Atatürk’ün onlara tanıdığı seçme-seçilme ve oy hakkının yasal olarak onaylanmasıyla (tüm Batılı ülkelerden önce) ilk adımın atıldığı doğrudur ancak kadınlar, özellikle kentli olanlar Cumhuriyet’in kuruluşundan çok önceleri çağdaşlaşma savaşımına girmişlerdi bile. Tanzimat dönemiyle birlikte basılmaya başlayan gazetelerde kimi kadın kalemlerin imzası vardı. Dahası 1913 yılında İstanbullu kadınlar, Nuriye Ulviye Mevlan Hanım’ın başkanlığında “Osmanlı Müdafaa-i Hukuk-u Nisvan Cemiyeti”ni kurmuşlardı. Cemiyetin yayın organı “Kadınlar Dünyası”nda amaçlarını şöyle açıklıyorlardı: “Kadının toplumsal yaşamla bütünleştirilmesi, çalışma yaşamına katılımının gerçekleştirilmesi…” ve bu doğrultuda yapılması düşünülen işler, ele alınacak konular, bir programla madde madde sıralanmaktaydı.

Böylelikle aslında Batı’da başlamış olan “Kadınların Devrimi”ne, özellikle kadın-erkek eşitliği savaşımına, geç de olsa Türk kadınları da katılmaya başlamışlardı. Kadınların erkekler tarafından sömürüldüğünü düşünen Batılı kadınlar, çoktan harekete geçmişlerdi bile. Erkeklerden de destek alıyorlardı. Örneğin 19.yüzyılın en önemli düşünürü Karl Marx, insanın insanı sömürmesinin kökeninde erkeğin kadını sömürmesi olduğunu belirtmişti. Yine Marx (ve Engels); ilk insan sömürüsünün kadınla erkek arasındaki ilk iş bölümünden çıktığını da vurgulamaktaydı. Kadın hareketi yüz elli yıla yakın bir süredir sosyalizm içinde ve onunla bütünleşerek sürmekteydi. Kadının erkekle sosyal yaşamda eşit haklara sahip olabilme savaşımı Fransız Devrimi’nden günümüze dek uzanan bir süreçtir ve bugünlere dek uzanır.

SOSYAL VE SİYASİ SAVAŞIM

Bize gelince; Batı’daki Aydınlanma dönemiyle iç içe gelişen kadın hareketinin, Fransız ve Rus devrimlerinden esinlenen, emperyalizmden kurtuluş ve Cumhuriyetimizin kuruluşunda, Türkiye’ye ulaşması elbette kaçınılmazdır. Özellikle İstanbul’daki eğitimli kadınlar harekete geçeceklerdir. Oysa Batılı kadının gündeminde olan siyasal hak savaşımı, Türk kadınlarının programında yer almaz. Çünkü Osmanlı kadını henüz ev içinden sosyal yaşama dahi çıkamamıştır. Kaldı ki siyasal savaşımı nasıl yapsın?
Kadının sosyal yaşama çıkışı Batı’da da kolay olmamıştır ya; bizde daha da zorludur. Çünkü kadının toplumsal yaşamla bütünleştirilebilmesi ve çalışma yaşamına katılımının gerçekleştirilebilmesi için öncelikle “kadını sımsıkı kuşatan geleneklere, kısıtlamalara, kadın-erkek eşitsizliğine, hukuksuzluğuna, eğitimsizliğine karşı savaşım vermek” (Serpil Çakır, Bir Osmanlı Kadın Örgütü, Tarih ve Toplum Dergisi, 1989) gerekir. Bu amaçla kurulan ilk kadın cemiyeti, öncelikle “gerek aile yaşamında gerekse toplum yaşamındaki ilişkiler ağında yeni bir düzenlemeye gitmenin gereği üzerinde durur.” (Serpil Çakır, a.g.y.)

HER MESLEĞİ TEŞVİK ETTİ

Bu arada Türk kadını, 1. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı yıllarında dünya kadınlarının yanı sıra savaşım verdiği kadın haklarını, ‘erkeğin tekelindeki’ insan haklarının içinde eritir ve erkeğiyle omuz omuza savaşarak ona en büyük desteği verir. “Ama Türk kadınları, dünyadaki hemcinsleri arasında belki de en şanslı konuma sahip olanlardır. Çünkü onların istekleri başka hiçbir ülke kadınına elvermeyecek biçimde bizzat Cumhuriyet’in kurucusu Atatürk tarafından verilir. Kemalist çerçevede kadın-erkek eşitliği, aynı ulusal sorumlulukları ve idealleri olan kadın ve erkeklerin birbirleriyle eşitliği olarak sunulur. Atatürk, kadın konusundaki devrimci düşüncelerinin içtenliğini ve kararlılığını daha 21 Mart 1923’te Konya’da kadınlara seslendiği bir toplantıda şöyle dile getirmektedir: ‘Tutacağımız yol, büyük Türk kadınını çalışmalarımıza ortak yapmak, yaşamımızı onunla birlikte yürütmek, Türk kadınını bilimsel, ahlaksal, toplumsal, ekonomik yaşamda erkeğin ortağı, arkadaşı, yardımcısı ve desteği yapmak yoludur.’ Atatürk kadınların, devrimlere öncülük etmesi gerektiği düşüncesindedir. Bu nedenle kadın hareketi Türkiye’de çağdaş kültürün öncüsü olurken toplumun batılılaşma süreci içinde de önemli bir rol oynamıştır, denmesi gerekir.” (Tansu Bele, a.g.y.) Böylelikle daha sonra Atatürk kadınlarımıza hukuksal haklarını yasalarla sağlayacaktır. Cumhuriyetimizin, kadın-erkek eşitliğine dayandığını yasalarla belgeleyecektir. O, kadın için her mesleği de teşvik edecektir. 1928’e kadar kadın doktor yoktu. İki tane kadın mühendis vardı.

Dünyanın bugünkü durumuna baktığımızda ise, kadının şimdilerde tam olarak akılca ileri, yani bağımsız bir konuma geldiğini söylemek gerçeklerle bağdaşamaz. Artık emperyalizmin kasıtlı, engelleyici girişimleriyle kadın hareketinin anlamını yitirdiği, cinsel özgürlüklerin sapıkça yönlere çekilerek kadın-erkek ilişkilerinin çıkmaza sürüklendiği, aile kurumunun insafsızca baltalandığı günümüzde, bir de kadınların (ve çocukların) çeşitli (ve cinsel) özgürlük masallarıyla kandırılıp toplumsal konumlarının ve tüm toplum yapılanmalarının yozlaştırılıp çökertildiği bir dönem yaşanmaktadır. Gerçi kentli kadınlar eğitimde önemli kazanımlar sağladılar, ayrıca erkeklere özgü bütün mesleklere el atmış durumdalar, siyasaya ya da iş kurup yöneticiliğe bile soyunuyorlar. Oysa gerek bu dış yapılanmada gerekse aile yaşamında kadının konumu yine de emperyalizmin uşağı erkeğin arkasında ya da tekelinde. Açıkçası kadınların bütün kazanımlarına karşın ev içinde de ev dışında da ne ekonomik ne de siyasal bağımsızlığı var ama bu durumun, çoğu bilincinde bile değil. Özellikle ülkemizde olduğu gibi tüm dünya kırsal kesimlerinde bu yapılanma daha da ezici, baskıcı dinsel- geleneksel ve vahim biçimlerle pekişerek sürüyor. Kadın cinayetleri ise bütün vahşetiyle sürüyor.

Siyasal oluşum açısından durum daha da karışık gözüküyor. Giderek faşistleşen kapitalizmin oyuncağı olmuş erkeğin “çağdaş cici elma”sı kadın, aşk tanrıçalığına yükseltilirken (!) acaba onun hangi hak, hukuk, yasa, özgürlük, demokrasi isteklerine kavuştuğunu söyleyebiliriz? Sanatta, edebiyatta “baştacı”(!) edilen, ABD’nin ünlü Özgürlük Anıtı’nda bile yüce kadın simgesi olarak kullanılan kadın kişilik, nerede ve hangi konumda toplumsal açıdan özgür? ABD’de mi, batıda mı, doğuda mı? Kanımca hiçbir yerde! Dahası tüm dünyada kadın haklarına en büyük açılımı getiren, Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk’ün Türk kadınını erkeğin ortağı, arkadaşı, yardımcısı ve desteği yapmak çabaları (ülkemizde) nerelerde takılıp kalmış? Kadın haklarından geriye dönüş ise nasıl başlamış? Başka bir deyişle kapitalizmin küreselleşen dünyasında, dinlerce ‘YASAK MEYVE’ sayılmaktan çıkan kadının, ‘YASAL MEYVE’ye dönüşümü nereden kaynaklanıyor? Çarpık aşk anlayışlarını da küreselleşen piyasaya ‘özgürlük örneği’ olarak süren kapitalizmin gücü, baştan aşağı erkek değil mi? Bu durumda kadın ne ölçüde özgür? Bırakalım aklını erkek egemen siyasayla-piyasayla bütünleştirip emrine vererek böylece düşünmede özgürleştiğini sanan batılı kadını; cinsiyet değiştirince, çıplaklık yarışına girince ya da ev dışında başına türban bağlayınca akıllanıp özgürleştiğine inanan kadınlar da ne yazık ki erkek kafasından doğan yapma ürünler olduklarının bilincine varamıyorlar. Onlar, varlıklarını yalnızca erkeğe bağımlılıklarına borçlu kafalarıyla, özgür olduklarını savunabiliyorlar! Dahası gerek Batı’da gerekse bizde siyasa dünyasında erkek egemen küresel dünyanın dümen suyunda siyasal maşa, emperyalizmden buyruk alan kukla olmayı özgürlük sayan yüksek eğitimli siyasetçi kadınlar da gerek kadın-erkek eşitliğinin gerekse laik ve demokratik Cumhuriyet devrimlerinin karşısında yer aldıklarını nasıl göremiyorlar? Cumhuriyet’imizin kadınlarımıza sağladığı haklar bu muydu, böyle miydi? Böyle bir ortamda “Cumhuriyet Aydınlanması’nın kadınların davasında açtığı ufukları, özellikle de Medeni Yasa Devrimi’ni her zaman savunmak (Biz kadınlara ve laiklere düşmüyor mu? Öte yandan ülkemizde, kadın özgürlük hareketinde, 1980’lerle yeniden başlayan ve Avrupa’daki rüzgârlara duyarlı değişimlerin yönlendirilmelerine Cumhuriyetimiz adına sahip çıkmamız gerekmiyor mu? T.B.) 12 Eylül 1980’de ülkede, insan hak ve özgürlükleri ortadan kaldırılıyordu. Sol düşünce korkunç bir darbe yiyor ve sağcı, dahası şeriatçı düşünce ve güçlere-iktidara kadar- bütün kapılar açılıyordu. Türkiye’de bu koşullarda kadın hareketi ve feminist düşünce yeni ve değişik bir ivme kazanmıştı. Bunda en başta kadınların direnişi ve yaratıcılıkları rol oynamıştır. Hepsi de çağdaşlaşma ideolojilerinden yola çıkıyorlar ve birbirlerini tamamlıyorlardı. (…) Buna karşılık bugün kadınlar hâlâ sömürülüyor ve dövülüyor, ırzına geçiliyorsa da kayıtsızlığın ya da erkeklere boyun eğmenin çağı bitmiştir. Kadınların devrimi gerçekleşmiştir; ona karşı çıkmak mümkün değildir.” (Server Tanilli, Türkiye Nereye Gidiyor, Cumhuriyet Gazetesi) Dilerim Server Tanilli’nin saptaması gerçek olsun ve Cumhuriyetimiz değil yüz yıl, sonsuza dek yaşasın!

AŞK KÖLESİ OLARAK ÖZGÜRLEŞECEĞİNE İNANANLAR

Daha seksen yıl önce “aklının” erkekten bağımsız olduğunu öne sürebilen Cumhuriyet kadınlarımız ve Medeni Kanun’u gerçekleştiren Cumhuriyetimiz varken, bugün erkekten bağımsız bir aklı olduğunu ve erkeklerin aklıyla eşit düzeyde akla sahip olduğunu savunamayan, kanıtlamayan, kanıtlayamayan, erkeğin dümen suyunda olmayı marifet sayan kadınlarımıza da ne yazık! Dahası eşitlik hakkını öne süren kadınlarımıza da eviçlerinde ve ev dışlarında gelsin koca dayağı! Baba dayağı! Töre cinayetleri! Sokak cinayetleri! Yani türban varsa da dayak yoksa da dayak! Ve öldürü… Bir de kadını çağdaşlık maskesiyle kandırıp, soytarıya çevirip uyutma masalları… Yani susturmanın ve uyutmanın bin bir çeşit yolları! Eee… Kafasını gözünü bağlayıp “erkek olmadan ben bir hiçim” diyen, kendisini erkeğin ayaklarının dibine koyan, aklını erkek tanrı-babasının izniyle yönlendiren ya da makyaj-botoks-giyim kuşam-cinsellik oyunlarıyla ve yalnızca erkeğin aşk kölesi olma yoluyla özgürleştiğine inanan kadının toplumsal konumunu erkek zulmüyle belirlemesinden daha doğal ne olabilir? Başka bir deyişle bunu, Cumhuriyet’imizin şu “henüz var olan” yasalarına karşın doğal sayan bir toplumun çağdaşlığından ne ölçüde söz edilebilir?

Cumhuriyetimiz iyi ki kurulmuş. Atatürk’ümüz iyi ki var. Ancak Cumhuriyet’i yaşatmak, erkek ya da kadın olalım onun ilkelerine sahip çıkmakla, yaşamasına yol vermekle olası. Anayasamızda yer alan Medeni Kanun gibi Cumhuriyet yasalarımızın korunmasına bağlı. Bu açıdan en büyük görev kanımca erkeklerimize değil kadınlarımıza düşüyor. Bilgi üretimini, eğitimini ve ekonomik/ çalışma bağımsızlığını, aile düzenini sağlamak ve erkek-kadın-çocuk ilişkilerini yürütmek bağlamında doğru, dürüst, yararlı, işlevsel, sağlıklı, kadın-erkek eşitliği içinde ve Atatürk’ümüzün dediği gibi “ERDEMLİ İNSAN” olma yolunda kullanabilen, bu kişiliğe erişmiş Cumhuriyet kadınlarımıza… Çünkü Cumhuriyet, erdemli insanların omuzlarında yükselir ve yaşar. Evet: Cumhuriyet “İNSAN OLMAK” demektir. Erkek için de kadın için de… Cumhuriyetimize dayanan çağdaş toplumumuzun temeli budur. Büyük Atatürk’ümüzün bize en değerli armağanı olan Cumhuriyetimizin 100. yılı kutlu olsun.

1980’LERDEN SONRA KADIN HAREKETİ

2. Dünya Savaşı’ndan sonra kadın hakları alanında bütün ülkelerde, yasalarıyla, hukukuyla bir durgunluk ve geri dönüş dönemine girilir. Özellikle Almanya’da Nazizm’in yükselişi bu durumu körükler. Daha sonra ABD’nin önderliğindeki emperyalizm de pekiştirir. Bu; ülkemizi de etkiler. Kadın dernekleri kapatılır. 1970-80 yıllarına dek kadın hareketi işlevini yitirir. Ama o yıllarda dünyada da bizde de yeniden bir canlanma başlayacaktır. Feminizm adı altında eylemlere geçilecek ancak emperyalist girişimlerle bozulan Batı toplumlarının yapıları kadın-erkek ilişkilerinde yeni yozlaştırmalara yol açacak ve kadın hakları yine yolundan çıkarılacaktır.

İLK UYANIŞ OSMANLI KADIN DERNEKLERİNDE

Diyebiliriz ki; dünyadaki kadın hareketlerinin “Batılı ülkeler dışında ilk somut ve özgün girişimi Türkiye Cumhuriyeti’nin bu kuruluş evrelerinde ortaya çıkmıştır. İslâm ülkeleri içinde kadınların ilk uyanışlarını temsil eden Osmanlı kadın dernekleri, toplumsal yaşamda kadınlara farklı statü elde etmek amacıyla isteklerde bulunurlar. Bu istekler arasında siyasal hak isteği de vardır. 1920’ler, Türk kadınının siyasal hak için örgütlendiği yıllardır.” (Tansu Bele, Kadın Yazın Siyasa) Özellikle Nezihe Muhiddin Hanım’ın kurduğu Türk Kadınlar Birliği, 1930’lara dek kadınların siyasal hakları için savaşım verecektir.

(Aydınlık 100. Yıl Özel Eki'nde yayımlanmıştır.)

100. YIL ÖZEL EKİNE BAYİLERDEN YA DA E-AYDINLIK'TAN ULAŞABİLİRSİNİZ

https://egazete.aydinlik.com.tr/

Sonraki Haber