Cumhuriyet günlerinde doğdu: Bir asırlık öğretmenin öyküsü

Aysel Doğanoğlu 93 yaşında emekli öğretmen. Onu Cumhuriyet Kadınları Derneği’nin Kadıköy’de açtığı masasına gelen kızı Melek hanım aracılığıyla bulduk.Birbirimizi ilk kez görsek de yıllardır tanışıyorduk. Belli ki anneleriyle annelerimiz, öğretmenleriyle öğretmenlerimiz bizleri çoktan tanıştırmıştı.

Aysel öğretmenin evindeyiz. CKD’li kadın arkadaşlarla, ellerinde Atatürk çiçeğiyle bayramlık giysileriyle saygılarını sunmak ve bu tarihi buluşmaya tanıklık etmek üzere bir aradayız. Acaba bir kısım anıları unutmuş mudur? Ya da olayları karıştırır mı gibi endişelerin ne kadar yersiz olduğunu ilk anda anlıyoruz. Karşımızda başöğretmen duruyor sanki, hepimiz biraz dikleşip kendimize biraz daha çeki düzen veriyoruz. Aysel öğretmeni yıllardır tanıyoruz, yaşı yok. Bizi ilkokulda okutmuş, ortaokulda, lisede hep sınıfta gördüğümüz öğretmenimiz işte. Tok ve buyurgan, ama son derece nazik sesiyle bizleri karşılıyor, yerleşiyoruz salona. Önce biz kendimizi tanıtıyoruz. Bier ikişer cümle yetiyor. Ama o anlatmaya başlayınca, neredeyse bir asırlık film şeridi dönmeye başlıyor gözümüzün önünde. Filmin yönetmeni gibi, “Çok hikaye var, hangi istikamette gideceğimi düşünüyorum” diyor. Olayların tarihi akışı içinde işte size sıralı, öne çıkanlarıyla bir asırlık öğretmenin muhteşem öyküsü...

AİLE YUNANİSTAN’DAN GELMİŞ
Duvardaki fotoğrafları göstererek başladı öykü. 20. yüzyılın başındayız henüz... “Bu benim babam, bu da annem. Babam Emniyet Amiri, polis. Babamın ailesi Yunanistan’da çiftlik sahibiymiş... Doğanbey çiftliği. O nedenle soyadımız Doğanoğlu olarak devam ediyor. Abartı gibi değil gerçekten üç büyük çiftlik sahibiymiş. Ama Türk askerine tayın veriyor diye, anlaşmazlık çıkmış, İzmir’e göçmüşler. Annem de Mora yarımadasından. Türkiye’ye geldiği zaman 8 yaşındaymış. Baba tarafı da Mora yarımadasından göç etmiş, İzmir’de yolları kesişmiş. Annemle babam savaş yıllarında evleniyor, ilk çocukları, büyük ablam 1923 doğumlu.”
Büyükbaba, savaş yıllarında yaralanıyor, “öldü” haberi geliyor. Anne baba, yani Aysel öğretmenin anne babası, şehit askerler arasında çocuklarını arıyor ve tesadüfen hayatta olduğunu öğreniyorlar. O da bambaşka bir hikaye... “Bir Yunanlı büyük babamı öldürüyor, bir Yunanlı babamı kurtarıyor” diyor.

ATATÜRK İÇİN ERGENEKON DESTANI
Hakimiye Milliye okulunun karşısında Yunanlı bir kuyumcunun dört evinden birine yerleşmişler. “O dört evin arkasında bir yol var, dört evi birbirine bağlıyor. Aralarında gizli kapılar var. Bir ucu caddeye bakıyor, bir ucu denize. Kaçmak için yedek yol yapmışlar” diye anlatıyor Aysel Öğretmen.
Beş yaşına geldiğinde, ablaların gittiği Hakimiye Milliye okula gitmeye başlıyor. Okulun maskotu gibi: “Çiçekleri eteğime dolduruyorum, caddeyi geçip okula gidiyorum. Bir sınıfın kapısını çalıp gülleri öğretmene veriyorum. Hiçbiri de itiraz etmiyor. Birkaç sınıfı bellemiştim, daha çok o sınıfları tercih ediyorum. Beni sıraya oturtuyorlar ve hatta şiir falan ezberletiyorlar.
O sınıflardan birinin öğretmeni, beni çağırdı ve ‘sana bir şiir ezberleteceğim’ dedi. Bana Ergenekon Destanı’nı ezberletti. Sebebi de şu: Atatürk gelecekmiş. Balo yapılacakmış, orada şiirler okunacakmış, ben de okuyacağım. Ama çok uzun bir şiir... Hatırladığım kadarıyla özetin özeti. (Bundan bin yıl önce Türkler çok azalmıştı. Burası cennet gibi bir yerdi, yeleşim alanına da Ergenekon dediler... İçlerinden bir yiğit demiri eritip dağı deldiler. Geniş ovalara indiler. Dağın eridiği gün bayram oldu, şen türküler söylendi...) diye uzun bir şiir... Beni bir de ronda koydular. Balo yerine gittik, ama Atatürk henüz gelmemiş. Benim için bir hayal. Büyüklüğünü daha sonra idrak etmişiz. Şiirimi okudum, rontu yaptık, güzel bir müsamere oldu. Gece saat 12-1 oldu. Annemin kucağında uyumuşum. Yüksekte loca gibi bir yerdeyiz. Annem uyandırdı ‘Aysel bak Atatürk geldi.’ Yukardan bakıyorum, Atatürk biriyle dans ediyordu, annem gösterdi. Sonra tekrar uyumuşum. Öğretmenler gelmiş Ergenekon destanını okuyayım diye, ama uyandıramamışlar. O yaşımda, bir gün ben buna üzüleceğim, pişman olacağım dediğimi hatırlıyorum. Zorladım kendimi, uyanamadım. Uzaktan gördüm bir kere, ama bu gözler gördü ya...”

ÖĞRETMENLİK SEÇİMİ NASIL OLDU
“Annem, ‘Önce mesleğinizi elinize alacaksınız, evlilik her zaman olur’ dedi. Babamın tayini İstanbul’a çıktı ve birinci sınıfı İzmir’de okuyup, ilkokula İstanbul’da devam ettim.

Peki ya öğretmenlik kararı?
“Teyzemin kızı Öğretmen Okulundaydı, anlatımları beni çok etkiledi. Okulu İzmir’deydi, ben de ille İzmir diye tutturdum. İstanbul Kız Lisesi’nde başlayacakken, İzmir’e gittim. İzmir Öğretmen Okulunu bitirdikten sonra tayinimi istedim. İlk tayinim Kızılçullu Köy Enstitüsü’ne çıktı. Henüz 17 yaşındaydım. Çoğu çobanlık yapmış öyle geliyorlardı. Öğrenciler genellikle benden büyüktü.
Teyzem beni götürdü. Herkes onun elini sıktı, benimkini sıkmadı. Saçlarım dümdüz kesik, makyaj hayatımda bilmiyorum. Lacivert bir etek ve ceket. Hoş geldiniz beş gittiniz falan, bize ev verdiler. Evin bir odasını daha doğrusu. Okul, birkaç binadan oluşuyır, Amerikalılar yapmış. Belki de Amerikan Konsolosluğuydu, okula dönüştü. Teyzemi gönderdiler. Ertesi sabah kahvaltıya gittim...”
O sabah büykçe bir öğretmenle arasında şu konuşma geçer:
-Evladım, annen nerede?
-Annem evde.
-Dün gördük ya.
-O benim teyzem
-Teyzen nerde?
-Eve gitti.
-Dersi yok mu?
-Yok onun dersi.
-Öğretmen olarak gelmedi mi?
-Ben geldim.
-Aa, öğretmen sen misin?
Aysel öğretmen gülerek devam etti: “O ona söyledi güldü, o söyledi güldü... Benim öğretmen oluşuma. Onların hepsi yaşını başını almış öğretmenlerdi. Aralarında kitap yazanlar da vardı.”
“Gözünüz korkmadı mı” diye sorduk, gayet kendinen emin yanıt verdi: “Hayır, hoş karşıladım. Kendileri de ‘kusura bakmayın, biz teyzenizi öğretmen sandık’ dediler.”

AĞILA GİREN İNEK
Aysel öğretmen, Köy Enstitüsü’nde atölyeleri, tarımı, eğitimi görür. Tecrübesine tecrübe eklenir. Mesela birikmiş sanat dersi saatleriyle bir ağılı okula çevirdiklerini anlattı:

Ağılda ne kadar çalıştınız?
4-5 ay çalıştım ve “hiç şikayet etmeyen ilk kişi sizsiniz” dediler. Naipli Çayı vardı, geçince Ilıca. Bir beş ay da böyle geçti, sıkılmadım. Hayvanlar vardı, otlatmaya götürüyorlardı. Bir gün çocuklara işbaşı yaptırdım. Kendime de battaniyeden bir oda yaptım, böcek gelmesin, diye. Ağılda camlar açık. Bir de bir kişilik yatak, başucunda bir komodin. Suyunu, ekmek olursa koyuyorsun. Bir gün gittim yattım. Biraz sonra sıcak bir nefes, gözümü bir açtım, koca bir inek. Mööö diye. Benim yataktan battaniyeyi (perdeyi) çekip diğer yatağa attım kendimi. Ama hayvan her yeri yıkıyor dışarı çıkmak için.

RAHVAN ATLA SUYU NASIL GEÇTİ
Bir gün öğrencileri, aynı zamanda köy delikanlıları, “Hocam Gümüşlü köyünü gezdirelim size” dediler. Rahvan bir at verdiler. Çayın karşısına hepsi geçti, benimki geçmedi. Belime kadar sudayım. “Hocam çekerseniz çıkartmaz, yuları çekmeyın” diyorlar. Gözlerimi kapattım, sular da yükseliyor. Eh, dedim bakalım, burdan da kurtulacak mıyız? Sonra bir sarsıntı, çıkmışız karaya. Ama geldiğim tarafa, karşıya değil. Hadi bunlar yine geri geçtiler, “Hocam senin atın boyu kısa. Sulardan ürktü. Sen benimkine atla.” Neyse geçtik Gümüşlü köyüne... Bizi görünce adamlar kahveyi boşalttı. Ocağın başına geçtik, üzerimizden sular fışkırıyor. Biraz kurulandık, çay içtik falan gerisin geriye döndük. Macera çok...

DİYARBAKIR GÜNLERİ
Aysel Hoca 2,5 yıl Diyarbakır’da görev yapar.”Ben oraya gittikten kısa süre sonra Köy Enstitüleri kapandı. Ben gittikten bir iki sene sonraydı. Hepsi birden kapanmadı, parti parti kapattılar...”
Diyarbakır anıları neydi? Ne kalmıştı aklında? “Çok akıllı ve çok saygılıydılar. Sadece Kürtçe bielerek geliyorlar, kısa sürede Türkçe ve diğer dersleri öğreniyorlardı” diye özetliyor.

BAHÇEDE MATEMATİK DERSLERİ

Diyarbakır’dan sonra Salihli’ye gittiniz. Diyarbakır’ı aradınız mı?
Ben şu gün bile günümü değerlendiriyorum. Üzüleceğim büyük bir şey olmadıkça plan yapıyorum. Bugün bunu okuyacağım ya da yazacağım, her neyse. Yani zamanımı iyi değerlendirmeye bakıyorum.Gittiğim her yerde kendime göre, oyalanacak bir şeyler buldum. Orada (Salihli’de) mesela Tarım Kolu’nu aldım. Çok geniş bir arazisi vardı. Hatta, hiç farkında olmadım ve sonradan öğrendim ki, Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel, gelmiş beni teftiş etmiş. Matematik dersini bahçede yapıyormuşum... Konu, alan ölçüleriymiş, bahçeyi ölçtürüyorum, alan hesabı yaptırıyormuşum.

Aysel öğretmen sonra İstanbul Davutpaşa Lisesi’ne, ardından İzmir Karşıyaka Kız Meslek Lises’nde geçen 32 yıl Arada, Yüksek kula gitti, yüksek öğretmen oldu. Emekli olduktan sonra da çalışmaya devam etti.

Aysen öğretmen, “Atatürk’e bir şiirimi okuyacağım müsaadenizle” dedi. İşte şiiri:

Kavuşulan Birlik
Bahar düştü dal üstüne
Arı koştu bal üstüne
Şaha kalktı efelerim
Davul zurna çal üstüne

Dindiartık acılarım
Haçtan dndü hacılarım
Halay çeker bacılarım
Ak yazmalar al üstüne
Doğa güldü vatanında
Ruhu gülsün Atamın da
Türk askeri nöbetinde
Gelsin düşman sal üstüne

İki kuzum var gurbette
Sıra gelsin gör nöbette
Şehit düşse sar elbette
Ay yıldızlı lal üstüne
Bir emekli öğretmenim
Henüz bitmedi görevim
Rahat uyu sen kemalim
Hep dualar al üstüne

Sonraki Haber