Cumhuriyet kültüründe kırılma: Arabesk Müzik

Gençlerin kollarındaki jilet ve iğne izleri takip edildiğinde, yoz bir kültür ve yaşam modeli içeren arabesk müzik karşımıza çıkar.

“Bir kaset koy Semranım.”

Bir sanat yapıtının kalitesi /niteliği, yarattığı etki ve yarattığı sonuçlarla, içinde bulunduğu toplumu nasıl eğittiği ve ilerletmesiyle değerlendirilebilir, toplumsal fayda tek ölçüttür.

Ötesi, hiçliğin sanatı post-modernizmin alanına girer...

Doğayı yenmeye çalışan insan iradesini yansıtan Tokat Semahı’ndan, kartal gibi süzülerek yere ayak izini bırakan zeybeğin cesaret ve görkeminden, arabeskin edilgen, ağlak, çıkışsız, kadere boyun eğen, lümpenleşmiş mazoşist insan modeline doğru tersine evrim, 11 Kasım 1938’de başlayan karşı devrim sürecinin ürünüdür.

Damarlarında asil kan taşıyan Cumhuriyet gençliğinden, damarlarında iğne ve jilet izi taşıyan, uyuşturucu bağımlısı, konserlerde arabesk babalarının önünde kendinden geçerek secde eden bir gençlik modeli ile karşı karşıyayız.

Gençlerin kollarındaki jilet ve iğne izleri takip edildiğinde, yoz bir kültür ve yaşam modeli içeren arabesk müzik karşımıza çıkar. Arabesk müziği ve uyuşturucu birbirinden ayrılamaz yapışık kardeşlerdir.

Turgut Özal eşine “Bir kaset koy Semranım” diyerek kitleleri uyuşturacak müziğe yol verirken, yolsuzluk ekonomisine de gaz veriyordu.

TARİF

Arabesk stili olarak mimaride, dekorasyonda yer eden, kadim Arap bezeme sanatı ve estetiğinin adıyla anılan bu müzik türü; Mısır Arap müziği ve Hint müziğinin seçkin yapıtlarından çeşitli bölümlerin alınarak birbirine eklenmesiyle, melezleştirilmiş bir müzik üzerine, melankolik ve mazoşişt sözlerle eşleştirilerek kurgulanan yoz bir müzik türüdür.

Mısır Arap müziğinin seçkin bestecilerinden başta Omer Hayrat, Farit el Atraş, Abdül Vahap’ın iz bırakan eserlerini birebir klonlayarak arabesk üstatlarının besteci hanesine kendi adlarını çekinmeden yazmaları nedeniyle, arabesk çalıntı bir müzik türüdür.

Arabesk babalarının smokin giyip, papyonla çello, viyolonsel, piyano eşliğinde verdiği konserlerde bu çalıntı müziklerin dünyaca ünlü asıl bestecilerini hâlâ gizleyerek icra etmeleri, telif haklarının ötesinde ahlaki bir sorundur.

Fikri ve Sınai Haklar Mahkemeleri bilirkişisi olarak, söz konusu müzikleri bu haliyle yayımlayan televizyonların da telif hakkı ihlalinden birinci dereceden sorumlu oldukları konusundaki faydalı bilgiyi verelim.

TARİH

Arabesk müziğin ülkemizdeki ilk örnekleri bilindiği gibi Orhan Gencebay’la değil, Atatürk’ün ölümünden hemen sonraki karşı devrim sürecinde ortaya çıkmıştır.

1939 yılında Birinci Türk Neşriyat Kongresi kararlarıyla, Atatürk’ün öngördüğü Milli Eğitim’deki Asyai Türk Kültürü doğrultusu terk edilip, Antik Atina/Avrupa edebiyatı ve kültürüne yönelim amacıyla kurulan, başında Amerikan mandacılığıyla maruf Adnan Adıvar’ın bulunduğu Tercüme Bürosunca 1120 Batı edebiyatına ait kitabın tercüme edildiği, buna koşut olarak radyo yayınlarında Batı kaynaklı tek tip bir müziğe ağırlık verildiği koşullar, merkezkaç etkisi yaratmış ve Beyrut ile Kahire radyoları dinlenir olmuştur.

II. Dünya Savaşı nedeniyle Avrupa’dan film ithal edilememesi sonucu, 23 Kasım 1938’de Mısır’ın ünlü ses sanatçısı Abdülvahab’ın başrolünde oynadığı Türkçe sözlü Arapça şarkılı Aşkın Gözyaşları (Damû’al-hubb) adlı Özen Film’in ithal ettiği yapım yoğun ilgi gördü. Ardından diğer film şirketleri müzikal Mısır filmlerini getirip üzerine bu kez şarkılar Türkçe okundu. Mısır film endüstrisinin üretimi kısıtlı olunca bu kez Macaristan ve Nazi işgali altındaki Çekoslovakya’dan ithal edilen kostüme filmlere (Peçeli Kadın/Maskovana Milena-Balzac romanından) Mısır filmi intibası vermek için Arap müziğini andıran müzikler yapılarak Türkçe sözlerle izleyiciye sunuldu. Mısır şarkılarının ritmi, Macarca şarkı söyleyen artistlerin ağzına uymayınca, senkron sağlansın diye uydurma Arap müzikleri hazırlanarak Türkçe sözlerle arabeskin ilk örnekleri ortaya çıkmış oldu.

1954 yılında başrolünü RajKapoor’un oynadığı Hint filmi “Avare” (Awara), dillere “Avaramu” olarak yerleşen “Awara Hoon” şarkısının dillere düşmesi, ardından yeni müzikal Hint filmlerinin gelmesine ve arabesk müziğine Mısır Arap müziği yanında, Hint müziği ikinci bir kaynak yarattı.

Ülkemizin hızla “Küçük Amerika” olduğu bu süreçte Ankara Radyosu’nun değerli Türk Sanat Müziği icracısı ve “Manolyam/Uzun Yıllar Bekledim” gibi seçkin besteler üreten Zeki Müren’in, Las Vegas’a giderek ünlü piyanist şantör Liberace’ın payetli, tüylü, mini etekli kostümlerini dönüşünde kopyalayarak sahnede giymesi ve hünsalaşan ses tonuyla, gazinolarda arabeske yönelmesine eleştirenleri “Efendim biz helva demesini de, halva demesini de biliriz.” diye yanıtlaması Cumhuriyet kültürümüzün yaşadığı kırılmanın somut örneğidir.

İkibine Doğru Dergisi’nin o dönem başyazarı Doğu Perinçek “Saraylara, yalılara klasik müzik ve bale, emekçi kitlelere arabesk.” diye yazarak 12 Eylül’ün kültür politikasını ortaya koydu.

İŞLEV

Altmışların ortalarından itibaren dünyada ve ülkemizde yükselen gençlik ve kitle hareketlerine karşı ABD’de hippilik akımı yetmeyince de Beatles grubu İngiltere’den New York’a getirilerek masum yüzlü bu grubun “Seni Hayatıma Sokmalıyım/Got Get Your İnto My Life” adl parçası bir kişiye ait değil doğrudan esrar kullanımına yönelikti, ardından “Sarı Denizaltı/Yellow Submarin” ile İstanbul’da “Sarı Bomba” olarak bilinen uyuşturucu hapa göndermeydi, bu örnekleri çoğalmak mümkün.

ABD yönetimi “Vietnam’da Savaşa Hayır!” diye haykıran gençliği, hippilik ve yoz müzikleri devreye sokarak “Savaşma, Seviş” noktasına getirmeyi başardı.

Edebiyat cephesinde ise boşluğa küfreden şiirler yazıp, içtiği şarap şişesiyle TV yayınlarına çıkarılan Bukowski marjinal, her şeye muhalif bir “baba” olarak piyasaya sürüldü.

Türkiye’de ise gümbür gümbür Aşık İhsani’nin“Taban Uyanıyor Taban, Durduramaz Bunu Baban”, Aşık Mahzunî Şerif’in “Katil Amerika” türküleri gençliğin Amerikancı sistemi sorgulanırken, bu gidişe elbette seyirci kalınamazdı.

Yangın söndürücü olarak, kitlelere “Batsın bu Dünya” feryadıyla, kadere boyun eğen, teslimiyetçi, toplumsal örgütlenmeden uzaklaştıran, bireyci ve bireyin acılarını işleyen, mazoşist, işlevi tanımlanmış bir yoz müzik olan türü arabesk devreye sokuldu.

Arabesk ve uyuşturucu, çekilen dumanın yaptığı kafa ile eşsiz bir uyum içindeydiler, birbirlerinden hiçbir zaman şikayetçi olmadılar. Cumhuriyet ekonomisinin temellerini ortadan kaldıran 24 Ocak 1980 kararları, 12 Eylül 1980’de çıplak zora kavuştu. Yoksullaştırılan Türk milletine arabeskin dozunu artırmak gerekiyordu.

İkibine Doğru Dergisi’nin o dönem başyazarı Doğu Perinçek “Saraylara, yalılara klasik müzik ve bale, emekçi kitlelere arabesk” diye yazarak 12 Eylül’ün kültür politikasını ortaya koydu.

Yolsuzluk nedeniyle Yüce Divan’da yargılama konusu olan, yaptırdığı otoyoldan geçerken zamanın başbakanı Turgut Özal eşine “Bir kaset koy Semranım.” diyerek kitlelerin uyuşturacak müziğe yol verirken, yolsuzluk ekonomisine de gaz veriyordu.

TRT’de Türk Müziği ile ilgisi olmadığı için yer verilmeyen arabesk müziğine tüm kapılar açıldı, türküleriyle tanınan İbrahim Tatlıses bu dönem arabeske yöneldi.

Arabesk müziğin, devlet eliyle Türk milletinin üzerine fışkırtıldığı kakofonik dönemde, arabeskçilerimiz konfeksiyon hızında fason üretim yapar haldeydiler, Mısır Arap müziğini kesip biçmeye zamanları dahi yoktu, bu müzikleri olduğu gibi kullanıp, besteci olarak kendi adlarını yazma cüretini gösterdiler.

Seçkin Mısırlı besteci Ömer Hayrat’ın 1985 yılında bestelediği “Leilat El Kabd Ala Fatma” adlı yapıtı, arabeskin babası ve bânisi Orhan Gencebay tarafından birebir klonlanarak 1986 yılında “Dünya Dönüyor” adıyla, piyasadaki diğer arabesk babalarının klon şarkıları arasında yerini aldı.

Ulusal Kanal ve Aydınlık gazetesinin, son günlerdeki arabesk rüzgârına kapılıp “baba” olarak nitelediği Ferdi Tayfur; Orhan Gencebay’ın elemli, çıkışsız müziğine bir farkındalık yaparak ağlayan erkek sesiyle arabesk müziğinin önemli isimlerinden oldu. Ümit Besen ise “Nikâh Masası” adlı yapıtında, kendisini terk eden kadının nikâh şahidi olmayı önererek, edilgenliği üst boyuta taşıdı.

12 Eylül ikliminde ise yılgın solun ruh durumuna uygun besteler yapan yakın arkadaşım, Türkiye İşçi Köylü Partisi’nin (şimdi Vatan Partisi) Beyoğlu ilçe üyesi, mücadele arkadaşım Ahmet Kaya ise bu müziğin sol versiyonunu yapmıştır, bu eleştiriyi kendisine yapmış olmam nedeniyle gönül rahatlığı ile yazıyorum.

Bu satırların yazarı olarak, arabesk müziği salt eleştirmenin ötesinde, arabesk kültürünün yarattığı insan modeline ve Türk gençliğinde yarattığı yıkıma karşı, liseden itibaren birlikte mücadele ettiğim sevgili arkadaşlarım, her ikisi de tiyatro yönetmeni ve oyun yazarı olan Nejat Koper ve Ali Yaylı’yı selamlayarak, arabesk gerçeğini anlatmayı borç bildim.

Sonraki Haber