Cumhuriyetin çocuk politikası
Cumhuriyet döneminde, kadının rollerinde ve çocuğa bakışta ne gibi değişiklikler oldu? Neler esas alındı? Tarihçi Dr. Gül Çakır anlattı.
Dr. Gül Çakır, Dokuz Eylül Üniversitesi’nde öğretim görevlisi. Tarihçi, doktorasını Atatürk İlkeleri ve İnkilap Tarihi konusunda yaptı. Akademik Tarih ve Araştırmalar Dergisi’nde “1920-1950 yılları arasında Türkiye’de uyuşturucu maddelere yönelik geliştirilen politikalar” başlıklı araştırması yayımlandı. Dr. Çakır, son kitabı ve Cumhuriyet döneminde çocuk-aile eğitimi konusunda sorularımızı yanıtladı.
GENİŞ AİLEDEN ÇEKİRDEK AİLEYE
- Cumhuriyet döneminde aileye yüklenen misyonun ne olduğuyla başlayalım dilerseniz. Aile yapısı nasıl değişti? Kadının rolü üzerine yapılan vurgular neydi?
Aslında Türk aile yapısındaki değişim sürecini Osmanlı’nın son dönemlerine özellikle de Meşrutiyet Dönemi’ne kadar götürebiliriz. Bu değişim ve dönüşüm Cumhuriyet yönetimi ile beraber hız kazandı. Cumhuriyet döneminde toplumda geniş aile tipinden çekirdek aileye geçiş söz konusu oldu. Nüvesi anne, baba ve çocuktan oluşan bir aile tipiydi bu. Hatta şunu da söyleyebiliriz ki Türklerin en eski zamanlarında sahip olduğu pederi aile tipine benzer bir aile yapısı Cumhuriyet Türkiye’sinde oluşturulmak istendi.
En büyük değişim de kadının aile içindeki rollerinde oldu. Aile içinde kadının konumu erkekle eşitlenmeye çalıştı. Evet, yine ataerkil bir aile yapısı vardı fakat kadının ailede karar alma konusunda ve çocukları üzerinde hak sahipliği bakımından erkekle eşit bir seviyeye getirilmek istendi. Türk Medeni Kanunu, erkeği ailenin reisi yapsa da kadını onun yardımcısı olarak belirledi. Cumhuriyet döneminde tek eşlilik esasının getirilmesi bile kadının aile içerisindeki rolündeki en büyük değişim olarak algılanmalıdır.
KADINLARIMIZ MİLLETİN ANASI
- Cumhuriyetimizin bilinçli anne çalışmalarına neleri örnek gösterebilirsiniz?
Cumhuriyet döneminde “bilinçli anne” yaratımı için çaba sarf edilmişti. Bu çabalar en çok da iki temel konu üzerinden ilerlemişti. Bu konular “sağlık” ve “eğitim” idi. Tabi başka konular da vardı, ama öncelikle bunlardan bahsetmek gerekir. Çocuğuna bakım yollarını bilen, belli bir sağlık bilgisine sahip anne modeli ve çocuğuna iyi bir eğitim, ahlak anlayışı veren anne modeli... Çocuk yetiştirmek alelade bir iş olmamalıydı ve bu konuda en büyük sorumluluk annelere düşmekteydi.
Devletin kuruluşunun ilk yıllarında en büyük sorun çocuk ölümleri idi. Çocuk ölümlerinin azalması için annelere de büyük bir görev düşüyordu. Kadınlar yeni doğan ve çocuk sağlığı konusunda bilinçlendirilmeye çalışıldı, çocuğa bakım yolları öğretilmek istendi. Bu yolla çocuk ölümlerinin önüne geçilmek istendi. Çocuk nasıl beslenir, hasta çocuğa nasıl davranılır, hijyen kurallarında nelere dikkat edilir bunlar sağlık propagandaları dahilinde kadınlara öğretilmeye çalışıldı.
Kadının, eğitim konusunda bilinçli olması rejim tarafından arzulanıyordu. İlk terbiye aile içinde özellikle anne tarafından verildiği için kadına da önemli görevler verilmişti. Kadının vereceği iyi bir terbiye ve eğitimle çocuk, toplumda faydalı bir unsur olabilirdi. Toplumsal dönüşümün anahtarı olarak görülmüştü Türk kadını. Bunu Mustafa Kemal Atatürk’ün bir cümlesi ile destekleyelim isterseniz: “Kadınlarımız hatta erkeklerden daha çok münevver, daha feyizli, daha bilgili olmaya mecburdurlar. Eğer hakikaten milletin anası olmak istiyorlarsa…”
NÜFUSU ARTIRMAK İÇİN TEŞVİKLER
- Cumhuriyetimizin ilk yıllarında evlilik teşvik ediliyor. Hatta eserinizden bekarlık vergisi tartışmalarının bile yapıldığını öğreniyoruz. Bekarlar pek sevilmiyor galiba…
Bu soruyu duyunca yüzümde bir tebessüm belirmiyor değil. Doğru! Cumhuriyetin ilk yıllarında evlilik teşvik ediliyor. Evliliklerin teşvik edilmesi aile politikaları ile ilgili bir durum. Fakat bekarlık vergisi bu politikanın bir parçası değil. Tamamen ülkenin nüfus ve ekonomi politikaları dahilinde 1929 yılında Yozgat Mebusu Sırrı Bey tarafından öne sürülmüş bir teklifti. Bekarlardan vergi alınmasına dair bir kanun teklifiydi bu ve mesele aslında önceki senelerde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde öne sürülmüştü. Sırrı Bey böyle bir verginin yürürlüğe girmesiyle evliliklerin ve dolayısıyla doğumların artacağına inanıyordu. Bu dönemde nüfusun artırılması için çareler aranmaktaydı ve bekarlık vergisi bu doğrultuda öne sürülmüş bir teklifti. Fakat kabul gören bir teklif değildi. Hatta o yıllarda bu konu çok tartışılmış, gazetelere yansımıştı. Bu dönemde evliliklerin azaldığına dair algılamalar söz konusu idi. 1929 ekonomik buhranı sonrasında toplumda genel anlamda yaşanan geçim sıkıntısı evlenmek isteyen çiftlerin evlilik planlarını bir süreliğine bozmuştu, diyebiliriz.
SAĞLIKLI, VATANSEVER, AHLAKLI ÇOCUKLAR
- Çocuk yetiştirirken hangi ilkeler öne sürüldü? Özellikle Atatürk döneminde hangi sonuçlar alındı?
Çocuk yetiştirilirken çeşitli ilkeler saptanmıştı. Sağlıklı, gürbüz, ahlaklı, iyi eğitimli, yardımsever, vatanını seven, iktisadi erdemleri olan çocuk yetiştirilmesi isteniyor. Hepsinin yüzde yüz başarıya ulaştığını veya ulaşmadığını söyleyemeyiz. Ama şunu söyleyebiliriz ki bugün sağlıklı, ahlaklı, kendi milli değerlerine sahip olan bir nesile sahipsek bunu bu dönemde ortaya atılan ilkelere ve cumhuriyetin çocuk politikasına borçluyuz. Çocuk politikası üretmek sanıldığı gibi kolay değildir. Bu politikaları uygulamak ve istenilen sonuçlara ulaşmak büyük özveri ve zaman ister.
- Eserinizde Gürbüz Türk Çocuğu Mecmuası üzerine özellikle duruyorsunuz. Bu derginin yayın çizgisinden bahsetmenizi rica ederim.
Gürbüz Türk Çocuğu Mecmuası, Türkiye Himaye-i Etfal Cemiyeti’nin yayın organı idi. Gürbüz Türk Çocuğu Mecmuası, Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren “çocuk meselesini” gündemde tutarak meseleye toplumsal bir çözüm aramıştı. Dergide çocuk hayatını geliştirmek için çok önemli yazılar yayınlanmıştı. Eğitim, edebiyat, sağlık, siyaset alanında tanınmış simalar bu dergide yazılar kaleme almıştı. Ruhen ve bedenen sağlıklı nesillerin yetiştirilmesi konusunda aydınlatıcı yazılar yer almış, derginin düzenlediği gürbüz çocuk yarışmaları ile aileler sağlıklı çocuk yetiştirme konusunda rekabete sokulmuştu. Bu dergi en çok da çocuk himayesi üzerine eğilmiş, kimsesiz çocukların korunması ve yetiştirilmesi için toplumda sosyal bir duyarlılık yaratmaya çalışmıştı.
GÜNDÜZ BAKIMEVLERİ İLKELERİ
- Himaye-i Etfal Cemiyeti’nin çalışmalarının altını özellikle çiziyorsunuz? Bu Cemiyet’e öncülük eden isimler kimdi? Neler yaptı?
Himaye-i Etfal Cemiyeti 1921 yılında Ankara’da kurulmuştu. Ülkenin aile ve çocuk meselesine yönelik sıkıntıların giderilmesi için çalışmalar yapan bir kurumdu. Kimsesiz, bakıma muhtaç ve hasta çocukların himayesi konusunda çalışmalar yapılmıştı. Dr. Mehmet Fuad Umay, cemiyete öncülük eden isimdi. Kendisi tıp doktoru ve aynı zamanda mebustu. Kendisi Türkiye’de çocuk ölümlerinin önüne geçmek için en önemli girişimlerde bulunan çok önemli bir aydın idi.
Cemiyet, açtığı müesseselerle bir yandan ihtiyaç sahibi olan çocuk ve annelere yardım elini uzatmış diğer yandan da doktorlarıyla, gönüllü çalışanlarıyla, öğretmenleriyle ve yayınlarıyla kentten kırsala her kesime sesini duyurarak hizmet götürmüş ve adeta milli bir vazifeyi yerine getirmiştir. Kurumun bünyesindeki Süt Damlası ile sıhhi süt dağıtımı yapılmış, Doğumevleri ile çocuk muayene ve tedavileri yapılmıştı. Kurumda güneş banyoları gibi uygulamalar yapılmıştı. Gündüz bakımevleri ve kreşleri ve Ana Kucakları ile çocuk himaye ve bakımında fayda sağlamışlardı.
CUMHURİYET İDEALİNDEKİ ÇOCUK
- Edebiyat ve fikir tartışmalarında aile ve çocuk konusu nasıl işlendi?
Fikir tartışmalarında çocuk ölümleri, himayesi, beslenmesi, eğitimi, işçi çocuklar, çocuk sağlığı, ebeveynlerin ve devletin çocuk üzerindeki hakları gibi konular işlendi. Çocuğa dair birçok mesele masaya yatırıldı ve çözümler arandı. Kadınlar ile ilgili olarak ise en çok kadınların çalışma hayatına girişi ve siyasal hak kazanımları konusunda yaşanan sorunlar tartışıladurdu. Bir de modernleşme rüzgârları içerisinde Türk kadınlarının özenti yaşamları sorgulandı. Yazarçizerler, bazı kadınların rejimin ortaya koyduğu “ideal kadın” çizgisinden çıktığını fark ettiklerinde onların giyim, kuşam, davranış tarzları ve çocuğuna bakımı gibi konularda tartıştılar.
- Çocukların milli bayramlarda “Kavga etmeyen, anne baba istiyoruz”, “Bahçe, park isteriz”, “Azarlama”, “Temiz su, bol gıda” gibi pankartlarla toplumu göreve çağırdığı pankartlar taşıdığını görüyoruz. Cumhuriyetin istediği çocuk tipi nasıldı?
Genel olarak her bir rejimin kendi özelliklerine uygun bir çocuk tipi istediğini biliyoruz. Cumhuriyet rejimi de kendine has bir çocuk görüntüsüne sahip olmak istedi. Bedenen ve ruhen güçlü, iyi yetişmiş, milliyetçi, ahlaklı, mutlu, sevgiyle büyüyen çocuklar yaratılmak isteniyor. Çocuk geleceğin teminatı, vatanın bekçisi, milletin temeli olarak algılanıyor. Rejim, güçlü, sağlıklı, gürbüz çocuklar yaratacak ve yarattığı nesille daima ayakta duracaktı. Modern, eğitimli ve Atatürk devrimlerine sahip çıkacak bir çocuk tipi istenmişti.
CİNSİYETÇİ DAYATMALAR
- Türk aile yapısının, dayanışma duyguları ve geleneklerimize bağlılık bakımından güçlü olduğu bilinir. Son yıllarda özellikle Batı’dan hem çocuklarımıza yönelik kültürel ve cinsiyetçi dayatmaların arttığını hem de Cumhuriyetimizin güçlü devletin temeli olarak nitelendirdiği aile yapısında bazı erozyonların olduğunu gözlemliyoruz. Bu sürece yönelik Cumhuriyetin ilk kuşağından hangi dersler çıkar?
Maalesef Türkiye’ye dışarıdan gelen kültürel ve cinsiyetçi dayatmalar Türk aile yapımızı ve çocuklarımızın ahlakını, davranışlarını bozmakta, değiştirmektedir. Dijital Çağda dış dünya ile bağlarımızı koparmak da pek akıllıca bir davranış olmaz. Bu noktada hükümetlerin aile politikaları tekrar gözden geçirmeli değişen şartlara göre yeniden düzenlemelidir. Kendimize has kültürümüz ve aile yaşantımızı muhafaza edecek bir politikanın düzenlenmesi zaruridir. Cumhuriyetin ilk yıllarında aslında yapılmaya çalışılanda İran ve Yunan etkisinin Türk ailesinde yarattığı tahribatı kaldırmaktı. En eski Türk topluluklarındaki aile yapısını Türkiye’de tekrar canlandırmaktı. Asıl mesele özümüze dönmekti. Cumhuriyetin ilk yıllarındaki gibi çocuk, kadın ve aileyi ilgilendiren sorunlar, aksaklıklar saptanmalı ve sorunlara çözüm aranmalı, özellikle çocuk ve gençlerin hayatını iyileştirmeye yönelik uzun vadeli planlar yapılmalıdır.
TÜRK KADINININ HAKLARI
- Türk kadını Cumhuriyetimizin ilk yıllarında hangi hukuki hakları kazandı, hatırlatalım mı?
İlk başta 3 Mart 1924 yılında Tevhid-i Tedrisat Kanunu, yani Öğretim Birliği Yasası’nı dillendirmek gerekir. Bu yasayla en başta Türk kadını erkekle eşit şartlarda eğitim alma hakkını kazandı. Eğitim hakkı ve eğitimde eşitlik en önde gelen kazanımlardı. 17 Şubat 1926’da Türk Medeni Kanunu kabul edildi. Bu kanunla kadın aile içinde erkekle eşit haklara sahip oldu. Kanunla kadınlara evlilik, boşanma, miras ve velayet gibi konularda yeni haklar verildi. Türkiye’de cinsiyet eşitliği için en önemli adım 900 den fazla maddesi olan Türk Medeni Kanunu ile atıldı.
1926 Türk Ceza Kanunu ve 1930 Umumi Hıfzıssıhha Kanunu ile de aslında Türk kadını birçok alanda yasal haklara sahip oldu.1936 İş Kanunu ile Türk kadını çalışma hayatında bir takım haklara sahip oldu. 3 Nisan 1930 tarihinde kabul edilen “Belediye Kanunu” ile kadınlar, belediye seçimlerine katılma hakkını elde ettiler.1933’te Köy Kanunu ile Köy yönetiminde seçme ve seçilme hakkı, 1934 yılına gelindiğinde Türkiye’de Türk kadınları milletvekili seçme ve seçilme hakkını elde ettiler.
- Avrupalıların Türk kadınındaki değişime yönelik ilgisine de değiniyorsunuz. Hangi ülkelerden kimler bu değişimi merak etmiş?
Özellikle Avrupalılar, en çok İngiltere ve Fransa’dan muhabirler kadınların değişim sürecini değerlendirmek istemişlerdi. Yabancı gazeteciler, yeni yönetimin “yeni bir kadın” imajı yarattığını düşünmekteydiler. Kadınların giyimi, sosyal ve çalışma hayatı gibi konular ilgi çekmişti.
GÜZELLİK YARIŞMALARI YENİ REJİMİN İŞİ DEĞİLDİ
- Cumhuriyetimizin ilk yıllarındaki güzellik yarışmalarının amacı neydi?
Öncelikle toplumda bu konudaki yanlış algılamayı düzeltmek gerekiyor. Türkiye’de yapılan ilk güzellik yarışmaları yeni rejim tarafından kurgulanmamıştı. Rejimin, toplumda ayrıştırma ve başkalaştırma gibi bir tutumu olmamıştır. Yeni rejimin sosyolojik kodları toplumsal eşitlik, dayanışma, hümanizm üzerinden yükselmiştir. Bu nedenle güzellik, estetik gibi konuları ön planda tutmak yeni rejimin işi değildir. Yeni rejim kadını, erkeği ile sağlıklı bünyeden oluşan bir toplum oluşturmak istiyor. Devlet, sağlıklı bir toplum yaratımı için sağlık politikaları üretiyor. Güzel kadın algısı yaratmak için güzellik yarışması düzenlemek yeni rejimin işi olarak algılanmamalı. Bu yarışmaların ilki 1929’da Cumhuriyet gazetesi tarafından düzenleniyor. Fakat gazetenin böyle bir yarışmayı yapmasının amacı kadın bedenini sergilemek veya Müslümanların ahlaki yapısını bozmak değildi.
Yunus Nadi bu konu da şu sözleri söyleyerek konuya açıklık getiriyor: “Güzellik yalnız gözleri okşayan bir nümayişten ibaret değildir. Denilebilir ki güzellik aynı zamanda ve belki daha ziyade sıhhat ve saadetin parlak alametidir. Filhakika hiçbir hasta vücudunun güzel olması ve güzel görünmesi ihtimali yoktur. Onun için güzellik demek, her şeyden evvel sıhhat ve salâbet demektir. Fertçe ve milletçe hayatta muvaffak ve mesut olmanın ilk şartı ise budur ve yalnız budur”
Bu yarışmalar, Türk kadınının güven ve gücünü göstermede önemli bir yol olarak görülmüş olabilir. Türk kadınının diğer ülkedeki kadınlar kadar güzel olduğu ispat edilmeye çalışılmıştı. Nihayetinde Türk kadını, Avrupalı ülkeler tarafından haremlik-selamlık anlayışının bir parçası, geri kalmış bir fert olarak görülmekteydi. Hepimiz biliyoruz ki Mustafa Kemal Atatürk, Türk kadınını ilimde, ahlakta üst noktalarda görmek istiyor.