De Gaulle’e Meclis ‘Hayır’ demişti!

Cumhuriyetin en bağımsız olması gereken yargı kurumunun savcıları, diğer Batı demokrasilerinin aksine, Fransa’da Adalet Bakanlığı’na ‘gereğinden fazla’ yakınlar. Bakalım ülkemizde halkımız dünyadaki çokça olumsuz örnek ve tecrübeden ders alarak “evet” tuzağına düşmekten kurtulacak mı?

Sercan GENÇ / Fransa
Ülkemizde yapılacak olan anayasa değişikliği ile ilgili referanduma iki gün kala Fransa’daki yönetim sisteminin çektiği sıkıntıların ve değişiklik sinyallerinin aydınlatıcı olacağı kanısındayım.
Fransa’da bugün yürürlükte olan hükümet biçimi, Cumhuriyet sistemi olmasına rağmen, ülkenin bu sistemi kabul etmesi hiç de kolay olmadı ve neredeyse yüzyıla yakın bir zamanı kapsadı. Fransa’daki anayasa tarihi 1789 ve 1879 yılları arasında çok çalkantılı dönemlerden geçmiş ve bu süre zarfında ülkede birbirinden farklı dönemlerde üç anayasal monarşik dönem, iki imparatorluk ve üç cumhuriyet sistemi denenmiştir.
Cumhuriyet sistemi ülkenin zihniyetine kendisini ancak Üçüncü Cumhuriyetin kurulmasından sonra, Jules Ferry’nin de büyük çabaları sayesinde, kabul ettirebilmiştir. Bahsi geçen sistemin kabul görmesinden itibaren, ülkeyi yöneten kişilere verilen güç yalnızca “yürütme” ile sınırlandırılmıştır. Bu sınırlandırma kararının alınmasında Fransa’nın krallık döneminden kalan kötü anılarının etkisi çok önemlidir. Bu yönetim tarzı İkinci Dünya Savaşının başlangıcına dek ülkeyi yönetmiştir.
AVRUPA’DA BAŞKANLIK
İkinci Dünya Savaşı sonrası yeni bir anayasa ile 1946 yılında kurulan Dördüncü Cumhuriyet ise pek uzun ömürlü olamamış ve 1958 yılında yeni bir anayasa ile Beşinci Cumhuriyete geçilmiştir. Dördüncü Cumhuriyetin başarılı olamamasının sebebi, İkinci Dünya Savaşının ertesinde çok zor bir dönemde kurulması ve bu dönemde birbirine rakip olan siyasi partilerin anlaşamamasından dolayı koalisyon hükümetlerinin ömrünün altı aydan fazla sürmemesidir. Bu muhakemeler, Türkiye’de süregelen referandum tartışmalarında “evet” tarafını tutan siyasilerin söylemlerini hatırlatıyor. Akp’nin anayasa değişikliğini destekleyen en önemli sebeplerinden bir tanesi, on beş yıllık kesintisiz iktidara rağmen, ülkenin koalisyon hükümetlerinin anlaşmazlıkları sayesinde belirsizliğe sürüklenmemesidir. Halbuki Avrupa ülkerinin büyük bir çoğunluğunda başkanlık sistemi yoktur ve ülkeler koalisyon hükümetlerince yönetilir. Baraj sisteminin olmaması sonucunda ortaya çıkan çok partili meclis tablosu ise, çoğunluk partilerinin kendi istekleri doğrultusunda rahatça ilerlemesini engelleyen bir karşıt-güç sistemidir ve demokrasinin en temel sebeplerinden birisidir.
DE GAULLE ANAYASASI
Fransa’da da istikrarsızlığın ve sömürge ülkelerinden Cezayir’de askerler tarafından düzenlenen darbenin bir sonucu olarak, Charles de Gaulle hükümetin başına gelmiş ve iki gün içerisinde parlamentodan yeni bir anayasa yapma iznini almıştır. Her ne kadar istikrarsızlık yarattığı söylense de, Dördüncü Cumhuriyet’in anayasası seçilmiş bir “Anayasa Kurulu” tarafından hazırlanmıştır. Fakat Charles de Gaulle idaresindeki Beşinci Cumhuriyet’in anayasası tamamen hükümetin ve geleceğin başbakanı Michel Debre’nin kontrolü altında hazırlanmıştır. İlgili anayasa 28 Eylül 1958 tarihinde referandumla halkın kabulünü alarak (%79) yürürlüğe girmiştir. Hukukçuların görüşlerine göre Beşinci Cumhuriyet’in yürürlüğe girmesi tamamen anayasal düzene aykırı olarak gelişmiştir. Çünkü o günlerde geçerli olan Dördüncü Cumhuriyet Anayasası, hiçbir şekilde referandum yoluyla yapılacak bir anayasa değişikliğine izin vermemektedir. Ayrıca o güne kadar yalnızca yürütme yetkisinin verildiği Cumhurbaşkanı, yasama kurumlarının kesin ve kat’i itirazına rağmen halka giderek güvenoyu almış, anayasayı ve ülkenin idare biçimini değiştirmiş ve yasama kurumu olan parlamentonun güvenilirliğini ve gücünü elinden almıştır.
DE GAULLE’ÜN ALDIĞI DERS
Özetle, Beşinci Cumhuriyet kurulduğu günden itibaren şüpheli sayılmıştır fakat zaman bağlamında, Fransa sömürge ülkelerinin büyük bir çoğunluğunda ayaklanmalar olduğundan, muhalefet sesini fazla duyuramamıştır. Charles de Gaulle, işte böyle bir ortamda yeni ve şüphe uyandıran bir anayasa ile Beşinci Cumhuriyeti yürürlüğe koymakla yetinmemiş, 1962 yılında yarı başkanlık sistemine geçmek ve halkın Cumhurbaşkanını direk olarak seçmesini sağlamak için anayasanın 89’uncu maddesine uygun olarak parlementonun onayını istemiştir. Bildiğiniz gibi Fransa’da Meclis ve Senato ‘Parlamento’ çatısı altında birleşmektedir ve o dönemde Charles de Gaulle başkanlık sistemi için ne Meclisin ne de Senato’nun desteğini alamamıştır. Bunun üzerine kendileri anayasanın 11’inci maddesinde yer alan “Cumhurbaşkanı (...) kamu organizasyonları ile ilgili tüm yasa tekliflerini referanduma götürebilir” maddesinden faydalanarak, halkın oyuna başvurmuş ve başkanlık sıfatını kazanmıştır. O dönemde oy veren halkın içinde bulunduğu ruh halinin iyi anlaşılabilmesi için tekrar hatırlatmak isterim ki, o dönemde Fransa 1850 yıllarından itibaren kurduğu sömürge imparatorluğunun büyük bir kısmını kaybetmekteydi ve kendisine başkanlık için oy isteyen Charles de Gaulle de, ülkesinde İkinci Dünya Savaşının “Kahraman Generali” konumunda idi. Bilmem bu durum sizler için Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı ile ilgili çeşitli benzerlikler taşıyor mu?
HALKA RAĞMEN
Bugün geldiğimiz noktada ise, Beşinci Cumhuriyetin otoriter yapısı ve başarısızlığı hâlâ tartışılmaktadır. Cumhuriyetin en bağımsız olması gereken yargı kurumunun savcıları, diğer Batı demokrasilerinin aksine, Adalet Bakanlığına “gereğinden fazla” yakınlar ve bu durum büyük tarafsızlık tartışmalarını da beraberinde getirmektedir.
Yasama yetkisine gelecek olursak, yürürlükte olan anayasanın 49.3 gibi maddeleri, hükümete “gerek gördüğü takdirde” meclis ve senato oyuna sunulmaksızın yasa geçirme yetkisi vermekte. Bunun en yakın ve net örneği 2016 yılında aylarca süren halk hareketine ve grevlere rağmen kabul edilen İş Yasasıdır. Hükümet, kendi düzenlediği bu yasayı, kendi halkının ve seçmen kitlesinin verdiği çok büyük tepkilere rağmen anayasanın 49.3’üncü maddesine dayanarak meclisten sorgusuz sualsiz geçirerek anti-demokrasi dersi vermiştir. 2017 yılında yapılacak Başkanlık ve milletvekili seçimlerine iki hafta kala, seçilmesi muhtemel tüm sol adayların (Jean-Luc Melenchon, Benoit Hamon) programlarında Altıncı Cumhuriyete geçiş en önemli yeri tutmaktadır.
Fransa’da halk kararını iki turlu seçimlerde çok yakında bildirecek. Bakalım ülkemizde halkımız dünyadaki bunca olumsuz örnek ve tecrübeden ders alarak “evet” tuzağına düşmekten kurtulacak mı ?
Sonraki Haber