Kadim liman semti: Hobyar
Mimar Deniz Alkan’la Sirkeci-Eminönü hattı üzerine konuştuk. Hobyar Mahallesi’nin ilk yerleşim alanlarından olduğunu belirten Alkan, bölgeye anıtsallık katan yapıları anlattı
Mimar Deniz Alkan ile tarih öncesi çağlardan başlayarak, günümüze kadar uzanan pek çok dönemin katmanları üzerinde harmanlanarak anıtlaşan yapıları bağrında bulunduran Sirkeci-Eminönü hakkındaki söyleşimizi sunuyoruz.
Alkan, 1986 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesinden mezun oldu. Meslek hayatı genel olarak Restorasyon, Rölöve, Restitüsyon projeleri uygulamaları ile geçti. 2014 yılında Maltepe Üniversitesinde “İstanbul’daki hamamlara uygulanan Restorasyon teknikleri” adlı yüksek lisans teziyle, Restorasyon uzmanı yüksek mimar unvanını aldı.
1998 yılında Restorasyon yapan ve korumayla ilgili endişeleri olan 11 mimar arkadaşıyla Tarihsel Çevre ve Yapı Korumacıları Derneğini kurdu. Son üç dönemdir başkanlığını yaptığı dernek ile korumanın bilimsel ortamda nasıl yapılması gerektiğiyle ilgili konferans ve seminerler verdi.
Sirkeci’nin coğrafi konumu nedir?
Bizim Sirkeci-Eminönü dediğimiz bölge, Fatih ilçesinin Hobyar Mahallesinin sınırları içinde kalıyor. Kuzeyinde Marmara denizi, doğuda Topkapı Sarayı ve Cağaloğlu ile Mahmutpaşa. Batıda ise Yeni Camii külliyesi ve Sarayburnu’na kadar uzanan bir güzergâhı kaplıyor. İstanbul merkez ilçesinin 1928’te ikiye ayrılması ile kurulmuş olan semt, 7 Mart 2008 tarihinde Fatih İlçesine bağlanmıştır.
Fetih’ten bir süre sonra inşa edilen Gümrük Emirliği Binasına atfen, önündeki küçük meydana “Eminlik Önü” adı verilmiş. Zamanla bu ad Eminönü’ne dönüşmüştür. Tarihi Yarımadanın çekirdeği sayılabilecek bir konumda olan yer, İstanbul’un ilk yerleşim alanlarından biri olmuştur.
TARİHİ YARIMADANIN İLK YEDİ BÖLGESİ EMİNÖNÜ’NDE
Tarih boyunca denizci olmuş bir bölge
Semtin önemi nereden geliyor?
Eminönü-Sirkeci tarih boyunca önemini hiç kaybetmeyen denizci bir semttir. Çünkü bir yanıyla iç deniz olan Haliç, surlar ile şehri korumak için de doğal bir sınır oluşturuyor. Marmara denizi ile dışarıdan gelen ticaret gemilerinin de limanı. Tarihi yarımada İmparator Theodosius döneminde on üç bölgeye ayrılmış. İlk yedi bölgesi yaklaşık olarak bugünkü Eminönü semtinin sınırlarını oluşturmaktadır. Neorion kapısı ya da iskelesi “Oraia Pile” denilen yerde ticaretle uğraşan Yahudilerin oturduğu biliniyor.
16’ncı yüzyılda Türkler ve Rumlar da bu kapıya Çıfıt çarşısı ya da kapısı diyorlar. 12’nci yüzyılda Cenevizliler ile ticaretle uğraşan Venedikliler de burada yaşamışlar. Bu bölge Bizans, Osmanlı hatta daha öncesi Roma da bile imtiyaz ya da oturum izni verilen yerler olmuş. Ne yazık ki kalıntıları kalmasa da Pisalıların, Provanslıların, İspanyolların, Almanların, Latinlerin buralarda yaşadığı biliniyor.
FATİH DÖNEMİNDE 11 MAHALLE KURULUYOR
Fetihle birlikte Fatih Sultan Mehmet (1451-1481), Eminönü’nde 11 Mahalle kuruyor. Bölgeye çok önemli hamamlar, camiler yaptırıyor. Ne yazık ki bu yapıların tamamı günümüze kadar ulaşamıyor. Şu anda Fatih döneminden bize kalan en eski yapılardan bir tanesi, vakfiyesine bağlı olarak Tahtakale hamamıdır. Bunun yanında Zindan kapısı ya da hanı dediğimiz yerde Ahi çelebi camii var.
Fatih’le birlikte bu bölgede dini yapılarda inşa edilmeye başlanıyor. Bunların en eskilerinden biri olan Timurtaş Mescidi’dir. Arpacılar Mescidi ise özgün şekli ve yapım tarihi bilinmeyen aynı dönem yapısıdır. Osmanlı sonraları kendi içinde devinimlerle buraları değiştiriyor. Fatih, ticari etkinlikleri de dikkate alarak Galata bedesteni yaptırıyor.
Ancak Kapalıçarşı ve çevresindeki hanlar ticaretin merkezi olduğu için çok da etkili olmuyor. 17. yüzyılın ortalarından itibaren İstanbul Limanı’na özel bir anıtsallık ve değer katan yapı Yeni Cami Külliyesi’dir. Biraz daha ilerde Rüstem Paşa Camisi ve onun külliyesinin devamı olan Mısır Çarşısı ile oradaki diğer hanlar, bölgenin şekillenmesine sebep oluyor. Semt, Osmanlı döneminde de sadece malların boşaltılıp saklandığı bir yer değil aynı zamanda denizci ve tüccarlara hizmet verilen yoğun bir iş merkezi kimliğini korumuştur.
Bu yüzden de limanın arkasında çok sayıda han ve çarşı inşa edilmiştir. Bunların en önemlileri arasında Balkapan Hanı, Çukur Han, Papazoğlu Han, Yeni Han, Kiraz Hanı ve Haraçcı Hanı sayılabilir.
YENİLİK DÖNEMİNDE ULAŞIM AĞI PLANLANIYOR
1839’da Helmuth von Moltke, II. Mahmud tarafından İstanbul’un ayrıntılı bir haritasını çıkarmak ve sokak örüntüsünü düzeltecek bir plan hazırlamak için davet edilmişti. Moltke’nin başlıca amacı, tarihi Yarımada’nın ticari ve idari işlerinin yürütüldüğü merkezi ile eski Bizans kapıları arasında geniş yollar açarak kesintisiz ve kolay bir ulaşım ağı hazırlamaktı. Bizim de halen yararlandığımız haritaları yapıyor ve iki üç önerisi de uygulanıyor.
Bir tanesi Yeni Camii önündeki yer ile Haliç’e paralel giden yolla İslamiyet’in önemli bir merkezi olan Eyüp Sultan’ın birleştiriyor. Bir de buradan Bab-ı Aliye doğru (Cağaloğlu divan yolu) giden bir yol açılıyor. Bu yol bağlantısı o bölgenin trafik ağını değiştirdiği için döneme de damgasını vuruyor. 1887 mimar Alexander Vallaury’in yaptığı Hidayet Camisi var. Buranın liman semti olması nedeniyle bu çalışmalardan sonra ticari açıdan birtakım ihtiyaçlar da beraberinde geliyor.
UNKAKPANI KÖPRÜSÜ SEMTİ KÖKTEN DEĞİŞTİRDİ
Bu bölgenin Mimari karakterini köklü değiştiren diğer bir etkende köprülerin yapılmasıdır. Eskiden yarımada kıyısında biten ticaret, köprülerin yapılmasıyla birlikte karşı kıyıya, Pera dediğimiz bölgeye geçiyor. 19. yüzyılın ortalarında Topkapı sarayı Tarihi Yarımada’dan Beşiktaş’a taşındı. Bu durum kent içi ulaşımın Eminönü-Karaköy aksı üzerine yoğunlaşmasına sebep oldu. Bu nedenle Haliç’in iki yakası arasında yeni ulaştırma araçlarına da hizmet verebilecek ikinci bir köprü yapma ihtiyacı ortaya çıkmıştır.
1836’da yapılan Unkapanı Köprüsü’nden sonra 1845’te Bezmiâlem Valide Sultan, Kasımpaşa Tersanesi’nde “Cisr-i Cedid” denilen ilk köprüyü inşa ettirmiştir. Yapı 1875’te Ethem Paşa tarafından yenileniyor. Sonraları üzerinden geçen araç ve insanların artması sebebiyle 1912’de bir Alman firmasına çelik köprü yaptırılıyor. Bu köprüyü Osmanlı İmparatorluğunun sanayileşmesi ile Batılaşmasının önemli bir göstergesi olarak da görebiliriz.
Bu bölgenin işleyişini değiştiren diğer yapı ise mimar Agust Jasmin tarafından 1888 ile 1890 arasında inşa edilen Sirkeci Tren Garı’dır. Bu bina ile bölge uluslararası ticaret açısından önemli bir hale gelmiş. Avrupa’dan gelen ithal malların tümü imparatorluğa buradan dağılmış. Vakıf hanlar ile Büyük postanenin yapılmasıyla birlikte, buradaki insan trafik işleyişi de değişiyor.
Not: Söyleşi devam edecek….