Depreme ve iklime dayanıklı kentler yaratmalıyız

Sürdürülebilir kentler yaratmanın yolu, deprem ve iklim risklerini aynı anda azaltacak politikalar izlemekten geçiyor.

Bugüne kadar izlenen deprem sonrası yeniden yapılanma politikaları, sürdürülebilir yaşam çevreleri üretemedi. Sürdürülebilir kentler yaratmanın yolu, deprem ve iklim risklerini aynı anda azaltacak politikalar izlemekten geçiyor. İklim Masası, Doç. Dr. Ender Peker ve Doç. Dr. Ezgi Orhan'ın görüşlerini aktardı.

50 binden fazla kişinin hayatını kaybettiği Kahramanmaraş depremlerinin de yakın zamanda hatırlattığı üzere, Türkiye’nin neredeyse tamamı deprem riskine açık ve yüzölçümünün yüzde 42’si birinci derece deprem bölgesinde bulunuyor. Buna ek olarak kentlerimiz, iklim krizi kaynaklı aşırı yağışlara, taşkınlara, sıcak hava dalgalarına ve uzun kuraklıklara giderek daha fazla maruz kalacak.

Ancak her ikisi de kentsel mekan üretimiyle doğrudan ilişkili olan bu iki risk, Türkiye’de çoğunlukla birbirinden bağımsız ele alınıyor. Oysa sürdürülebilir kentler yaratmanın yolu, deprem ve iklim kaynaklı riskleri aynı anda azaltacak politikalar geliştirmekten geçiyor.

DEPREM SONRASI DOĞRU ADIMLAR ATILMALI

Afetlere dirençli kentler yaratmak, özellikle 6 Şubat Depremleri sonrasında uygulanacak kamu politikaları söz konusu olduğunda önem kazanıyor. Geçmişte yaşanan depremler sonrasında izlenen yeniden yapılanma politikaları, sürdürülebilir yaşam çevreleri üretmede başarısız oldu. Kamu kaynakları, depremden etkilenen hane halkları için konut üretimine aktarıldı; ancak acil barınma ihtiyacını karşılama telaşıyla atılan bu adımlar, kapsamlı bir planlama yapılmadan uygulandı.

Örneğin 1999 Depremi sonrası Adapazarı’nda inşa edilen yeniden yerleşim alanları, kentten uzak ve güvenli zeminde, büyük ölçüde konut sağlama projeleri olarak hayata geçirildi. Ancak sürdürülebilir yerleşim ilkeleri, uzun vadeli ve iklim duyarlı kentleşme politikaları gözetilemedi. Açık ve yeşil alan sistemleri, yaya ve bisiklet ağları, motorize olmayan toplu taşıma sunumları ve kentsel su yönetimi gibi yaşanabilir çevrelerin üretiminde kritik rol oynayan kentsel bileşenler gündeme alınamadı. Bir başka sorun ise yeni inşa edilen konut alanlarının iş ve çalışma alanlarına uzak olması, Adapazarı’nda depremzedelerin yaklaşık 10 yıl sonra kalıcı konut alanlarından yıkım gören merkeze dönmeye başlamalarına neden oldu. Bu da kalıcı konut inşası için aktarılan kamu kaynaklarının kısa vadeli çözüm üretmiş olsa da uzun erimde sürdürülebilir ve etkin kullanılamadığını gösteriyor.

Yeniden inşa edilecek kentlerde, hem aynı hataları tekrar etmemek hem de iklim ve deprem risklerini bir arada ele alabilecek ulusal, bölgesel ve yerel strateji ve eylemler üretebilmek önem taşıyor.

KONTROL EDİLEBİLİR RİSKLERE HAZIRLIKLI OLUNMALI

İklim krizi ve depremler söz konusu olduğunda kentler, kaçınılabilir ve kaçınılmaz olmak üzere farklı risklerle karşı karşıya kalıyorlar. Adından da anlaşılacağı üzere, kaçınılmaz risklerden tamamen sakınmak mümkün değil; ancak en az düzeyde etkilenmek için mutlaka hazırlıklı olmak ve şehirlerin mevcut kırılganlıklarını dikkate almak gerekiyor.

Kentsel nüfusun hızlı artması, kurumsal kapasitenin yetersiz olması ve kaynak eksikliği gibi sosyo-ekonomik unsurların yanı sıra sanayi yığılmaları, büyüyen enformel yerleşimler ve plansız kentleşme gibi fiziki etkenler de kentlerin deprem karşısındaki kırılganlığını artırıyor. Bunlar sonucunda, artan nüfusu barındırmak için yoğun kentsel yerleşmeler ortaya çıkıyor. Kentler, sulak alanlar veya fay hatları gibi riskli bölgelere doğru genişleyebiliyor. Etkilenecek nüfusu azaltmak için, dengeli nüfus, istihdam ve kalkınma politikaları ile risklerle başa çıkabilecek bölgesel planların yapılması önem taşıyor.

AFET SONRASI ENERJİ GÜVENLİĞİ İÇİN YENİLENEBİLİR ENERJİ ÖNEMLİ

Afet riskleri bağlamında dikkat edilmesi gereken önemli konulardan biri, fosil yakıta dayalı merkezi sistemlere alternatif olarak yenilenebilir enerji kaynaklarını yaygınlaştırmak.

Fosil yakıtlara dayalı ulaşım, ısınma, elektrik ve haberleşme sistemleri, hem iklim değişikliğinin temel nedeni olan karbon salımına yol açıyor hem de kentsel riskleri artırıyor. Üstelik bir afet anında altyapının yetersiz kalması, kentsel müdahalede ciddi sorunlar doğuruyor. Bunun örneğini, 6 Şubat Depremleri sonrasındaki müdahale aşamasında deneyimledik. Enerjinin yedeklenmemiş olması, kurtarma operasyonlarının kilitlenmesine ve gece saatlerinde de durmak zorunda kalmasına neden oldu.

Deprem ve iklim riskleri açısından değerlendirildiğinde, fosil yakıtların yenilenebilir enerji kaynaklarıyla ikame edilmesi gerekir. Böylelikle bir kesinti anında farklı kaynaklardan enerji temin edebilen sistemler devreye girebilir ve kentsel hayatın sürekliliği sağlanmış olur.

Sonraki Haber