Depreme yenilen tarihi eserlerin restorasyonunda nelere dikkat edilmeli

İşin uzmanı Mehmet Ali Esmer, zarar gören Diyarbakır surları, Gaziantep kalesi, Habibi Neccar, Ulu Cami, Aziz Nikola Rum Ortodoks kilisesi, Antakya sinagogu, Şirvani camisi restorasyonda dikkat edilmesi gerekenleri anlattı

Hatay, 2 bin 238 yıllık bir tarihe tanıklık etmiş bir şehir. Peş peşe gelen iki deprem, her sokağı tarih kokan Hatay gibi diğer kadim kentlerin tarihi yapılarını da vurdu. Hatay Antakya'da bulunan Anadolu'nun bilinen ilk camisi 7. yüzyılda yapılan 14 asırlık “Habibi Neccar Camii”, deprem felaketi ile beraber yıkıldı. Yanı başındaki yeni hamam da depremin faciası ile yerle bir oldu.

Diyarbakır surları, Gaziantep kalesi, Ulu Cami, Aziz Nikola Rum Ortodoks kilisesi, Antakya sinagogu, Şirvani camisi, Hatay Devleti Meclis binası ve İtalyan Latin Katolik kilisesi, zarar güren tarihi eserlerimiz arasında. Yüreğimizi yakan onca kayıplarımızın yanında, şimdi bu yapıları mimari özelliklerini korumak için onarma zamanı.

Kültür ve Turizm Bakanlığı Vakıflar Genel Müdürlüğü'nden yapılan açıklamaya göre; Kahramanmaraş merkezli 7.7 ve 7.6 büyüklüklerindeki depremlerin etkilediği 10 ilde hasar gören tüm kültür varlıkları ve eserlerin hasar tespitleri ve korumasına yönelik çalışmalar, ilk gün itibarıyla başladı.

ÜNİVERSİTELERLE İŞBİRLİĞİ

Bakanlık, hasar tespit çalışmalarının tamamlanmasının ardından eski eserlerin korunması ve restorasyonu için çalışma yapılacağını bildirdi. Kültür varlıklarının hasar tespiti, koruması ve ihyasına yönelik üniversitelerin eski eser konusunda uzman inşaat mühendisleri ve mimar öğretim görevlilerinden oluşturulan ekiplere ilave olarak İstanbul Teknik Üniversitesi, Dokuz Eylül Üniversitesi, Mimar Sinan Üniversitesi, Fatih Sultan Mehmet Üniversitesi başta olmak üzere diğer üniversitelerden de akademisyen desteği alınacak.

TUĞLA VE MOLOZ TAŞ DEPREM ETKİSİNİ AZALTIR

Konuyla ilgili olarak görüşlerine başvurduğumuz Y. Mimar Restorasyon Uzmanı Sinan ve Selimiye Camii Vakfı (SİSEV) Genel Müdürü Mehmet Ali Esmer şu bilgiyi verdi: “Tarihi binaların tamamına yakını yığma tekniği ile yapılmıştır. Söz konusu yapıların duvarları yapım ve örme tekniğiyle, teraziye alınmış yatay şeritler halinde yükseltilmiştir. Üst üste konulan taşların dikey derzleri (ara boşlukları) şaşırtmalı olarak dizim gerçekleşmiştir.”

Mehmet Ali Esmer

Tuğla ve moloz taş yapılarda deprem etkisini azaltmak için belli aralıklarla duvarın içine ahşap kalaslar atılması gerektiğini söyleyen Esmer şöyle devam etti: “Büyük taş yapıların duvar içlerinde veya kemer boşluklarında ise yıkıcı darbelerde veya yapı ağırlığının verdiği basıncı toparlama amaçlı gergi demirleri kullanıldığı görülmektedir. Ancak görülmeyen, duvar söküldüğü zaman açığa çıkan bir teknik vardır ki, o da yan yana dizilen büyük yapı taşlarının sadece yatayda yer yer birbirine bağlandığıdır. Bu bağlantıyı iki malzeme arasında ‘u’ biçimli çelik profillerin oluşturduğu Kurşun-Kenetler sağlamaktadır. Dikey olarak böyle bir bağlantı söz konusu olmayıp, bilakis sadece Horasan harcı bağlantısı olarak kâfi görülmüştür. Şimdi bunun teknik açıklamasına gelince; depremin ilk vurucu darbesi olan P (dikey) darbesi malzeme sıralarını bağlayan horasan harcının elastiki özelliği ile hafif aralanmasına, hemen akabinde gelen S yatay dalgalarının bu boşlukta etkisini azalttığı tespit edilmiştir.”

Yapılacak çalışmalarda uzmanların üzerinde dikkatle çalışması gereken diğer bir önemli konuyu da şöyle anlatıyor Mehmet Ali Esmer: “Taş malzemenin yer kabuğundan doğal olarak çıkartıldığı düzlemle kullanılması. Yani taşın içindeki damarlar yatay olarak biçimlenmiş ve duvar imalatında da aynı bu biçimde, taşın damarları yataya gelecek biçimde kullanılmıştır. Aksi halde dikey kullanılmış olsa, yukarıda bahsettiğimiz magma patlamaları etkisi ile bizim hissetmediğimiz ama yapıların hissettiği sismik dalgalar, malzemenin kılcal çatlamaları sonucu kabuk kabuk dökülmesine yol açmaktadır. Bu da yapının o bölgesinde statik zafiyetine yol açmaktadır. Dolayısı ile Taş gibi ana yapı malzemesinin kullanılış biçimi, kendisinin getirdiği doğal düzleminde olmak zorundadır.”

‘MALZEME DOĞAL OLMALI NEFES ALABİLMELİ’

Eski ve tarihi yapıları oluşturan malzemelerin tamamı doğal ve nefes alabilme özelliğine (Hava geçirim özelliğine) sahip olduğunu belirten Esmer şöyle açıkladı: “Duvar, tavan ve zeminleri oluşturan malzemelerin tümü bu özelliği taşır. Bununla da yetinilmez döşeme altında, mekân boşluğunda ve tavan boşluğunda havalandırma koridorları oluşturulur. Bu, malzemenin doğal nem ve ısı seviyesini korur ve ömrünü uzatır. Kullanılan taş ve tuğla malzeme, ahşap, horasan harcı sıva, kireç harcı sıva, badana. Kök boya veya bitki özlü cilalar hemen hepsi nefes alma özelliğine sahip doğal malzemelerdir. Doku agregaları içinde kalan minik hava boşlukları aynı zamanda ısı yalıtımı gerçekleştirmekte, iç ve dış nemi dengelemektedir.”

PLASTİK BADANA ZARAR VERİR

Günümüzde birçok restorasyonda ahşap veya sıva yüzeylere sürülen plastik badana veya yağlı boya (döneminde olmayan) olarak yapılan uygulamalar duvar, döşeme ve tavan tabakası içinde nemin hapsolmasına, tabakayı oluşturan malzemenin de büyük bir hızla çürüyüp çökmesine neden olduğunu söyleyen Esmer şöyle devam etti: “Bir diğer zarar verici etken de yapılarda belli bir dönem çimento esaslı harçlar kullanılması olmuştur. Çimentonun su ile her temasında ortaya çıkan asit ve tuzlanmalar, taş ve ahşap malzemelerde büyük parçalar halinde kopmalara, parçalanmalara, çürümelere (Korozyon) neden olmuştur. Bu sebeple, çağımızın beraberinde getirdiği bir sıkıntı olan ve daha önce uygulanmış tüm çimento esaslı müdahalelerin temizlenerek, yerine kireç esaslı uygulamalar yapılması, plastik ve yağlı boya uygulanmış yüzeylerin de temizlenerek nano tekniği özelliğine sahip boya ve cilalarla yenilenmesi elzem hale gelmektedir.”

MAKYAJ DEĞİL TEKNİK VE TECRÜBE

“Geçmişten günümüze yıkılmadan ayakta kalarak gelebilen yapıların, bizden sonraki nesillere ulaşmasını istiyorsak, yapıyı oluşturan yapı malzemelerinin çürümesini engellemek, onun dinamizmini, ilk günkü tazeliğini koruyacak olan bu yapım teknik ve tecrübelerin restorasyon aşamalarında son derece dikkat ve titizlikle uygulanması gerekiyor. Var olanın da olduğu gibi korunması gerekmektedir.”

Restorasyonun sadece iyi bir görüntü elde etmek için yapılan makyaj aracı olmadığını belirten restorasyon uzmanı Esmer devam etti: “Yapının temelinden malzeme dokusuna, taşıyıcı elemanlarından dış yüzey yansımalarına kadar bir bütünlük içerisinde ele alınmalı, söz konusu işlerin uygulama esnasındaki referansı ‘evrak üzerindeki yeterlilik’ olması yerine ‘liyakat’ aranması elbette sorunları büyük ölçüde çözecektir. Lakin bizim ülkemizde genel olarak bir sistemi işletme sorunumuz olduğu için liyakat sahiplerini seçecek olanların da bir liyakat sorunu olduğu gözden kaçmamaktadır. Ne vakit işlerimizi hatır gönül işi olarak değil de hakkaniyet ölçüsünde işinin ehli olanlarına yönelerek, işleri adalet içinde yapar ve insanlarımızı bu yöne teşvik edersek, o vakit hem devlet olarak bizler hem de geleceğe bırakacağımız eserler uzun süre yaşayacaktır, buna hiç şüphem yok.”

Depremde tarihi yapılarımız yıkıldı! Binlerce yıllık geçmişimiz zarar gördü. Şimdi tarihi geçmişimizi yeniden ayaklandırma zamanı.

ZARAR GÖREN ESERLERİN TARİHÇELERİ

DİYARBAKIR SURLARI

UNESCO tarafından “Dünya Mirası” olarak tescillenen Diyarbakır Surları, Kahramanmaraş depremi sonrasında büyük hasar gördü. Dünyanın en eski surlarından biri olan Diyarbakır Surları, Diyarbakır'ın dört merkez ilçesinden biri olan Sur ilçesinde yer alıyor. 2008 yılında, 5747 sayılı kanunla, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi sınırları içerisinde, Diyarbakır'ın en eski yerleşim merkezinde kurulmuştur. Sur adını, ilçe merkezi ile çevirili bulunan tarihi Diyarbakır Surları’ndan almıştır.

GAZİANTEP KALESİ

Gaziantep Kalesi'nin yaklaşık olarak tam 6000 yıl önce yapıldığı tahmin ediliyor. Gaziantep kent merkezinde 25-30 metre yüksekliğindeki bir tepe üzerinde yer alan kale, bölgeye gelen yerli ve yabacı turistlerin büyük ilgisini çekiyordu.

Gaziantep'in sembol tarihi yapılarından biri olan Gaziantep Kalesi, Kahramanmaraş'ta meydana gelen büyük deprem sonrasında kısmen yıkıldı.

HABİB-İ NECCAR CAMİİ

Antakya’nın, Müslüman Arapların yönetimine girdiği dönemde, 638 yılında inşa edilen cami, binlerce yıllık geçmişiyle kentin en önemli tarihi yapıları arasındaydı. Türkiye sınırları içerisinde inşa edilen ilk cami olduğu kabul edilir. Kurtuluş Caddesi'nde bulunan cami, Hz. İsa’nın havarilerine ilk inanan ve bu uğurda canını veren bir Antakyalı'nın adını taşır.

ADIYAMAN ULU CAMİ

Adıyaman il merkezinde bulunan caminin ilk inşa tarihi bilinmemekle birlikte, 1506-1515 yılları arasında Dulkadirli Beyi Durak Bey tarafından yaptırılmış olduğu tahmin ediliyor. Caminin 1863 tarihinde yaptırıldığını gösteren kitabe minare kaidesinin doğuya bakan üst yüzeyinde bulunuyor. Aynı yerde altta kemer içinde bulunan bir başka kitabede caminin 1902 yılında restore edildiği anlaşılıyor.

İSKENDERUN LATİN KATOLİK KİLİSESİ

Latin katolik kilisesi, 1858 yılında inşa edilmiş. Yıllar önce yaşanan bir yangının ardından zarar görmüş ve 1888-1901 yılları arasında restore edilip tekrar kullanıma açılmış. Ancak yaşanan büyük deprem sonrasında bu kilise de yıkıldı ve bir tarih daha yok oldu.

HATAY MECLİS BİNASI

Hatay’da 1927 yılında Fransız Mimar Leon Benju tarafından Asi Nehri’nin yanına sinema salonu olarak inşa edilen, daha sonra ise meclis binası olarak kullanılan Hatay Meclis Binası, günümüzde de Meclis Kültür Sanat Merkezi adıyla faaliyet gösteriyordu. Yapının tarihindeki en önemli dönüm noktası ise 5 Temmuz 1939’da Hatay’ın Türkiye’ye katılma kararının burada alınmasıydı.

AZİZ PAVLUS KİLİSESİ

Türk Katolik kilisesi. Bahçesi, portakal ağaçlarıyla kaplı cennet bahçesiydi. Portakallar süs lambaları gibi durur. Benzerlerine ancak yağlıboya tablolarda rastlayabileceğiniz masalsı bir su kuyusu vardı, herkes susar, kuş cıvıltıları konuşurdu. Depremde büyük zarar gördü ve bir bölümü yıkıldı.

Sonraki Haber