Dersim çıkışının hedefi: Atatürk, İnönü, Bayar

Seçime giren en kıdemli parlamenterlerden Vatan Partisi milletvekili adayı Hasan Korkmazcan, Aydınlık’a konuştu. Korkmazcan, ' Atatürk, İsmet İnönü ve Celal Bayar’a saldırılar, şu anda Dersim üzerinden yapılıyor' dedi

24 Haziran seçimlerine beş gün kaldı. Meydanların nabzı, görkemli bir zaferin işaretlerini vermiyor. 16 yıllık iktidar yıpranmış, muhalefet hatada ısrar ediyor. Gerçek çıkış yolu, sistemin tüm imkanlarıyla perdeleniyor. Ayağı yere basmayan vaatler, hakaretamiz söylemler, birbirinden kopyalanmış bildirgeler...
Neler oluyor? 24 Haziran ne getirip ne götürecek? Çözüm ne? Seçime giren en kıdemli siyasetçi, seçim meydanlarından aktarıyor. 1969 yılında Türkiye'nin en genç milletvekili olarak parlamentoya giren, dört dönem görev yapan, eski TBMM Başkanvekili, Türkiye Parlamenterler Birliği Onursal Başkanı, Vatan Partisi İstanbul 3. Bölge 1. Sıra Adayı Hasan Korkmazcan sorularımızı yanıtladı...
Hasan Korkmazcan, Tevfik Kadan’ın sorularını yanıtladı

GETİRDİKLERİ SİSTEM UYGULANMADAN ÇÖKTÜ

Sayın Korkmazcan, parlamentonun en kıdemlilerinden biri olarak, parlamenter sistemi tasfiye ettiği söylenen Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'ni nasıl değerlendiriyorsunuz?

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi adı verilen ve 16 Nisan Referandumu'nda kabul edilen sistem, daha uygulanmadan çökmüştür. Bugün bu sistemin savunucusu olan ve 24 Haziran'da bu sistemi hayata geçireceklerini iddia edenlerin seçim sloganları bile bunu doğrulamaktadır. Seçim sloganları “Güçlü Meclis Güçlü Devlet” şeklindedir. Bu, Vatan Partisi'nin geçmişten beri savunduğu yönetim sistemidir. Meclis'in güçlü olması demek, parlamentonun merkezinde olduğu, hem yasama faaliyetlerini yürüttüğü hem de yürütmeyi değişik anayasal kurumlarla denetlediği sistemdir. Güçlü Meclis demek, memleketin kaderi üzerindeki son sözü halkın verdiği sistemdir. Bugünkü Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, nasıl hiçbir ciddi hazırlık olmadan sahneye çıkarıldıysa, hiçbir uygulama dönemi geçirmeden de ortadan kalkacak gibi görünmektedir. Birilerinin hesaplarıyla, konjonktürel çıkarlarıyla oluşturulacak sistemlerin kalıcı olacağını düşünmüyorum.

1969 yılında ilk kez parlamentoya girdiğinizde 28 yaşındaydınız ve Türkiye'nin en genç milletvekiliydiniz. Son yapılan düzenlemeyle milletvekili seçilme yaşı 18'e düşürüldü. Genç adaylara tavsiyeleriniz var mı?

Genç milletvekillerinin toplumumuzun içinde yaşadığı sorunların çözülmesinde çok büyük rolleri olcaktır. Çünkü hem dünyada hem Türkiye'de bir dönem sona ermekte ve yeni bir dönemin ayak seslerini duymaktayız. Bu sadece Türkiye için değil bölgemiz ve dünya için de böyledir. Bu süreci büyük ölçüde gençler omuzlayacaklardır. Ben bir zamanlar Türkiye'nin en genç milletvekili olarak görev yapmış bir kimlikle, bugün Türkiye'nin en çok sayıda genç adayını bulunduran bir partide bulunmaktan mutluluk duyuyorum. Zannederim şu anda seçime katılan adaylar arasında parlamenterlikte en kıdemli olan kişi de benim. Çünkü eski parlamenterlerin çoğu, mesela Deniz Baykal 1973'te seçilmişti ilk defa. 15. Dönem veya ondan önce Parlamento'da bulunmuş başka bir aday olduğunu sanmıyorum.

İSMET PAŞA'YLA KARŞI ÇIKTIK

12 Mart 1971 Muhtırası'nın Meclis'te okunmasına tek başınıza karşı çıktınız. 1983'te de adaylığınız askerler tarafından veto edildi. O süreç nasıldı?

12Mart Muhtırası Meclis'te okunurken benim ortaya koyduğum tepki aslında gençliğin tepkisiydi. O zaman bir kişiyle temsil edildi ama o kadar güçlü bir arka planı vardı ki, iki yıl içinde 12 Mart rejimini çöpe atma fırsatı bulduk. 12 Mart'ın asıl görevi, 1982 Anayasası'nı 10 yıl önce yürürlüğe koymaktı. Biz onu engelledik. O sırada partiler arası komisyon kurdurduk, o komisyonun başkanların biri benim. Bize 15 gün içerisinde çıkaracaksınız denilen Anayasa metnini bir kenara koyduk. O günün şartları içinde yapılabilecek değişiklikleri hukuk ölçüleri ve temel demokratik ilkeleri de göz önünde tutarak, 55 maddede yaptık. Bu sürede de Cumhuriyet'i tehdit eden 12 Mart rejiminin Cumhurbaşkanı'nın görev süresinin uzatılması teklifini Meclis'in kabul etmemesine vesile olduk. 12 Mart rejiminin sonu, Mart 1973'te getirilen Anayasa değişikliği teklifidir. Anayasa'ya geçici bir madde getirilerek Cevdet Sunay'ın görev süresinin 2 yıl uzatılmasını istemişlerdi. Buna Meclis'teki siyasi partilerimizden üçü katılmıştı. Biz Demokratik Parti olarak muhalefet ettik. Senato'da da İsmet Paşa muhalefet etti. Yani teklifin karşına çıkan iki parlamenter, Büyük Millet Meclisi'nde Demokrat Parti Grup Başkanvekili olarak Hasan Korkmazcan, Senato'da İsmet İnönü'ydü. Bu iki darbe, bir oy farkıyla da olsa(299'da kaldı) Anayasa değişikliğinin çöpe gitmesine vesile oldu. Bazı ilkleri İsmet Paşa'yla birlikte yapmış olmaktan büyük mutluluk duyuyorum. Siyasi hayatımın en önemli anılarındandır. Birisi Meclis'in en yaşlısı İsmet İnönü'ydü, yemin töreninde Meclis'e başkanlık etti, bende en genç milletvekili olarak divan katibiydim, bir de Türkiye'de televizyonlarda yapılan ilk açık oturumun ilk iki konuşmacısı olmuştuk.

İNÖNÜ'YE SALDIRILAR DIŞARIDAN BESLENİYOR

Bugün İsmet İnönü'ye yöneltilen saldırıları nasıl değerlendiriyorsunuz?

İsmet İnönü'ye yönelik saldırıların tamamen Türkiye Cumhuriyeti'nin temellerine, Kurtuluş Savaşı'nın hatıralarına saldırı olduğu kanaatindeyim ve bunun yurtdışından beslendiği yönünde saptamalarım var. Celal Bayar, İsmet İnönü ve Atatürk'e saldırılar, şu anda Dersim üzerinde yapılıyor. Bir taraftan iktidar partisi, eskiden beri “Dersim'le yüzleşelim” ifadesi altında bu saldırılara alet oluyor. Milli kahramanlarımızı, o günün şartlar içinde devletin kendisine yönelik yıkıcı faaliyetlerle mücadelesi olarak değerlendirilmesi gereken olayları siyasi bir tartışmanın konusu gibi gündeme taşıyor. Bu yanlıştır. Bu, Büyük Ortadoğu Projesi'nin bir parçası olarak AKP yöneticilerine eklenmiş bir konuydu. Aynı konunun anamuhalefet partisinin seçim bildirgesine konulmuş olması da vahim bir hatadır. Karşımızdakiler bir yapboz tasarlıyorlar, bu yapbozun bazı parçalarını iktidarın eline, bazı parçalarını muhalefetin eline tutuşturuyorlar. Bunların herbirinin yapacağı görev belki birbirinden habersiz ama yapbozun ortaya çıkması bu yolla sağlanmış oluyor.

MİLLET İTTİFAKI VAHİM HATALAR YAPIYOR

Mesela iktidar partisinin bugüne kadar uygulamaya geldiği Oslo, Habur, Dolmabahçe mutabakatları sahnesi... İktidar, ben bunlardan vazgeçtim diyor, Kuzey Irak'ta, Suriye'nin kuzeyinde, ülke içinde terörle mücadele veriyor, buna karşılık Millet İttifakı ortaya çıkıyor ve “Bizim Kürt sorununda kırmızı çizgimiz yok” diyebiliyor. Bir taraftan da “Biz seçimi kazanırsak beraber mi yaşayacağız, ayrılacak mıyız, bunu referanduma sunacağız” diyebiliyor. Bu çok vahim söylemler aslında, HDP'nin dahi telaffuz etmeyeceği, bölücü propagandanın temel esaslarıdır. Bir kere hukuken, temel insan hak ve özgürlükleri ile demokratik ilkeler referandum konusu olamaz. Dünyanın hiçbir milleti durup dururken kendisini bölme konusunu referandum gündemine taşımaz. Bunu sadece ve sadece işgal edilmiş bir ülkede, işgal güçleri yapabilir. Bu maalesef şu anda CHP'nin açık açık ifade ettiği vahim bir hatadır. İttifak'ın içindeki bir diğer partinin genel başkanı da “Trakya ile Kürdistan aynı anlama gelir, ne farkeder” gibi şeyler söyleyerek, referandumun milleti dağıtıcı yönünü, vatanı bölücü yönüyüle tamamlamış oluyor. Bunları, sadece bilinçsizlikten değil, dışarıda hazırlanmış bir saldırı programına sempatiyle yaklaşmak ya da “Biz sizin taleplerinizi yerine getirmeye hazırız” mesajı olarak algılıyorum.

MUHALEFETİN BAŞARISIZLIĞININ ASIL SEBEBİ BU

Yapbozun bir parçası da Kıbrıs, Doğu Akdeniz ve Ege'de yaşanlar... Seçim meydanlarında hemen hemen hiç gündeme getirilmiyor. Siz bu konulardaki politikalarını nasıl buluyorsunuz?

Türkiye Cumhuriyeti'nin varlığına ve geleceğine yapılan dış saldırıların ilki, Kıbrıs üzeridnen yapılan saldırıdır. 1963 yılında İstanbul Yükseköğrenim Gençliği, Kıbrıs Mücadele Komitesi'ni kurmuştu. 1966'ya kadar o komitenin başkanlığını ben yürüttüm. 1974'te de çıkartma başlayıncaya kadar, aynen üniversite yıllarındaki duyarlılıklarımızla o günün hükümetini uyarmaya devam ettik. Çıkartma yapıldıktan sonra da bütün milletin Hükümet'in ve Mehmetçiğin arkasında olmasını sağlamakta bir muhalefet partisi olarak görev yaptık. Milli konularda yapılacak iş budur. Milli konularda bugünkü muhalefetin gerektiği ölçüde yapamadığı ve başarısızlıklarının da sebebi olduğunun farkında olmadığı konu budur. Milli konularda iktidarda kim olursa olsun, milletin topyekun o ateşin içinde olan Mehmetçiğin arkasında olması şarttır. Bunu bir takım siyasi hesaplarla ihmal edenler, vatanı savunma görevini ihmal etmiş olurlar. Mesela 15 Temmuz sadece bir dabe girişimi değildi, ülkeyi içeride elde edilmiş güçlerle birlikte postmodern bir işgal girişimiydi. Bu işgal hareketi karşısında muhalefetin yapacağı iş, evvela işgale karşı çıkmak, sonra o işgali yönlendiren güçlerle çok ciddi bir topyekun mücadelenin öncüsü olmak. Bu yapılamadı. O mücadeleyi sulandıran açıklamalar yapıldı. Şimdi de o mücadeleyi etkisiz kılacak bir takım seçim bildirgeleriyle yarış yapıyoruz.

EŞİT VATANDAŞLIK FAŞİZM TUZAĞIDIR

Partilerin seçim bildirgelerinde “eşit yurttaşlık” diyerek ortaklaştığı bir madde var...

Biz, vatandaşları kanun önünde eşitlikte dünyanın bir numaralı anayasasına sahibiz. Bizim anayasamızın vatandaşlık tarifi, Alman, Amerikan ve Fransız Anayasası'ndan öndedir. Onlarda etnik ve tarihi çağrışımlar içeren tarifleri vardır. Mesela Amerika'da ABD doğumlu olmayanlar başkan adayı olamaz. Türkiye Cumhuriyeti'nde ise dün vatandaş olan herhangi bir kişi, bizim bütün haklarımıza sahip olur. O kadar demokratik ve insacıl bir vatandaşlık tarifi var ama ona saldırılar yapılıyor. Bu tam bir faşist anlayıştır. Yani insanları etnik ve dini inanç yönünden ayrışmaya tabi tutan her anlayış, hem insanlık dışıdır hem faşisttir. Eğer siz insanları vatandaşlık bağıyla eşit görmezseniz, onların bir kısmını etnik, sınıfsal ya da inanç farklılıkları dolayısıyla kendinize daha yakın, bir kısmını da vatandaşlık haklarından eksiltme şeklinde değerlendirirseniz tam bir faşistsinizdir. Faşizmin en önemli tarifi budur. Halbuki hukukun üstünlüğünü esas alan bir devlette vatandaşların eşitliği vardır. Bunu “eşit vatandaşlık” adı altında etnik kimliklere veya inanç gruplarına ayırmak, çok büyük bir faşizm tuzağıdır. Bunlardan hepimiz önce uzak duracağız, sonra çözümlerimizi bir program dahilinde tartışacağız. Ama siz Türkiye Cumhuriyeti'nin vatandaşlık tarifi dışında bir yola girmişseniz, yapacağınız her hareket ülkenin hayrını istemeyen güçlere hizmet olur.

MİLLET İTTİFAKI'NDA DERVİŞ EKOLÜ VAR

Partilerin seçim programlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Şu anda siyasi partilerin programları Türkiye'nin bugünkü önceliklerinden tamamen kopuk, AKP iktidarının ortaya koyduğu proje, Türkiye'nin geleceğini inşa etmeye yeterli değil. Öncelikle mevcut fotoğrafta sorumluluğu kabul etmesi lazım. “16 yıldan beri uyguladığımız, Kemal Derviş'ten miras aldığımız ekonomik sistem çökmüştür” demesi lazım. Ondan sonraki vaatleri belki daha ciddi olarak değerlendirilebilir. Millet İttifakı da, madem ki bugünkü durumu bir enkaz olarak görüyorlar, bu enkazdan nasıl çıkılacağını göstermeleri lazım, onlar da sanki bu sistem daha iyi yönetilirse iyi sonuçlar verirmiş gibi, Kemal Derviş ekolünün yansımalarını ortaya koyuyorlar. Bu iki programda Türkiye'nin çıkış yolu değildir. Türkiye'nin çıkış yolu; denenmiş, başarılı olduğu iktisat tarihinde tespit edilmiş olan karma ekonomi modeline gitmektir. Karma ekonomi aynı zamanda milli ekonomi anlayışının parantezi içinde olmalıdır. Milli ekonomi, komşu ülkelerin milli çıkarlarını da dengeleyerek, birlikte inşa edilecek planlı bir süreçtir. Yapılacak iş İran, Suriye, Irak, Azaerbaycan, Rusya, Orta Asya ülkeleri, Çin ve Hindistan'la birlikte, dünyada artık sona ermekte olan sistemin yerine yeni bir sistem inşa etmektir.

VATANDAŞ DEVRİMCİ ATILIM BEKLİYOR

Siz de seçimlerde Vatan Partisi'nin İstanbul 3. Bölge'den 1. sıra adayısınız. Seçim çalışmalarınız nasıl gidiyor? Vatandaştan ne gibi tepkiler alıyorsunuz?

Vatandaşımız mevcut sistemin çöktüğü konusundaki saptamalarmıza katılıyor. İkincisi, bu sistemin içinde kalarak çözüm üretilmesinin mümkün olmadığını da görüyor. Sistem dışından bir siyasi iradeyi bekliyor.

Sistem içinden çıkış olmadığını düşündüklerini nasıl anlıyoruz, “Efendim, önemli değil, bunlar gitsin de...” diyorlar. Yani muhalefet bloku da önerdiği bir program dolayısıyla değil, mevcut iktidara duyulan öfke dolayısıyla bir kısım vatandaşları yanında tutabiliyor. Orada da çözüm görmüyor insanlar. Bu iktidardan kurtulalım diye düşünmek, muhalefetin tek kuvvet kaynağı. İşte bu, yeni bir çözüm olması gerektiğinin ifadesidir. Öyleyse vatandaş, yeni bir sistemi inşa edecek devrimci bir atılım bekliyor.

GELECEKTEN ÇOK UMUTLUYUM

Seçmene 24 Haziran öncesi son bir çağrınız var mıdır?

Demokrasi ve insan haklarını, insanca yaşamanın şartı olarak gören birisiyim. Hayatımın her aşamasında bu yolla millete hizmet etmeye çalıştım. Milletimizin geçmişindeki büyüklük oranında gelecekten umut sahibi olmasını istiyorum. Türk Milleti, bugün dünyayı yönetmeye kalkışanların ataları insan avcılığı yaparken, medeniyetler kurmuş bir millettir. Bu medeniyet topluluğu gelecekte de dünya medeniyetinde söz sahibi olacaktır. Zaten bizim medeniyet ilkelerimiz dünyada egemen olmazsa, insanlık bitirilecek. Şu anda Amerika'nın başını çektiği emperyalist güçler, güçlerini insanlığı yok edecek bir yolda kullanıyorlar. Buna mani olacak tek güç, insanlık değerlerini temel alan karşı güçlerin oluşturulmasıdır. Türk Milleti'nin bunda büyük rolü olacaktır.

Sahada şu anda ne kadar çok genç, milletimizin birlik bütünlüğü ve demokrasi uğruna faaliyet gösteriyorsa, o kadar çok geleceğimizden emin ve umutlu oluruz. Dün, “Biz paralı asker değil Mehmetçik olacağız” diyen arkadaşlarımı dinledim. Gelecekten çok umutluyum. Mehmetçik ruhlu gençlerimizin omuzlarında yalnızca Türkiye değil, bölgemiz barışı kurulacak ve dünya barışına da en büyük katkı sağlanacaktır.

ÜSLUBUN ARKASINDA ÖRTÜLEN BOZUKLUK VAR

Eskiden politikacılar, birbirlerine en ağır eleştirileri de yöneltseler, hep nezaket içindeydiler. Şimdiki siyasetçilerin meydanlardaki üslubunu nasıl buluyorsunuz?

1980 öncesiyle 80 sonrası siyasetini her yönden ayıran kriterler var. Üslup da bunlardan birisi. Üslup bir boşluğun sonucunda bozulur. Sizin söyleyeceğiniz makul, akla uygun önerileriniz yoksa üslup cambazlıklarıyla bir türlü üstünlükler sağlamaya çalışırsınız. Arkasında örtülen bir tür bozukluklar vardır. Bu, günümüzde çok büyük bir düzey düşüklüğünü getirdi. Gençlerimiz geçmiş Meclis tutanaklarını okuyabilirler. 1980 öncesindeki Bütçe tartışmalarını, Anayasa değişikliği tartışmalarını, planlı ekonominin yeniden hayata geçirilmesi için yapılan beş yıllık plan müzakerelerini inceleyebilirler. Oralar hep bilgi doludur, sorumlulukla söylenmiş sözlerdir. Ben 1969'dan itibaren Meclis'te, tutanaklara geçmiş hangi sözlerim varsa savunabilirim. Siyasetçi, söylediği sözün ileride de hesabını vermek zorunda olduğunu bilmelidir. Bu seçim sürecinde birbirleri hakkında bu ifadeleri kullanan liderlerimiz, ileride herhalde utanç duyacaklardır.

SEVGİ BİR BÜTÜNDÜR

Geçen günlerde ayakları kesilen bir yavru köpeğin ölümü tüm ülkeyi ağlattı. Sizin hayvanlarla yakınlığınız nedir?

Benim çocukluğum kuzuların, at sürülerinin içinde geçti. Çıplak ata binmeyi 5 yaşında denedim ve başardım. Daha sonra da yedek subay öğretmen olarak askerlik yaptığım dönemde, köyde tiyatro kurmuştum, biz haftasonları komşu köylere tiyatro temsilleri vermek için giderken ekibimiz atlara binip giderdi. Bir ev hayvanı olarak da biraz alışılmadık birşeydir ama, bize bir sincap yavrusu emanet edilmişti, 10 sene kadar onunla yaşadık, bahçemizde gömülüdür. Rahmetli Rauf Denktaş da “Kıbrıs'ta sincap yok, bunu burada biz alalım” demişti, Deniz Baykal dostumuz da her karşılaştığımızda sincapın hatırını sorar.

Korkmazcan, 10 yıl baktığı sincapla...

Hayvan sevgisi demek, tabiatın bütünüyle kucaklanması demektir, yani bitkileri, hayvanları, tabiatı ve bu bize dünyanın güzellilklerini bir sunum olarak algılayıp bunların kıymetini bilemezsek, insan kıymeti bilmek havada kalır. Sevgi bir bütündür, var olan her şeye yöneltilmelidir.

Sevginin edebiyatını da Türkler yapmıştır, Alper Tunga Destanı'ndan Yunus Emre'ye, Hacı Bektaş Veli'den Aşık Veysel'e, Şeyh Galip'ten Fuzuli'ye kadar bütün Türk dünyası bir sevgi dünyasıdır. Bu sevgi dünyasında her yaratığa yer vardır. Ben bu insanlık dışı olayın görünmeyen bir kaza olduğuna inanmak istiyorum. Bizim içimizden böyle bir sevgisiz insanın çıkabilmesi toplumuzun tamamını yaralar, yaralamıştır.

Sonraki Haber