Devlet ne yapıyor sayın Ali Saydam?

Yeni Şafak’tan Ali Saydam, dünkü köşesinde 24 Nisan konusunu ele aldı.

Yeni Şafak’tan Ali Saydam, şöyle diyor:

“İşin garip yanı ise -Türk futbolunun ünlü ismi Mustafa Denizli’nin tarihe geçmiş ifadesiyle- ‘İçimizdeki İrlandalılar’ın Ermeni diasporasını desteklemeleri, tezlerini onaylamaları ve sahiplenmeleridir… (…)

Bu arada bir dipnot geçelim:

Ermeni diasporası, kamu diplomasisi araçlarının en etkilisini kullanmak üzere Fransa’da yeni bir film hazırlığına girişmiş… Bir iki ay sonra tamamlanması beklenen filmin adı ‘Anadolu Hikâyesi’… Ermeni film yönetmeni Artak İgityan Fransa’da sözde Ermeni Soykırımı’nı konu alan bu filminin çekimlerini sürdürürken bir de fragman yayınlamış… İnternet ortamında ulaşabilirsiniz. Film, Mark Aren’in ‘Vahşi güllerin açıldığı yer: Bir Anadolu hikayesi’ adlı kitabından uyarlanmış.

Soru şu: Bizim STK’lar, meslek kuruluşları, düşünce örgütleri, vakıflar ve benzeri yapılanmalar bu alanda Türkiye’nin tezlerini anlatmak için ne yapıyorlar sizce? Yoksa her şeyi İletişim Başkanlığı’ndan mı beklemeliyiz?..”

Önce şuradan başlayalım. Türkiye’nin tezlerini anlatmak için Türk devleti, Dışişleri Bakanlığı, İletişim Başkanlığı ne yapıyor? Yanıt koca bir “hiç”! Daha dün Dışişleri Bakanlığı, yaptığı açıklamada Ermeni Soykırımı iddiasını ortak tarih komisyonuna havale edilmesini öneriyor. Oysa, Perinçek-İsviçre ve Ali Mercan-İsviçre davalarında alınan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararları, soykırımın tarih sorunu değil yargı kavramı olduğunu ortaya koyuyor. Evet bu bir tarih konusu değil yargı konusudur. Tarihçiler 1915 olaylarını bütün boyutlarıyla tartışır ancak soykırım bir hukuk kavramıdır, bir suç tanımıdır. Soykırım olup olmadığına tarih komisyonları değil yetkili mahkeme karar verir.

Bugün ABD son dakika Beyaz Saray sitesine yazılı açıklama koymakla yetinirken, Ermenistan Başkanı Paşinyan "Soykırım" yerine "Büyük Felaket" kavramını kullanır hale geldi. Psikolojik savaş çöktü ama o psikolojik savaşa diz çöken AK Parti Hükûmeti hâlâ ayağa kalkamadı!

AİHM ikna ama Türk Dışişleri ikna değil! İletişim Bakanlığı zaten bu konuda hiçbir girişim yapamıyor. Bu konuda bir devlet zaafı olduğu ortada. Ermeni Soykırımı yalanının bugün güncel anlamı, Güneydoğu bölgemizde kurulmak istenen İkinci İsrail planıyla anlam kazanır. Emperyalistlerin karşısında başı dik, cesur tutumlar zaferi getirir. İkinci İsrail planı da böyle yırtılıp atılacaktır. O yüzden Türkiye’ye tezlerimizi doğru anlatacak Güçlü Millî Hükûmet gerekmektedir.

26 NİSAN MEDYANIN HALLERİ

‘KOMÜNİST BOZUNTUSU’ VE ERDOĞAN’IN ESKİ ARKADAŞLARI…

FUAT UĞUR - TV100

Kastettiği Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Başdanışmanı ve Cumhurbaşkanlığı Hukuk Politikaları Kurulu Başkanvekili Mehmet Uçum. Peş peşe hakaretler sıralıyor “Ne idüğü belirsiz adam” diyor, ardından “Sarayda kanunların efendisi! konumuna getirilmiş bir komünist bozuntusu var. Bu arkadaş Anayasa Mahkemesi’ne, AK Partililere, bizlere kendi aklınca ayar çekiyor” diye ilave ediyor. Hakaretlerin çıktığı ağız, Serbestiyet adlı internet sitesinde Hilal Köylü’nün konuştuğu eski Milli Eğitim Bakanı ve eski AK Parti Milletvekili Hüseyin Çelik. (…) Hüseyin Çelik, Mehmet Uçum’a ağır sözlerle yüklenirken, Erdoğan’ın eski arkadaşlarıyla yollarını ayırmasının büyük bir kayıp olduğunu anlatmaya çalışıyor. Evvelden Erdoğan’ın yanında “hasbi” insanlar varken şimdi onların yerini “hesabi” olanlar almış. “Cumhurbaşkanı, bu adamın bunu yapmasına nasıl müsaade ediyor” diyor. Bence doğru soru “Nasıl müsaade ediyor” değil, “Niçin müsaade ediyor?” olmalıydı. Mehmet Uçum’un Cumhurbaşkanı’nın bilgisi dışında bir açıklama yapması sizce mümkün mü? Değil. O halde neden? Hüseyin Çelik AK Parti’nin Gezi olayları, 17-25 Aralık, 15 Temmuz gibi olaylardan sonra milletin partisi olmaktan ziyade devletin partisi olmayı tercih eden bir rotaya girdiğini ileri sürüyor. MHP ile Cumhur İttifakı yüzünden Kürt oylarının kaybedildiğini söylüyor. Ama şunun cevabını veremiyor: “Kürt oylarını mı yoksa vatanı kaybetmek mi? Erdoğan VATAN’ı tercih etti.

POSTMODERN ALTILI MASA

MAHMUT ÖVÜR - SABAH

Almanya Cumhurbaşkanı Walter Steinmeier, Başkan Erdoğan'la görüşmek üzere Türkiye'ye geldi ama önce İstanbul'a uğradı. Doğal olarak konuk cumhurbaşkanını karşılayanlar arasında hükümeti temsilen Turizm ve Kültür Bakanı Mehmet Nuri Ersoy da vardı. Ancak siyaset kulislerinde daha çok İstanbul'daki Alman Büyükelçiliği'ne ait yazlık Tarabya rezidansında verilen "dönerli" davette çekilen fotoğraf öne çıktı ve konuşuldu. Fotoğrafta son dönemde pek ortalarda görünmeyen 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, bir yanında eski Dışişleri Bakanı Feridun Sinirlioğlu, bir yanında İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu ve arka planda da eski HDP Eşbaşkanlarından Mithat Sancar vardı. Özellikle eski cumhurbaşkanı Gül'ün yeniden "siyaset" arenasında görünür olması ve "Batılı büyükelçilerin" uzun zamandır kapsama alanında olan İBB Başkanı İmamoğlu'yla görüntü vermesi, ister istemez "Yeni bir siyasi birliktelik arayışı mı var?" sorusunu akla getirdi. Hiç de ihtimal dışı bir soru değil. Değil, çünkü bu buluşmadan bir hafta önce bir işadamıyla "siyasetteki arayışlar" üzerine sohbet ederken, pek de ciddiye almadığım bir iddiayı seslendirdi: "Şunu bir yere not et ya da satır arası yaz: Abdullah Gül siyasete dönebilir. Yakında piyasada görürsen şaşırma. Tam ona göre bir ortam var, kaçırmaz."

KÜRESEL SAVAŞIN KAÇINILMAZLIĞINA DÂİR

SÜLEYMAN SEYFİ ÖĞÜN - YENİ ŞAFAK

Kapitalizm, krizleri yenmek adına, savaş dışında iki ayrı yol daha üretmiştir. Bunlardan ilki yeniden bölüşüm, diğeri ise yoğun ve kapsamlı borç ilişkileridir. İlki, nükleer tehditi bertaraf etmek için II. Umûmî Harp sonrası denendi. Kârın maksimizasyonu ilkesini baltalasa da kapitalizm bunu göze aldı. Beklentisi, mâliyetler kadar verimlilik artışının da sağlanacağıydı. Ama öyle olmadı. Vergiler ve ücret artışları mâliyetleri arttırırken verimlilikler düştü. Bunu aşmak için ekonomiler finansallaştırıldı ve yaygın kredi ilişkileri üzerinden; hediyesi insanlığın nitelikli tekmil birikimlerinin gözden çıkarıldığı çılgın ve dejenere tüketim toplumları olan sun’i bir alım gücü yaratılmaya ve küresel olarak pompalanmaya başladı.. Bu da pahalı bir tecrübe oldu. Şişen ve kontrolden çıkan, herkesi borçlu kılan ve nihâyet borçların ödenemez hâle geldiği finansal ekonomiler bizzat ekonominin sonunu getirdi. Küresel eşitsizlik makası açıldı; işsizlik, kitlesel lümpenleşmeler arttı. Kitlesel demografik hareketlilikler yoğunlaştı, ilh.. Küresel ekonomik durgunluk, üretimin gerilemesi, talebin düşmesi gibi süreçler pandemi ile derinleşti. Şimdi mesele buradan nasıl çıkılacağı meselesidir. Anlaşılan ekonomilerin hızla askerîleşmesi, sistemi ilk usûle, yani krizlerin savaş ile halledilmesi usûlüne geri döndürüyor. II.Dünyâ Savaşı sonrasında kurulan ve savaşı yarı merkez ve kenar dünyâlara mâl ederek merkez kapitalist dünyânın dışına iten tekmil yapılar artık işlev görmez durumda. Vekil savaşlar aldatmasın; artık G7 üzerinden bizzat merkez dünyâ, Rusya ve Çin gibi yarı merkez ve Afrika gibi kenar dünyâlar ile hesaplaşmaya dönük olarak savaşı istiyor. Tekleyen ve ağır kayıplar vermiş olan ABD ve AB ekonomilerini savaş harcamaları ayağa kaldırıyor. Biden’ın göreli ekonomik başarısı aslında ABD silâh sanayiinin canlanmasından başka bir şey değil. R.Sunak’ın Birleşik Krallık ekonomisinin artık bir savaş ekonomisine dönüştüğünü açıkça beyân etmesi, Almanya ‘nın milyarlarca dolarlık savaş ekonomisi yatırımlarına başladıklarını ilân etmesi, on senelerdir eksi fâizlerde sürten ve hazırdan yiyen Japonya’nın militarizmi canlandırması sürecin diğer görünümleri. Bugün dünyânın en dinamik ve en büyük ekonomik gücü olan Çin bile süreci engelleyemiyor. O da silâhlanıyor. Artık gidişâtın çok büyük bir yıkım doğuracak olan küresel bir savaş olacağı âşikâr… Bunun bir geri dönüşü ufukta görünmüyor.

Sonraki Haber