Devlet Sanatçısı piyanist Sermet: Anadolu toprağı okyanus gibi
Hüseyin Sermet, sanatçının gelenekten beslenmesi gerektiğini söyledi. Sermet, devlet sanat kurumlarımızın yetersiz olduğunu belirtti, Türk ekolü yaratmamız gerektiğini ifade etti.
Dünyaca ünlü piyanist ve besteci, devlet sanatçısı Hüseyin Sermet, Atatürk Kültür Merkezi (AKM) Tiyatro Salonu’nda müzikseverlerle buluştu. Usta sanatçı, dinleyicilere Schubert ve Liszt'in iki büyük başyapıtından oluşan enfes bir resital sundu. Sermet, resitalinin sonunda ayakta alkışlandı.
Caz müzisyeni Cüneyt Sermet’in oğlu olan sanatçı, küçük yaşta piyano eğitimine başladı. 1968 yılında Türk hükümeti tarafından Harika Çocuk Yasası kapsamında Fransa'ya Paris Konservatuvarı'na eğitimini sürdürmek için gönderildi. Dünya çapında başarılar elde eden sanatçıya, "Evrensel boyutlu bir sanat dalında Türkiye'nin temsil edilmesindeki üstün başarıları nedeniyle", 1988 yılında Boğaziçi Üniversitesi tarafından fahri doktora unvanı verildi. 1991 yılında ise Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarafından "Devlet Sanatçısı" unvanına layık görüldü.
Hüseyin Sermet, Dünya’nın ve Türkiye’nin içinde bulunduğu durumu kavrayan ender sanatçılardan biri. Söyleşimizi sunuyoruz:
- Müzik bestelerken gelenekten beslenmeye nasıl bakıyorsunuz?
Zaten gelenekten beslenmiyorsanız siz ölüsünüz demektir. Kökü olmayan bir bitkinin yaşadığını hiç gördünüz mü? Kök yoksa ne ot var, ne çimen var, ne de ulu bir çınar var. Kök dediğimiz zaman, hangi ülke, hangi din, hangi kültürden olursak olalım, o toprağın, o geçmişin bize getirdiği bir olay var. O olayın adı zaten genel olarak kültür.
Bazı insanlar aydınlanmayı, din ve din konseptlerini reddetmekle bağdaştırıyor. Hangi din olursa olsun, dini reddettiği zaman kendini aklınca daha üstün bir konuma yerleştiriyor. Ben birisi dine hakaret ettiğinde çok sinirleniyorum. Bunun dindar olmakla hiçbir alakası yok. Sorun, insanların hayatta insanı insan yapan konseptlerle arasının olmaması ve bunları anlayamayacak kadar cahil olmalarından kaynaklanıyor. Çünkü din dediğimiz zaman o dini sevelim sevmeyelim, uygulayalım uygulamayalım, her bir dinin yaşam tarzı zaten bir kültürdür ve biz bunu reddedemeyiz. Şu gördüğünüz camilerin hepsi bizim tarihimiz. Bırakın bizim kişisel olarak uygulayıp uygulamadığımızı, eğer ben kendi öz kültürüme tarihime sahip çıkmıyorsam benim adıma kim çıkacak? Bu bir siyasi görüş, parti meselesi de değil.
Bütün bunların arasındaki farkları oturtmamız ve kültürel bağlamda görmemiz lazım. Bunlar kafamızda oturmazsa, müzikle ilgili söyleyeceğim hiçbir şeyi anlayamayız. Anadolu toprağının içerdiği inanılmaz zenginlik, okyanus gibi. Ben bunların hepsine sahip çıkıyorum. Ama onları, bizde besteci geçinenlerin yaptığı gibi uyduruk armonizasyonlarla, çocuksu bir şekilde işlemlerle yapmak, bestecilik değildir, onun adı aranjmandır. Bu şekilde yazılmış eserlerle Paris konservatuvarın beste sınıfının giriş sınavına dahi kabul edilmezsiniz. Ama maalesef Türkiye’de vasatlar köşe başlarını tutuyor.
Büyük bestecilere mesela Beethoven’a baktığımızda, bütün konçertolarının üçüncü bölümlerini dinleyin, hep geleneksel öğelerden, kendi öz folklöründen yola çıktığını görürüz. Baviara köylülerinin hasat sonrası dansları gözünüzün önüne gelir. Ama müziği o köydeki folklör şeklinde değil, Beethoven’ın zekâsı ve dehasıyla verdiği için biz onu zevkle dinliyoruz. Şimdi bir hasat zamanı Avusturya’ya Almanya’ya gitsek yine o halk danslarını o köyde göreceğiz ama yarım saat bakacağız ve sıkılacağız, çünkü evrensel değil yerel.
‘YERELDEN EVRENSELE’ TUZAĞI
- Aslında neo-liberal dünyanın da sürekli dillendirdiği “Yerelden Evrensele” diye bir slogan var. Arada ulusal olmasını mı istemiyorlar?
Küreselci tayfanın diline pelesenk olmuş bir söz. Benim tamamen reddettiğim ve bir tuzak olarak gördüğüm bir davranış. Çünkü son zamanda çok duyduğumuz “evrensel olalım, dost olalım, kardeş olalım, LGBT harfleri” falan dedikleri zaman iş değişiyor. Şimdi biz aklı başında insanlar olarak, şu masaya eşcinsel bir çift otursa, kalkıp masayı kafalarına mı geçireceğiz? Bize ne, kime ne? Ama bunu bir dayatma olarak, normalmiş gibi benim önüme getirdikleri andan itibaren külahları değişiriz. Beni aptal yerine koymalarına izin vermem. Ben hiçbir etnik unsurun, dinin, dinsizliğin düşmanı değilim. Karşımdaki insan bana saygılı davrandığı sürece başımın üstünde yeri var. Ama kendisi bir şekilde kendi görüşünü, küreselcilerin yaptığı gibi makyaj yapıp dayatmaya kalktığında, işte o zaman benim nevrim dönüyor.
DEVLET SANAT KURUMLARIMIZ YETERSİZ
- Müzikte ulusal bir ekol yaratmak için neler yapmak gerekiyor?
Öncelikle eğitimi ele almak gerekiyor. Gerçekten bir milli eğitimimiz var mı? Biz Batılı değiliz, biz Türk’üz. Türkiye, Doğu ile Batı arasında bir geçiş yolu değildir. Neyin Geçiş yolu? Ben ortasındayım, merkezdeyim. Türkiye’yi doğru konuma oturtmalıyız. Neden okullarda İngilizce eğitim veriliyor? Başka türlü öğrenilemiyor mu bu dil? Neden Türkiye’de Alman Üniversitesi kurulurken, Cumhurbaşkanı Erdoğan “Almanya’da bir Türk Üniversitesi kuralım” dediğinde Almanya izin vermedi? Türkiye’de bir sürü Fransız okulu var ama neden Fransa’da Türk okulu yok? Meselenin temelini iyi kavratmak için bunları anlatıyorum. Bütün bunların arkasında, Amerika başta olmak üzere Batı’nın Türkiye’ye uyguladığı baskılar ve bu baskılara boyun eğen Türk siyasetçiler vardır. Bu olay, 1950’deki demokrat partiden de öncesine dayanmaktadır. Hatırlarsanız 1980 darbesi “our boys” idi. Ama en sonunda 15 Temmuz’da duvara tosladılar. Çok iyi biliyorum ki şu anda çıldırıyorlar.
Peki sanata bu nasıl sirayet ediyor? Benim rahmetli hocalarım, Ulvi Cemal Erkin, Adnan Saygun, Cemal Reşit Rey’i şahsen küçükken tanıdım, Necil Kazım Akses’i tanıdım. Bu insanlar Cumhuriyetin ilk zamanlarında, iyi niyetle bir şeyler besteliyorlar. Hatta bazı besteledikleri eserler son derece tutarlı, kötü değil. Ama, Türklerin Osmanlı zamanında Batı teknikleriyle tanışması ile Çarlık Rusya’sının Batı teknikleriyle tanışması arasında 50-60 yıl gibi küçük bir süre var. Rusya’da çok kısa zamanda Çaykovski gibi devasa bir besteci çıktı. Arkasından Rimsky Korsakov’lar, Mussorskiy’ler, Prokofiev’ler, hepsini saymayayım. Rus ekolü var mı? Var… Bugün oğlunuz veya kızınız balet veya balerin olmak istese nereye gönderirsiniz? Tabi ki Moskova’ya.
Bizdeki eksiklik ise dehşetengiz durumda. Çünkü bizdekilerin bilgileri, çapları o kadar. Kendilerini küçücük bir çevre içerisinde yutturuyorlar. Devlet kurumlarının hepsinin nasıl bir sistemde çalıştığını tek tek incelemelisiniz. Kimler nasıl neleri paylaşıyorlar. Son 20 senenin konser programlarını çıkartın, kaç tane yeni eser eklenmiş? Çağdaş musiki var mı? Çağdaş musiki notasyonu biliniyor mu? Mesela 19. yüzyılın eserlerinden kaç tanesinin Türkiye’de hiç seslendirilmediğinin listesini çıkaralım. Ben böyle konuştuğum zaman belirli çevreler beni ellerinden gelse lime lime edecekler, çünkü korkuyorlar benden. Ama ben kimseye düşmanlık beslemiyorum ki. Ben Türkiye’nin durumunun fotoğrafını çekip gösteriyorum, kimse de “hayır bu böyle değil” diyemiyor. Bana da dediğim için kızıyorlar.
‘BATI İKİYÜZLÜ’
- Ukrayna’da devam eden bir savaş var ve Rus Orkestra Şefi Valery Gergiev ile ortaya çıkan bir konser iptali furyası başladı. Rus sanatçılara yapılanlar ile ilgili ne düşünüyorsunuz?
Bu, Batı dünyasının ne kadar iki yüzlü, ne kadar korkunç derecede yalancı ve sahtekar olduğunun bir ispatı. Rusya’yı haksız bulabilirsiniz veya farklı bulabilirsiniz. Ukrayna için de geçerli bu. Ama siz Rus edebiyatını, Rus musikisini yasaklamaya başladığınız andan itibaren, çok nefret ettiğinizi iddia ettiğiniz Hitler’den, Stalin’den hiçbir ayrıcalığınız kalmaz. Tek farkınız Hitler eşcinselleri, Yahudileri, Çingeneleri falan kamplara yolluyordu. Siz henüz daha yollamıyorsunuz, demek ki elinize fırsat geçtiği zaman siz de bunun aynısını yapacaksınız. Ruhen ne olduğunuz ortada.
‘STEPHANE BLET ARKADAŞIMDI’
- Türk dostu Fransız piyanist Stephane Blet’in şüpheli ölümü hakkında ne düşünüyorsunuz?
Kendisi Fransa’dan tanıdığım iyi bir arkadaşımdı. Vefat haberini aldığımda şok yaşadım. Çünkü ölümünden daha bir buçuk iki ay evvel beraber Kuzguncuk’ta yemek yemiştik. Stephane, konumu itibariyle Masonlara, Siyonistlere, şuna buna hiç çekinmeden tüm düşüncelerini ifade eden biriydi. Bazı şeyler vardır ki biliyorsunuz o kadar basit değildir çünkü size bedel ödetirler. Bana sorarsanız açık sözlülüğünün kurbanı oldu.
Stephane ile o buluşmamızda, Dünya’nın gidişatından tutun da sanattan şuradan buradan konuştuk. Her zamanki gibi biraz da üzüntülü bir sohbetimiz oldu çünkü bir takım sıkıntıları ikimiz de müşahede ediyorduk ve ikimiz de kendimizi azınlıkta görüyorduk. Çözüm arıyorduk. Cumhurbaşkanı ile görüşsek mi ne yapsak diye istişare ediyorduk. Çünkü çoğunluk vasat olduğu için ve birbirlerinden ne kadar nefret de etseler bizim gibi insanlara karşı hemen cephe oluşturdukları için, ne yapsak nereden başlasak diye düşünüyorduk.
Stephane, anti-siyonist söylemlerinden dolayı Fransa’da dışlandı. Fransa Siyonistlerin kucağına oturmuş bir ülkedir, Amerika gibi. Kuyruğunu Amerika’ya kaptırmış bir ülkedir. Benim gittim dönemde öyle değildi. Stephane Blet vefat ettiğinde, sosyal medyamdan sadece “önemli bir kayıp” diyerek fotoğrafını paylaştım. Fransa’da bir medya mensubu da dahil olmak üzere sosyal medyada bana saldırdılar. Ben de onlara gereken cevabı nazik bir şekilde verdim. Çünkü bilgileri çok yüzeysel. Örneğin bugün Fransa’da siz siyaset yapacaksanız, kesinlikle İsrail aleyhinde hiçbir söz söyleyemezsiniz, adınız otomatik olarak faşiste çıkar, bu böyle. Amerika’da da böyle.
- Türkiye, Dünya’da kültürel olarak kendisini ne kadar temsil edebiliyor?
Öncelikle Türkiye’nin açmazını ortaya koymak lazım. Aslen Türk olan fakat Türkiye’ye yabancılaşmış, kültür olarak Türk’ten, Müslümanlıktan, yaşam tarzından, kendi özünden nefret eden bir kitle var ve bunu üstünlük olarak görüyor. Diğer tarafta, Cumhuriyetin kurulmasından bu yana bir takım şeyler yasaklandığı için merdiven altına inmiş, ne idüğü belirsiz, devşirilmiş bir Müslümanlık var. Türkiye, bu kadar güzel, saf ve güzel geleneklerin içinden gelen bir kültürden, Adnan Oktar’ların türediği bir ülkeye dönüştü.
- Türk Cumhuriyetleri arasında gelişen yakınlaşmaları nasıl görüyorsunuz?
Son derece olumlu. Çünkü geniş coğrafyaya yayılmış bir kültürüz aslında. Batı, bizim komşu ülkelerden kopmamızı istedi. O yüzden kültürel olarak fazla tanımıyoruz. Müslüman ülkeler arasında, göreceli olarak en ileri olan ülke Türkiye. Lider olmaya en yakın ülke de, şartlardan dolayı Türkiye. Bu yüzden Türkiye’nin başta kültürel alanda olmak üzere her alanda bunu değerlendirmesi lazım. Ama bu birilerinin dediği gibi sadece halk türküsü söyleyerek olacak bir şey değil. Çünkü halk türküleri yerel kalmakla mükelleftir. Ama onlardan yola çıkarak kültürü evrenselleştirenler ise bestecilerdir. Mesela İspanyolların müthiş kültürleri var topraklarından gelen, flemenko gibi. Ama onu alıp belirli bir kalıba sokan Albeniz, Manuel De Falla gibi besteciler oluyor. Ben Batı’nın veya Rusya’nın karbon kopyasının müsveddesi olan besteler beklemiyorum. Ben ciddi eser bekliyorum. Taklit, müsvedde değil, üslup, ekol bekliyorum. Ben bunları söyledikçe de birilerinin beni dışlamaya çalıştığını görüyorum.
- Dünya, Amerika odaklı tek kutuplu Dünya’dan çok kutuplu bir Dünya’ya dönüşüyor. Ekonomik planda yeni bir dünya kurulurken, kültürel planda nasıl adımlar atılmalı?
Öncelikle Türkiye’nin kimsenin güdümünde olmaması gerekiyor. Kendi lisanına sahip çıkması gerekiyor. Yabancı dil tabi ki öğretilsin ayrı konu. Ama birtakım verilmiş kapitülasyonlarla verilmiş yerlerle değil. Avrupa onları muhafaza etmemi istiyorsa tabi ki ederim, ama aynı sayıda Türk okulunu kendi ülkesinde açması şartıyla. Kabul etmiyorsa güle güle. Yapılması gereken bu. Yavaş yavaş da yapılacağını düşünüyorum, çünkü o yola girildiğini görüyorum.