Altı Ok - Devletçilik

Atatürk açısından devletçilik, ekonomik bağımsızlığın temeli olmanın yanı sıra, Osmanlı'dan devralınan halkı milletleştirmenin de bir aracıdır. Kurulan her fabrika, ülkenin kalkınmasının yanı sıra kimseye avuç açmadan alın teriyle kazanılan gelir demekti

Devletçi politikalar uygulanmadan bir devletin tam anlamıyla halkçı olması olanaklı değildir. Altı Ok’un iki ilkesi olan Halkçılık ve Devletçilik diğer okların desteklediği birbirini bütünleyen bir ikilidir. Devletçilik, ekonomik ve toplumsal yaşamda devletin doğrudan müdahalesi veya yönlendirmesidir. Devletçi, dolayısıyla halkçı politikalardan, Kemalist Devrim’in ilk yıllarından itibaren etkili bir biçimde yararlanılıyor.

Böylece ülkenin ekonomik bağımsızlığını kazanma ve koruma doğrultusunda önemli adımlar atılıyor. Aynı zamanda halkın bazı ekonomik, toplumsal sorunları çözülüyor. Eğitimin seviyesi, halkın refahı yükseltiliyor.

Devletçi politikaların etkin bir biçimde kullanıldığı alanlar: sağlık, tarım, ulaştırma, sanayii, madenler ve eğitim hizmetleridir. Tarımda Aşar vergisinin kaldırılması en önemli halkçı-devletçi politikalardan biridir. Kurtuluş Savaşı'nın hemen ertesinde devletin en zayıf, vergiye en fazla ihtiyaç duyduğu koşullarda bu karar alınıyor.

Eğitim alanında 3 Mart 1924'te çıkarılan Öğretimin Birliği Yasası ile tüm okullar Milli Eğitim Bakanlığı’na (Maarif Nezareti) bağlanıyor. Böylece devletçi bir anlayışıyla çok başlılık sorunu ortadan kaldırılıyor. Eğitim ve öğretimde ulusal anlamda bir bütünlük sağlanıyor. Bu milletleşme yolunda atılan en önemli adımdır.

Atatürk hepimizin bildiği gibi bu ülkenin aynı zamanda başöğretmenidir. Dil ve Yazı Devrimi, Millet Mektepleri, Halkevleri, Köy Enstitüleri, Türk Dil Kurumu, Türk Tarih Kurumu, Üniversite Reformu, çeşitli sağlık, bilim ve sanat kurumlarının kurulması... Yine hem devletçiliğin hem de halkçılığın en güzel örnekleridir. Bugün varlıklarıyla övündüğümüz iyi yetişmiş, birikimli insan kaynağımız, o yıllarda atılan temellerin ürünüdür.

Sağlık hizmetlerinin devletçilik anlayışıyla yürütülmesi 1920'li yılların uygulamasıdır. Sıtma, verem, trahom, frengi, cüzzam, çiçek, çocuk felci gibi yaygın sağlık sorunları parasız, devletçi ve planlı uygulamalarla neredeyse yok ediliyor. Amaç sağlıklı toplum olduğu için koruyucu hekimlik başüstünde tutuluyor. Bu yolda gereken tüm tedbirlere öncelik veriliyor. O yıllarda hasta “müşteri" değildir. Bu arada devrimci hekimlerimizin, devrimci öğretmenlerimizin yurdun her köşesinde gece-gündüz demeden zorlukları hiçe sayan fedakâr çabalarını da unutmamalıyız. Onlara minnettarız.

CUMHURİYET’İN FABRİKALARI

Atatürk açısından devletçilik, ekonomik bağımsızlığın temeli olmanın yanı sıra, Osmanlı'dan devralınan halkı milletleştirmenin de bir aracıdır. Kurulan her fabrika, ülkenin kalkınmasının yanı sıra kimseye avuç açmadan alın teriyle kazanılan gelir demekti. Onurlu insan demekti. Ülkenin çeşitli bölgelerinde kurulan fabrikalar aynı zamanda aydınlanma ve milletleşme merkezleriydi.

Kimya Fakültesi'ndeki öğrencilik yıllarımda Kayseri ve Konya şeker fabrikalarında staj yaptım. Yaşayarak gördüm. Cumhuriyet’in şeker fabrikaları, yalnızca makinelerden ve binalardan oluşmuyordu. Okulları, hastaneleri, sinema, spor salonları, parkları ve diğer toplumsal tesisleriyle kurulduğu yörede insanları kültürel olarak eğitiyor, sanat, spor ve diğer toplumsal etkinliklerle yaşamı güzelleştiriyordu. İnsanlara çağdaş yaşam olanakları sağlıyordu.

Fabrikada çalışanlar arasında hem saygı hem de karşılıklı sevgi vardı. İş saatlerinde amir-memur-usta-işçi ilişkisi, iş saatleri dışında arkadaşlığa, dostluğa, güçlü bağlara dönüşüyordu.

Mustafa Kemal, 27 Ocak 1931’de yapılan CHP İzmir İl Kongresi’nde, “Ekonomik alanda istenen ölçüde başarılı olunamadığını” ve artık “yepyeni bir güdümlü ekonomi düzeni” kurulacağını belirtiyor. (1) Daima, “Genel çıkar özel çıkarın önündedir” (2) anlayışını benimseyen Atatürk, 1937 yılında gelinen durumu şöyle değerlendiriyor:

“Türkiye’nin uyguladığı devlet sistemi, (…) sosyalizmden alınmış alelade bir nakil değildir. Bu Türkiye’nin ihtiyaçlarından doğma, Türkiye’ye has bir sistemdir. (…) Kişisel girişimi desteklemek, fakat büyük bir milletin ve geniş bir memleketin bütün ihtiyaçlarını ve yerine getirilmemiş vazifelerini göz önünde tutarak vatanın iktisadiyatını devletin eline bırakmak. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, kısa bir zaman içerisinde (…) kişisel ve özel girişimin yüzyıllarca başarmaya muktedir olmadığı şeyi başarmıştır.” (3)

Atatürk yönetiminde ülke olarak, dünyada mucize olarak adlandırılan toplumsal ve ekonomik kalkınmayı gerçekleştirmiştik. 1930'ların on yılında, dünyanın en hızlı gelişen iki ülkesi Türkiye ve Sovyetler Birliği'ydi. Bu önemli atağın temelinde yatan tercihimiz, kendi gücümüze dayanarak devletçilik, halkçılık, planlama ve karma ekonomiyle kalkınmaydı. Tabii Sovyetler Birliği'nin dostluğu ve büyük desteği de unutulmamalı.

DİPNOTLAR:

(1) Doğan Avcıoğlu, Milli Kurtuluş Tarihi, Tekin Yayınevi, 3. Basım, İstanbul, 1978, s.1394.
(2) Afet İnan, Medeni Bilgiler ve M. Kemal Atatürk’ün El Yazıları, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1988, s.46.
(3) Sadi Borak, Atatürk’ün Resmi Yayınlara Girmemiş Söylev Demeç Yazışma ve Söyleşileri, Kaynak rı, İstanbul, 2. Basım Şubat 1997, s.266.

Sonraki Haber