Devrimci bir aydın: Muzaffer İlhan Erdost
“Işık ol karanlığı bitir
Aklı kölelikten kurtar, özgürleşsin
İnsan insanlaşsın” (Muzaffer İlhan Erdost, 1993.)
Feyziye Özberk’in yazdığı son kitap “Muzaffer İlhan Erdost”, Kırmızı Kedi Yayınevi aracılığıyla okurlarıyla buluştu. Kitapta, Muzaffer İlhan Erdost’la yapılmış söyleşiler ve Erdost’un eserlerinden bölümler ve Erdost hakkında kaleme alınmış yazıların derlemesi yer alıyor. Erdost’un edebiyattan siyasete değin düşüncelerine, yaşam öyküsünden eserlerinebirçok konuda bilgi okura sunuluyor.
Kitabın ilk sayfasında İlhan Selçuk’un, “Muzaffer ‘acıyı bal eyleyen’ soylu insan tohumundan sürgün vermiş bir kişiliktir” cümlesiyle karşılaşıyoruz.
Cemal Süreya ise onu, “Ödünsüz… Türk entelektüelinin doğal prototipi; Bağımsız, kendinden çıkış yapan…”, “Marksizmin editörü, aynı zamanda şiirde ‘İkinci Yeni’ deviniminin de savunucusu ve kurucusu; Pazar Postası’nda, iki orta sayfayla çok şeyi yerinden oynattı” ifadeleriyle tanıtıyor.
Feyziye Özberk, çocukluğu, ortaokul, lise ve üniversite yıllarıyla birlikte, Erdost’un zihinsel ve bedensel evrimini; içinde bulunduğu toplumsal koşulları belirterek, onun kişiliğinin ve sanat anlayışının nasıl şekillendiğini, okuyucuya aktarıyor. Aynı zamanda Türkiye’nin yakın siyasi tarihi ve dünyadaki siyasi ve toplumsal değişimler Erdost’un kitaplarından alıntılarla aydınlanıyor.
ERDOST VE 68 KUŞAĞI
Muzaffer İlhan Erdost, Kasım 1965’te “Sol Yayınları”nı kurduktan sonra, okur kitlesi ağırlıklı olarak 68 kuşağı oluyor. Erdost “68 kuşağı yalnızca Marksizm’le tanışan bir kuşak değildi… Onlar Marksist felsefeyle dünyayı değiştirmek için yola çıkmışlardı” der ve 68 kuşağına ilişkin şunları söyler: “Denizlerin ya da 68 öğrenci hareketinin bir özelliği de, sınıfsal temelini aramış olmasıdır. İşçi sınıfıyla tam bir kaynaşma, köylülükle tam bir bağlaşma. Bu dönemde işyerlerindeydi öğrenciler. Köylülerin yanına koşuyorlardı. Bu dönemde köylülerin toprakları yeni tapulama yasasına dayanılarak işgal ediliyordu. Onlar toprakları işgal edilen köylülerin yanındaydılar. Aynı zamanda 68 hareketi, hiçbir zaman işçi sınıfından kopmadı. 15-16 Haziran olayları bunun tipik örneğidir.” (s.44.)
Feyziye Özberk kitabında, “Sosyalizmi Seviyorum” yazısıyla (Gün, Ekim 1987, s.32.) Muzaffer İlhan Erdost’un dünya görüşünü vurgulayarak, onu ülkesinin sorunlarına kafa yoran, sosyalist mücadelede kararlı bir aydın olarak tanıtıyor. “Tam bağımsız, gerçekten demokratik Türkiye” sloganının onun ülküsünü ifade ettiğini, her zaman görünenin ötesini araştırdığını, gelişmeleri bütünsel olarak anlamaya önem verdiğini belirtiyor. Kitapta Erdost’u, kardeşi İlhan Erdost’la birlikte, Sol Yayınlarıyla; Marks, Engels, Lenin ve Stalin başta olmak üzere Marksizm’in temel eserlerini sistemli bir biçimde ilk kez Türk okuruna sunan kişi olarak görüyoruz.
2012-2013 yıllarında yapılan görüşmelerde “Neden Marksizm?” sorusuna Erdost şu cevabı veriyor: “Nesnel nedenleri: 1960 Anayasanın sosyalist kitapların yayımlanmasına, tartışmalı da olsa, olanak sağlaması; devrimci devinim dalgasının yükselişi; sosyalizmi öğrenme gereksinimi ve tutkusu. Öznel nedenlere gelince: Öğrencilik, özellikle de fakülte yıllarımda, sistemleşmiş bir düşünsel bütünlüğe gereksindim.”
Erdost’un sosyalizme yönelmesi yoksulluktan, yoksulluğu sona erdirmek düşüncesinden kaynaklanmaz. Öncelikle, düşünsel bir sistem olarak geçmişten geleceğe toplumsal varlığı kavramasına olanak sağladığı için; ardından, insanlığın özgürleşmesinin, kölece boyun eğişten kurtulmasının biricik yaşam biçimi olduğunu kavradığı için sosyalizmi seçer. Yayınları da sosyalizm sevgisi ve tutkusunu paylaşmak için çıkarmadığını ifade eder, “Ülkemde, herkesin özgürce okuyabilmesine, kendi özgür iradesiyle sosyalizmi öğrenmesine, kararını kendi özgür iradesiylevermesine olanak sağlamak amacıyla yayımladım.”
12 Mart döneminde 3 buçuk yıl tutuklu kaldıktan sonra, 14 Temmuz’da, 74 Genel Affından yararlanarak çıkar. Sonrasında, devrimci dalganın da yükselişiyle Sol Yayınları’nın kitap satışları artar. Yayınlardan sağlanan gelir yine yayınlara yönelir ve Onur Yayınları’nı kardeşi İlhan Erdost’la birlikte kurar. Bilimsel sosyalizme öngelen bilimsel ve felsefi kitaplar, toplumumuzun tarihsel ve güncel sorunlarını kucaklayan, geniş bir yelpazede kitaplar yayımlarlar. Önde gelen aydınlar o yıllarda TİP üyesiyken, Erdost’a İşçi Partisi’ne neden üye olmadığı sorulduğunda şöyle cevap verir:
“TİP’e girmedim. Ama Mihri Belli grubunun çıkardığı Türk Solu dergisinde, M. Ali Aybar’ın yazılarını eleştirdiğim ve sonra kitap haline getirdiğim çalışmam yayımlandı. Yayıncılığa başladığımda şöyle düşündüm; Marksist klasikleri yayınlıyorum. Bunları bir partinin yayın organına dönüştüremem. Benim için bilinçli bir tercihti partiye girmemek.”
Muzaffer Erdost 12 Eylül döneminde Sol Yayınları’nın sahibi ve yöneticisi olduğundan 3 Kasım’da “yasak yayın bulundurma” gerekçesiyle, kardeşi İlhan Erdost da 5 Kasım’da gözaltına alınırlar. Ne evlerinde ne de işyerlerinde tek bir adet bile yasak yayın yoktur. Ağır bir şekilde dövülen iki kardeşten İlhan Erdost, ağabeyinin gözü önünde hayatını kaybeder. Muzaffer Erdost, bu acıdan iki gün sonra serbest bırakılır. O günden sonra İlhan adını da alır, yazılarını Muzaffer İlhan Erdost adıyla yazar. Yayınevinin adını da “İlhan İlhan” koyar, kardeşinin adını yaşatır ve acısını faşizme karşı dirence dönüştürür. 7 Kasım 1989’da İlhan’ın mezarı başında yaptığı konuşmada şu sözleri söyler:
“İlhan Erdost, benim yalnızca kardeşim değil, yaşamımızın sosyal ve iktisadi olduğu kadar, kültürel ve siyasal yönleriyle iç içe geçtiği, birbirimizi bütünlediğimiz, bir yarımdı. Bunun içindir ki; beni İlhansız, İlhan’ı bensiz anlatmak, gerçeği tam olarak ortaya koymaya yetmez.”
“Yüzüne yüzüme yargıladığım
Gülüşüne gülüşümü yargıladığım
Sesine sevincimi yargıladığım
Ey oğul
Kardeşim olan yüzünü yitirince
Arkadaşım olan sesini yitirince
Çırağım olan elini yitirince
Ustam olan dilini yitirince
Bildim ki
Yalnızlık senin yokluğundur.”
(Yokluğunun Şiiri, İlhan İlhan.)
ULUS OLMANIN GEREĞİ
Kitapta yayımlanan söyleşilerde, Erdost’un pek çok konuda düşüncelerine yer verilirken, aynı dilde eğitim ve ulus olma konusunda, görüşlerini şöyle açıklar: “Lozan Antlaşması’nda, halkların kendi dillerinde konuşmaları, okuyup yazmaları, kitabını, dergisini yayımlaması gibi, resmi dilde eğitim anlamında okuyup yazma değil, bu belirtilmiştir. Tüm ülkede, eğitimin aynı dilde yapılması, ulus olmanın gereğidir. Ulusun üyesi olmanın özelliğidir o. Ulus öncesi topluluk biçimleri olan bazı kabile, aşiret, tarikat gibi yapılanmaların konuştukları dilleri, resmi dille yapılan eğitimin içine korsanız, parçalanmayı, bölünmeyi orada yapmış olursunuz. Ulusun içine ulus öncesi bölüntüleri koyarak ulusu bölmüş olursunuz. Bu konuda çok dikkatli olmak lazım.” (s.135.)
Feyziye Özberk, 25 Şubat 2020 günü kaybettiğimiz Muzaffer İlhan Erdost’un tüm yaşadıklarını gözler önüne sererken, onun dostları için yazdıklarını da okuyucuya sunuyor. Erdost’un bütün eserlerini tam liste halinde sırasıyla hatırlatıyor. Yazı, öyküleme, öykü ve şiirlerinden örneklerle Erdost’u bu sayede daha yakından tanıyoruz. Kitap, henüz Muzaffer İlhan Erdost ve eserleriyle tanışmamış olanlar için büyük bir fırsat, tanıyanlar için ise, heyecanlı ve anlamlı bir buluşma…