Devrimler ve sudaki balıklar
‘Dumlupınar’da boğulan saldırı, örneğin Habeşistan dağlarında yok edilmiş bir İtalyan tümeni değil, bütün Avrupa ve Amerika’nın açgözlü ve yobaz ruhu idi. Dumlupınar dünyaya Valmi’den daha büyük bir Yeni Çağ getirmiştir. Biz olgunun içinde bulunduğumuz için her yanını göremeyiz. Ve bu nedenle önemini tam olarak kavramak bizim için olanaksızdır’
Şair yazar Süleyman Nazif, Türk Devriminin önemli gazetecilerinden Celal Nuri İleri’nin “Türk İnkılâbı” isimli eserini okuduktan sonra 1926 yılında gönderdiği mektupta şu tarihi saptamaları yapar:
“Benim soylu ve sanatçı dostum,
Büyük Fransız Devriminin o evrensel önemini, ortaya çıktığı zaman hiç kimse değerlendiremezdi. Bunun ayaklanma değil, devrim olduğunu anlayıp açıklayarak zavallı Kral On Altıncı Louis’in aymazlığını gidermeye çalışan giysicibaşı bile, inanıyorum ki, olayın niteliğini tam olarak anlayıp kavrayabilmiş değildir.
İşte bizim devrim de böyledir. Saltanatın kaldırılıp Cumhuriyetin kurulmuş olduğunu duyuran kararlar Ankara’daki Büyük Millet Meclisinde okunurken, büyük Alman ozanı Göte hazır bulunsaydı, bir zamanlar Valmi çarpışmasında olduğu gibi Ankara’nın şimdiki kararlarında da yeni bir dönemin başlamış olduğunu haber verirdi.
Kişiler uzaklaştıkça, nesneler ise yakınlaştıkça büyür. Bundan dolayı bütün gelecek kuşakların gözlerine bu etkinlikler ve bu devrim daha büyük ve daha açık görünecektir. Açıklık nesnelere de, olaylara da hakkını verir, yani onları belirsizliğin her türlü yanılmalarından kurtararak, büyüklük ya da küçüklüklerini olduğu gibi gösterir. Türkiye’nin Devrimi, Edirne’den Van’a dek uzanan toprağa ve bu toprak üzerinde yaşayanlara ait ve bireysel bir olgu değildir. Emperyalist, yani para tüccarı Avrupa’nın elinde hayvan düzeyine düşmüş olan insan sürülerine, Türkiye Cumhuriyeti bir umut, bir ışık, bir devinim yeteneği ve bir güç getirdi. Dumlupınar’da boğulan saldırı, örneğin Habeşistan dağlarında yok edilmiş bir İtalyan tümeni değil, bütün Avrupa ve Amerika’nın açgözlü ve yobaz ruhu idi. Dumlupınar dünyaya Valmi’den daha büyük bir Yeni Çağ getirmiştir. Biz olgunun içinde bulunduğumuz için her yanını göremeyiz. Ve bu nedenle önemini tam olarak kavramak bizim için olanaksızdır.
“O mahiler ki derya içredir, deryayı bilmezler.” (O balıklar ki deniz içindedirler, denizi bilmezler.)
Talihin, seni olayları yakından izleyip inceleyecek bir konuma yöneltmişti. Anayasa görüşülürken tutanak yazmanlığı, yeteneğin dolayısıyla sana düştü. O pek büyük devinimi gördün, anladın. Eğer görüp anladıklarını gelecek kuşaklara gösterip anlatmayı savsaklamış olsaydın, işte o zaman, sevgili dostum Celal Nuri, tarihe karşı sonsuzluğa dek borçlu ve utanç verici bir durumda kalırdın.
Yayınlanmadan önce bana okumak iyiliğinde bulunduğun yapıtın, o borcun pek yüksek gönüllü bir biçimde yerine getirilmesidir. Seni kutlayanların ilki olmakla övünç duyuyorum. (…)” (Celal Nuri, Türk Devrimi –İnsanlık Tarihinde Türk Devriminin Yeri-, sadeleştiren: Özer Ozankaya, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 2002, s.347-348.)
YAPAN ANLAYAN ADAM
1870-1927 tarihleri arasında yaşayan şair ve yazar Süleyman Nazif, Hürriyet mücadelesinde yazan, eleştiren ve yapan insandı, Sürgüne gitti. Gazete çıkardı, Meşrutiyet Devriminde valilikler yaptı. Yazmaya devam etti. Çok sayıda esere imza attı. Mehmet Akif’in yakın dostuydu. İstanbul’un işgal yıllarında yazdığı “Kara Bir Gün” isimli yazısı büyük yankı yaptı. Direnişi destekledi. Malta’ya sürüldü. 4 Ocak 1927 tarihinde vefat ettiğinde cebinde parası yoktu. Cenazesi belediye tarafından kaldırıldı. Çoğu devrimci gibi yaşadı ve öldü… Yaptıkları ve yazdıkları bize miras kaldı.
İşte bu Süleyman Nazif ne güzel de tarif etmiş devrimi ve gücünü… Bugünlere ders niteliğinde… Buradaki önemli bir vurgu da insanın içinde bulunduğu durumu, olayları ve dönemi kavraması ve onu idrak etmesidir. Ondan da öte pozisyon almasıdır. Büyük altüst oluşlarda çok kişi bu süreci anlayamaz ve savrulur. Hürriyet ve Cumhuriyet devrimi günlerinde de böyle oldu. Devrimin içinde olanlar yüceldi. Taçlandı. Dışında kalanlar silindi gitti. Taçlananlardandır Süleyman Nazif… Bu satırları onun işi iyi kavradığını gösteriyor. Ben hep diyorum; Türk Devrimi büyük bir birikimin eseridir. Aydınıyla ve halkıyla… Birilerinin tek kişiye indirgediği gibi değil. Zaten Atatürk bu konuda “Ey yüce Gazi sen mucize gerçekleştirdin” diyen bir vatandaşa şu cevabı verir: “O mucize dediğin şeyi birlikte yapmadık mı?” Devrimin sıcak günlerinde söylenmiştir bu laflar. Son derece gerçekçi ve anlamlı. Evet devrimi birlikte yaptık! Lideri böyle diyor. Atatürk başka bir yerde de “Ben sizin hayallerinizi gerçekleştirdim” der. Bir de ekler “Atatürk devrimi demeyin, Türk devrimi deyin” der.
15 TEMMUZ DİRENİŞİ
Evet, insan bazen sudaki balık gibi “deniz”in farkında değildir. Olan biteni normal bir gelişme gibi görür. Tıpkı bugünlerde Türkiye’de yaşananlar gibi. 15 Temmuz Darbe Girişiminin bastırılması çok anlamlıdır. Nazif’in anlatımındaki gibidir. Üzerinden zaman geçtikçe önemi ve sonrası yaşananlar nedeniyle kıymeti artar. O direnişin ne muazzam bir gelişme olduğunu görürüz. İlk gün dememiştim ama şimdi diyorum; 15 Temmuz bastırması bir devrimdir! Sonrası yaşananlara bir bakın görürsünüz. Çok şey değişti. Çok büyük belaları alt ettik. Ben ona Bağımsızlık Devrimi diyorum. Zaten her şeyin başı o değil mi? Mustafa Kemal boşuna mı demişti, “Benim karakterim bağımsızlıktır” diye… 25 yıldır Atatürk üzerine çalışıyorum. Bana Atatürk’ü tek bir kelimeyle tarif et deseniz: Bağımsızlık tutkunu, derim. O dönemin en önemli sorunu buydu. Ve her şey bunun için yapıldı. Bağımlılık yakıyordu ve bunun için ölmeye değerdi. Atatürk yine bu manada, “Tek başıma da kalsam bir tepeye çıkar vuruşurum” diyordu.
Yazar Celâl Nuri Türk Devrimi için şu saptamayı yapar: “Türk Devrimi bir ‘sonuç’tur. Bunun öncesi vardır. Bütün bir yenilik devrimleri, Cumhuriyetin açıklanmasından önce baş göstermişti. Yenileşme düşüncesi Osmanlı tarihinde gerçekten izlenip incelenmeye değer bir bölümdür. Bu düşünce kimi düşünür ve siyasetçilerin aklına gelen soyut bir dilekten oluşan bir şey değildi: Bir gereksinimdi. Ama tutucular bunun bir zorunluluk olduğunu anlayamadılar. Belki yenilikçiler de bu gereksinimin ölçüsünü bilemiyorlar, onlar da yeniliği kendi dileklerinden oluşuyor sanıyorlardı. Ama olaylar, belki yenilikçilerin tüm kanıtlarından daha güçlü ve daha kesin bir biçimde sorunu çözdü.” (Celal Nuri, Türk Devrimi, s.4.)
1945’den sonraki yeni dünya düzeni ve 1952 NATO sürecinden bugüne yaşananları, 15 Temmuz’dan sonra yaşananlarla kıyaslayınca önemini daha iyi anlıyoruz. ABD emperyalizminden adım adım nasıl kurtulduğumuzu görüyoruz. Bağımsızlığın ne kadar önemli olduğunu görüyoruz. 70-75 yıllık süreçte neleri kaybettiğimizi anlıyoruz. En önemlisi, bağımsızlık refleksimizi kaybetmişiz. Bunu “Atatürkçüyüm” diyenlerin bugünkü tutumunu görünce daha iyi anlıyoruz. Hükümete muhalefet edeceğim derken nasıl da eski sistemi savunuyorlar. “NATO, AB ve ABD’den ayrılamayız” diyorlar. Sistem zaman içinde kendine benzetmiş çok kişiyi… Kazandaki kurbağa misali… Çevre kirliliğinden bahsediyoruz ya, aslında ülkemizde insan kirliliği de var. Bunu da aşmamız gerekiyor. Geçmişte yaşadığımız Meşrutiyet ve Cumhuriyet Devrimleriyle şunu gördük ki devrimler kirlenen, çürüyen insandan kurtarıyor toplumu ve yepyeni insan tipi yaratıyor. O insan ki insanlığı geleceğe taşıyor. İşte yeniden o günlerdeyiz. Rahmetli Amiral Soner Polat o günlerde “Bir metre de olsa Suriye’ye girelim ve kararlılığımızı gösterelim” diyordu. Girdik ve çok şeyi değiştirdik. Mesele yapmakta. Yapmaya başladığımız günlerdeyiz.
YENİDEN AYAĞA KALKMAK
Devrimler de zamanla geriler ve bir yere gelir ortada bir şeyin kalmadığını, kalanların da heykeller ve rozetler olduğunu görürsünüz. O devrimin ruhunu tekrar ayağa kaldırmadıkça o devrim bir enkaza dönüşür. İşte onu kurtarmazsak üzerimize yıkılır. Bugün yaşadıklarımız budur. Bugün yeniden ayağa kalkıp iki büyük devrimin yarattığı değerleri tekrar canlandırıp hatta daha da önemlisi ileriye taşımamız gerekiyor. Yaşadıklarımız da bunların sancıları…
Süleyman Nazif’in de vurguladığı gibi, devrimler milletleri ayağa kaldırır ve o bazen görmese de ileride ne büyük işler yapıldığının farkına varır. Büyük devrimlere imza atmış ve Nazif’in dediği gibi Türk milletinin bir eseri olan “Dumlupınar, dünyaya Valmi’den daha büyük bir Yeni Çağ getirmiştir.” Attilâ İlhan anlatırdı, “Paris’e gittiğimde Afrika’dan gelen çocuklar bana hep Atatürk’ü soruyorlardı.” Mahatma Gandhi ne güzel de söylemiş, "Mustafa Kemal, İngilizleri yeninceye kadar Tanrıyı da İngiliz zannederdim..." diye.
Bugün yaptıklarımız da yarın yapacaklarımızın başlangıcıdır. Hem de çok küçük bir başlangıcı. Süleyman Nazifler inatla ve sabırla mücadele ettiler ve adım adım büyük devrimi başardılar. Ona omuz verdiler. Onların yaptığı işin ne büyük bir iş olduğunu bizler yaşadık, birileri görmezden gelse ya da farkında olmasa da gördük…
15 Temmuz direnişine bakış, ABD NATO sürecine sıkı sıkı sarılmalar, AB’den ayrılamayız feryatları, her fırsatta Türkiye’nin bağımsızlık adımlarının karşısında duranlar, Asya’dan doğan yeni bir çağı göremeyenler, İstanbul Sözleşmesinin kuyruğuna takılıp Cumhuriyet Devriminin büyük kazanımı Medeni Kanun ve Türk kadınının kazandığı büyük yenilikleri görememe, ekonomideki sıkıntıları bahane ederek tekrar Türkiye’yi İMF kapısına bağlama girişimleri… Hepsi bir bir aşılacak ve bu çabaların beyhude bir çaba olarak kalacağını göreceğiz. Çünkü hayat sürüyor ve Türkiye’de devrimciler var. Daha da önemlisi hayat en büyük devrimcidir…
Atatürk ve Süleyman Nazifler gibi devrimci önderler varken biz gıdasız kalmayız. Onlara çok şey borçluyuz. Sizin bıraktığınız emanet daha da yükseklere taşınacak… Süleyman Nazifler, Mehmet Akifler, onlardan önceki Namık Kemaller, onların arkadaşı Tevfik Fikretler, Mustafa Kemaller ve onların yanındaki devrimin fedaileri ve öncüleri… Hepsi büyük bir miras bıraktı. O miras berhava edilmeyecek.
DİLLERİN TUTULDUĞU GÜNLER
Süleyman Nazif’in “yeni çağ” dediği o muazzam gelişmeleri can dostu Mehmet Akif de 1936 yılında hasta yatağında şöyle tarif eder: “Ankara… Yarabbi ne heyecanlı, helecanlı günler geçirmiştik… Hele Bursa’nın düştüğü gün… Ya Sakarya günleri… Fakat bir gün bile ümidimizi kaybetmedik, asla yeise düşmedik. Zaten başka türlü çalışılabilir miydi? Ne topumuz vardı, ne tüfeğimiz… Fakat imanımız büyüktü. Ah… Allah’ım ne muazzam zaferdi o!.. Ortalık hercümerç oldu… Beş altı saat içinde bir başka dünya doğdu… Ve biz mest olduk!”
“O zaman bir şey yazmadınız mı?”diye soran gazeteciye Akif, “Artık benim ne düşünecek, ne duyacak, ne yazacak, hatta ne yaşayacak takatim kalmıştı… Bizim dilimiz tutulmuştu. Ordu, bizzat yazıyordu” diye cevap verir. (Ercan Dolapçı, Vatan Bizim Fikir Bizim Mehmet Akif, İnkılâp Kitabevi, İstanbul, 2021, s.150-151.)
Evet devrimler böyledir. Diller susar ordu ve millet yazar…