Dil ait olduğu ulustan ayrıştırılabilir mi?
Edebiyatımızı var eden olguları ve nasıl adlandırılması gerektiğini yazın dünyamızın yaratıcılarına sormaya devam ediyoruz. Görüş bildirenler, tartışmayı var eden konumlanışın edebiyatı da içine alan kültürel, ideolojik düzlemde olduğu vurgusunu da yaptılar.
Nasıl adlandırılmalı sorusunun ışığında edebiyatın dayanaklarının da vurgulandığı tartışma dosyamız, yazın dünyamızın gündeminde konuşulmaya devam ediyor. Dün İnci Aral, Seyyit Nezir, İrfan Yalçın, Hüseyin Ferhad, Mario Levi, Barış Erdoğan, Sina Akyol, Kaan Eminoğlu, Eray Sarıçam'ın görüşleriyle dili oluşturan kültür ve tarihe dikkat çekilmiş edebiyatın isimlendirilmesinde yazarın etnik kökenin esas alınamayacağı görüşü hakim olmuştu. Bugün de okurlarımızı Kemal Ateş, Ayla Kutlu, Tunca Arslan, Pınar Ekinci, Mustafa Akar, Berna Durmaz, Jale Sancak ve Gülşah Elikbank'ın fikirleriyle buluşturuyoruz.
'YÜZ KIRK YILLIK KANİ’Yİ YANİ YAPMAK İSTİYORLAR'
Kemal Ateş: Bunları ciddiye alıp yanıt verilmeli mi diye de düşündüm.
Ben kafayı yemedim, bizim edebiyatımızın adı “Türk edebiyatı”dır.
“Türkçe edebiyat” ne demek?
Böyle bir saçmalığı hangi ulus kabul eder?
“İspanyol edebiyatı, Yunan edebiyatı, Bulgar edebiyatı” diyeceksiniz ama “Türk edebiyatı” demeyeceksiniz?
Neden? Başka halklar da varmış ülkemizde? Peki adını andığımız ülkelerde başka halklar, başka diller yok mu?
Yunanistan’ın, Bulgaristan’ın neredeyse onda biri Türk, hadi zorlayın bakalım, “Yunanca edebiyat, Bulgarca edebiyat” dedirtebilir misiniz? Ya da siz diyebilir misiniz? Diyor musunuz? Demeyi aklınızdan geçiriyor musunuz?
Bir çocuğun adını, o çocuğu dünyaya getirenler koyar.
Bizim edebiyatımızı bizden önce yaratanlar var, yaklaşık yüz kırk yıl önce 1890’lardan başlayarak "Türk edebiyatı” dediler. Halit Ziya Uşaklıgil, “Hikâye” başlığıyla 1891 yılında yazdığı makalesine, “Türk edebiyatında hak ettiği önemli yeri alamayan edebiyat dallarından biri de…” diye başlar.
Özellikle tarihe dikkat edin, yıl 1891…
Suut Kemal Yetkin, “Türk hikâyecilerinin ilk muştucuları…” diyor 1943 yılında Ulus’ta yazdığı bir yazısında.
Abdülhak Şinasi Hisar, “Eski Fransızca cinayet romanlarının çeviri ve gördükleri ilgiden Türk zevkine ve edebiyatına çok kötülük gelmiştir.” diyor 1943 yılında yazdığı bir yazısında. Şu örnek de A. H. Tanpınar’dan: “Şüphesiz ki bir Türk romanı vardır.” (1936)
“Türk edebiyatı”, “Türk hikâyesi”, “Türk romanı”, “Türk şiiri”, “Türk felsefesi” terimleri yaklaşık 140 yıldan beri kullanılır, Halit Ziya’dan Nurullah Ataç’a, Kemal Tahir’e değin yüzlerce yazarın binlerce yazısında yer bulmuş kavramlardır bunlar. Kemal Tahir gibi yazarlar bütün konuşmalarında “Türk romanı”nın yanı sıra, “Türk ruhu”ndan, “Türk zevki”nden de söz ederler. “Türk edebiyatı” sözü yalnız bir dili anlatmaz, bu edebiyatın bir ruhu, kendine özgü bir “zevki” de var.
Yukarıdaki örnekleri kitaplığımdan rasgele seçtim. Şimdi gene kitaplığımdan rasgele kitaplar seçiyorum, bu kitapların kimi kırk yıl kimi yetmiş yıl önce yazılmış:
Güzin Dino, Türk Romanının Doğuşu; Prof. Dr. Gündüz Akıncı, Türk Romanında Köye Doğru; Dr. Aytekin Yakar, Türk Romanında Milli Mücadele; İ. Tatarlı, R. Mollof, Marksist Açıdan Türk Romanı; Hikmet İlaydın, Türk Edebiyatında Nazım; A. H: Tanpınar, 19. Asır Türk Edebiyatı… Liste yüzlerce yapıtla uzayıp gider. Böyle yüzlerce kitabın yeni baskılarında adları değişecek mi?
“Türk edebiyatı, Türk romanı” gibi kavramlar 140 yıldan beri kullanılır, onlar bu edebiyatın ilk yaratıcılarıdır, adını da çoktan koymuşlar. Bütün dünyada yapılanı yapmışlar, kullanılan dil hangi ulusa aitse, o ulusun adını vermişler, “Türk edebiyatı” demişler.
Şu son zamanlarda bazı aklıevveller bu terimleri yanlış buluyorlar. “Türk edebiyatı” değil, “Türkçe edebiyat” ya da “Türkçe roman” diyecekmişiz. Biz tam 140 yıldan beri bu sözü yanlış kullanırmışız.
Kırk yıllık Kani’yi değil, yüz kırk yıllık Kani’yi Yani yapmak istiyorlar.
İşte asıl ırkçılık bu.
'HER TÜRLÜ AYRILIK ZAYIFLIK GETİRİR'
Ayla Kutlu: Ben Türk edebiyatı diyorum. Türkiye toprakları üzerinde yaşıyoruz her şeyimiz bu kültür içinde. Sanat birleştiricidir ayırıcı değildir. Her türlü ayrılık zayıflık getirir. Bütünlüğe ne kadar çok yaklaşır, bölücülükten ne kadar uzaklaşırsak bilimsel, sanatsal her dalda güçleniriz.
'LİBERAL YARI AYDIN TAKIMINDA SIK RASTLANAN ZİHİNSEL SÜRÇMEDİR BU'
Tunca Arslan: "Türk edebiyatı"'na karşı "Türkçe edebiyat", "Türk sineması"na karşı "Türkiye sineması" demeyi tercih edenleri, "Alman edebiyatı"na karşı "Almanya edebiyatı", "Fransız sineması"na karşı "Fransa sineması", "İtalyan şiiri"ne karşı "İtalya şiiri", "Rus müziğine" karşı "Rusya müziği", "Japon tiyatrosu"na karşı "Japonya tiyatrosu" vb. diyemedikleri için zaten hiç ciddiye almamak lazım.
Kaldı ki esas karşı oldukları şey bir ifade biçimi ya da terminolojik kullanım değil; doğrudan "Türk" kavramından uzak durmayı istiyor ve tarihsel bir gerçeğe şuursuzca karşı çıkıyorlar. "Türkçe edebiyatın usta yazarı Macar edebiyatından X yazarı değerlendirdi" gibi saçmalıklara bolca rastlıyoruz. Kendisini Batı'nın yarı-sömürgesi bir ülkede yaşamaya hazırlamış bulunan liberal yarı aydın takımında sık rastlanan zihinsel sürçmedir bu.
Tersi örnek, "Çince edebiyat, Çince film" olarak verilebilir ama bu tamamen uluslararası politik tavır açısından önemli. Çinliler, Taiwan'ı da kendi toprakları olarak gördüklerinden Taiwanlı edebiyatçı ve sinemacıların ürünlerini de "Çince" kapsamında değerlendiriyorlar ve dünyaya birlik mesajı vermiş oluyorlar. Yakın zamana kadar bu Hong Kong ve Makao için de geçerliydi, şimdi onlar zaten doğrudan Çin toprağı.
Sonuçta, Türkçe yazılmış her ürün Türk edebiyatına dahildir. Sormazlar mı insana, kendini ait hissetmediğin bir topluluğun yazı dilini niye kullanıyorsun diye?
'TÜRKÇE EDEBİYAT KAVRAMININ BİR KALKIŞMA OLDUĞUNU DÜŞÜNÜYORUM'
Pınar Ekinci: Benim diplomam dünyanın her yerinde geçerli. Bütün Türkoloji bölümlerinde kendime yer bulabilirim. Bu neyi gösteriyor? Türk Dili ve Edebiyatı’nın dünyaca kabul edildiğini. Dünya bizden de çok daha önce adını belirlemiş, Türkiyat çalışmaları adıyla da bunu yüzyıllardır sürdürüyorlar. Uluslararası bilimsel bir terim yani Türk Dili ve Edebiyatı.Yerleşmiş bir bilimsel ve sanatsal alan. Yeni yeni seslendirilen Türkçe edebiyat kavramının bir kalkışma olduğunu düşünüyorum. Zayıf, cılız bir kalkışma. Hedefleri yeniden adlandırarak kıvılcım çıkarmak ve politik uzantılarının da bunu aleve döndürmesini sağlamak. Kültürel bir hegemonya yaratmaya çalışıyorlar. Ama bu çaba bir ateş yakmaz, değişim yaratmaz. Çünkü bilimsel geçerliliği ortaya konmuş, tanımı yapılmış bir olguyu yeniden tanımlayamazsınız. Keşke bunlarla uğraşacaklarına kendi içlerindeki yangını söndürmeye çaba harcasalar ve gerçek edebiyatı oluşturmaya çalışsalar. Son 20-30 yılımız edebiyatta zayıf. Ülkeye bir nefes vermiyor. Oysa ki Türk edebiyatı bütün çağlar boyunca bir nefestir. Yunus Emre'den Karacaoğlan'ına Reşat Nuri'den Özdemir Asaf'a kadar hep bir nefestir.
'Ne mutlu Türküm diyene' diyor Mustafa Kemal Atatürk ''Türk olana'' demiyor. Burada hepimizi birleştiren bir çatı var. Hepimize söz söyleten, nefes aldıran çatıyı kabul etmeliyiz. Ben Türk Dili dersi veriyorum ve bu anayasanın ilk dört maddesine dayanıyor. Öğrencilerime Dil Devrimi’ni, Türkçenin gelişimini anlatıyorum. İngilizce diye bir dil yokken Türkçe var. Kimseye zorla öğretilen değil; kolektif bir bilinçle yaşamış bir dil Türkçe. Türk Dil Kurumu'nun Güncel Türkçe Sözlüğü’nde altıyüzbinin üstünde sözcük var. Tarama ve Derleme Sözlükleri var. Biz o kadar kıymeti bir söz varlığına sahibiz ki bu ortada. Dünyanın dört yanında bu bir bilimsel çalışma alanı. Anadolu’da birçok dilin arasından sıyrılıpTürkçenin yerleşmesinin sebepleri var. Çünkü Türkçe çok sanatsal, duyguları ve düşünceleri anlatmada yetkin. Niye bunca benimsenmiş, düşünülmeli! Sözlü hafızayla binlerce yıl taşınıyor ve günümüze geliyor; bu ancak bir dilin gücünden kaynaklanır.
Dil Devrimi atılımını kendilerince terse çevirmeye çalışıyorlar ama asla başarılı olamazlar. Dil Devrimi halktan besleniyor. Halkta var olandan türeyip şekilleniyor.
Ne yaparlarsa yapsınlar binlerce yıllık tarihi, kültürü yok edemezler. Ancak kendi çevrelerinde üç beş destek bulurlar. O da bir süre sonra tarihin sayfalarına karışıp gider.
'TÜRK EDEBİYATI DENMESİNDEN DUYDUKLARI RAHATSIZLIK TAMAMEN İDEOLOJİKTİR'
Mustafa Akar: Edebiyat kelimesinin bizde iki türlü yolculuğu oldu. Birincisi Arapçadaki "adabiyyat" kelimesi, ikincisi de Fransızların literatür kelimesi... Tanzimatçılar "edep" kelimesinden yola çıkarak "edebiyat"ı türettiler. Ondan öncesi için şiir ve inşa (nesir) kelimelerinden söz edebiliriz en fazla. Dolayısıyla bu edebiyat da Türklerin edebiyatı oldu. O zamanlar başka türlüsü düşünülemezdi tabii.
Ben burada bilinçli bir tercih olduğunu görüyorum. "Türk" kelimesinden rahatsız olunduğu için "Türkçe Edebiyat" demekle bu rahatsızlıktan kurtulduklarını düşünüyorlar. Oysa Türkçe Türklerin dili. İngiltere'de böylesi tartışmaların olduğunu biliyorum. Kendi kolonilerinden gelip Londra'ya yerleşen yazarlar için "İngilizce Edebiyat" denmesini istiyorlar. Fakat tartışma nihayete ermiş değil.
İnsanlar kendilerine "Türk" denilmesini onur kırıcı bulup "Türkçe"nin şemsiyesi altına sığınıyorlarsa, kullandıkları dil de Türklerin dilidir. Özü ordu dili olan Türkçedeki "saf Türkçe" kelimeler de bu yüzden üç harfli emir kelimelerinden oluşur: "Gel, git, yap vs." Dolayısıyla işin komik yanı, utandıkları Türklerin Türkçesinin özü bir ordu dilidir. Bir de bu sorunun diğer muhatapları var: Mesela Salman Rushdie ve Kazuo İshiguro hatta romanlarını "Elif Shafak" adı altında yazan arkadaş. Onlar kendilerini İngiliz edebiyatı şemsiyesi altında mı görüyorlar, yoksa İngilizce edebiyat şemsiyesi altında mı? Bu anti-Türk kompleksinden kurtulmak lazım.
Bir de bu tartışma için şöyle zihin açıcı bir alıştırma yapmak gerekli. Şimdi ismini unuttum ama biri de Türkçe çeviriler için "Türkçe Edebiyat" denilmesini önermişti. Bu öneriyi doğru bulduğumu söylemeliyim. Öte yandan Türkiye'de yaşayan ve Türkçe yazan yazarların Türk Edebiyatı denmesinden duydukları rahatsızlık tamamen ideolojiktir.
'TÜRKİYE EDEBİYATI OLARAK DA ANILMASI ÇOK DAHA KAPSAYICI BİR ANLAYIŞ'
Berna Durmaz: Bir edebiyat eserinde dil, sadece bir anlatı aracı olarak düşünülemez. Çok daha fazlasıdır. O eserin yapı malzemesi, kumaşıdır dil. Yapıt o dilin içinde doğar, onun atmosferinde nefes alır, dokusundaki her ilmeği yazıldığı dilin incelikleriyle atılır. Dilbilimci Ferdinand Saussure’ün dili bir kağıda benzetişini hatırlatmak istiyorum. “Düşünce kâğıdın ön yüzü, ses ise arka yüzüdür. Kâğıdın ön yüzünü kestiniz mi, ister istemez arka yüzünü de kesmiş olursunuz,” der Saussure. Bu ifadedeki düşünce/dil ilişkisinin benzerini dil/yapıt arasında da kurarsak yanlış olmaz gibi geliyor bana. Bu denli güçlü ve tek organik bağ olan dil ile yapılmış olan edebiyatın, o dilin adıyla anılması yerinde olur. Dile çok daha fazla vurgu yapılması ve ona verilen değeri de ortaya koyması açısından önemli buluyorum bunu. Bu yüzden edebiyatımızın kendisini var eden dilin adıyla birlikte anılmasının doğru kullanım olacağını düşünüyorum. Türkçe edebiyat, bu dille yazılmış eserlerden oluşmuş bir edebiyatı ifade eder. Edebiyatla etnisite arasında ilişki kurmak, edebiyat açısından bakıldığında, onu tanımlayacak bir ifadeymiş gibi gelmiyor bana. Bu, olsa olsa edebiyat dışı bazı tercihlere bağlanabilir. Bir edebiyat eseri, yaşadığı coğrafyanın rengini, kokusunu üzerinde taşır. Edebiyatımız, ülke toprakları üzerinde yaşayan birçok kültürden, dilden, inanıştan beslendiğine göre, adının Türkiye edebiyatı olarak da anılması dışlamayan, ötelemeyen çok daha kapsayıcı bir anlayışı yansıtmış olacaktır.
'TÜRKÇE EDEBİYAT OLARAK ADLANDIRILMASININ DOĞRU OLDUĞUNU DÜŞÜNÜYORUM'
Jale Sancak: Uzun yıllar boyunca Türk edebiyatı dedim ama şimdi Türkçe edebiyat diyorum. Çünkü etnik kökeni, dili farklı olan ama Türkiye'de yaşayan Türk vatandaşı olan yazarlarımız var. O nedenle de Türkçe yazıyorlar. Ama anadilleri Türkçe değil. O yüzden Türkçe edebiyat olarak adlandırılmasının doğru olduğunu düşünüyorum.
'ULUS BİLİNCİ ORTAK BAKIŞTAN GELİR '
Gülşah Elikbank: Aslında bu yanıtlaması hem son derece basit hem de zor bir soru. Ülkedeki bölünmüşlüğün de göstergesi bana kalırsa. Benim okul yıllarımda sadece Türk Edebiyatı sözü vardı ve kimseden de bunun aksini duymadım. Ben Atatürk’ün işaret ettiği değerlere inanan ve Cumhuriyet aydınlanmasının peşinden giden biriyim. Atatürk’ün Türkiye kelimesinde bu ülkede yaşayan tüm halkları kapsayacak bir geniş anlam ürettiğinin farkındayım. Ulus bilinci bu ortak bakıştan gelir zaten. Ayrıca benim için evrensel bakış açısı mühimdir. Dünyanın önemli birçok ülkesinde bulundum. Ben Fransızca edebiyat ya da Amerikanca edebiyat diye bir söz işitmedim oralarda. Fransız edebiyatı denir ona. Tıpkı bizim de Türk Edebiyatı dememiz gibi. Türk dilini eserlerinde kullanan biri için bu tanımlama doğru geliyor bana. Fakat elbette diğer söylemde ısrar eden kişileri de anlamaya çalışıyorum. Sonuçta iyi edebiyat, insanı anlamaktan geçer. Yine de ortak bir söylemde buluşmayı kıymetli buluyorum. İçeriğe, niteliğe odaklanırsak, daha doğru bir istikamet belirleyebiliriz. Belki de, neden edebiyatımız dünya edebiyatında yeterince ses getirmiyor, birkaç eserimiz dışında neden yurtdışında eserlerimiz bilinmiyor, bunu düşünmeliyiz.