Din ve ticaretin kanla beslediği bereketli bir evlilik: Alman Tarikatı ve Hansa Birliği
Kudüs’te Alman hacıları ve Haçlı askerlerini tedavi etmek üzere bir Alman Tarikatı kurulur. Kısa sürede Haç ve kılıcın gücünü keşfeden tarikat, doğu ve Kuzey Avrupa’yı hakimiyeti altına alır
Aynı bölgenin ekonomik kaynaklarına göz diken Hansa Birliği’yle çıkarları birleşince ortaya Orta Çağ’a damgasını vuran ve bugüne kadar etkisini sürdüren bir sömürü düzeni çıkar.
AKKA MERKEZLİ KATOLİK ALMAN TARİKATI
Üçüncü Haçlı Seferi’nin amacı Batılı Hıristiyanların kutsal topraklarda Müslüman doğuya karşı tek vücut olarak savaşmasını sağlamaktı.[1] Papa’nın emriyle üç kudretli lider, Kutsal Roma-Germen İmparatoru Fredrik I. Barbarossa, Fransa Kralı II. Philip Augustus ve İngiltere kralı I. Richard (Aslan yürekli) ordularıyla Kudüs’e doğru yola çıkmıştı. Fredrik I. Barbarossa Göksu nehrinin coşkun sularında boğulunca ordusu dağılmış, başsız kalan Alman askerlerinin bir kısmı Tanrı adına savaşmak üzere İngiliz ve Fransız ordularıyla birlikte Akka kuşatmasına katılmıştı. Ancak I. Richard Almanları hiç sevmiyordu. Alman askerleri savaş alanı dahil itilip kakılıyordu. Kutsal topraklarda bulunan Lübeck ve Bremenli tüccarlar, Alman yaralıların tedavi dahi edilmediğini görünce bir tarikat ve hastane kurmuşlardı. 1198 yılında bu tarikat ve hastaneyi Kutsal Maria’nın Kudüs’teki Alman Evi Tarikatı (der Deutsche Orden- Ordodomus Sanctae Mariae Theutonicorum-)adıyla din adına savaşan bir şövalye tarikatına dönüştürüp, askeri bir yapı kazandırmışlardı. Katolik olan tarikat, Kudüs’te dini ve askeri yönden etkin bir tarikat olan “St. Jean Şövalyelerini veya Tapınak Şövalyelerini” örnek almıştı. Tapınak Şövalyelerinin beyaz üzeri kırmızı haçlı elbiseleri vardı. Bir süre sonra Papa tarafından kutsanan Alman tarikatı şövalyeleri, beyaz üzeri siyah haçlı elbiselerini giymişlerdi. İşte bu siyah haç o günden bu yana Almanya’nınmilli sembolü olmuştur.
ALMANLAR KİLİKYA’DA
Akka şehrini merkez seçen Alman Tarikatı, bir süre sonra çalışmalarını Küçük Ermenistan olarak bilinen Kilikya’ya doğru genişletmişti. Kilikya, yani bugünkü Çukurova Bölgesi, Avrupa’dan Ortadoğu’ya ve Orta Asya’ya geçiş bölgesiydi. Kıbrıs’ı ve Doğu Akdeniz’i kontrol etmek için stratejik önemi olan bir bölgeydi. Ticaret merkeziydi. Diğer şövalye tarikatları sadece kutsal topraklarda savaşmak için kurulmuşken Alman Tarikatı’nın tüzüğünde sınırlayıcılık yoktu. Dolayısıyla Avrupa’da Paganlara, Rusya steplerinden gelen akıncılara hatta Ortodokslara karşı kılıç sallayabileceklerdi. Bu yüzden Avrupa’da ilgi ve dikkat çekmişlerdi. Nitekim kapılarını ilk çalan Macarlar olmuştu.
KUMAN VE PEÇENEKLERE KARŞI HAÇ VE KILIÇ
Kuman ve Peçeneklerin Transilvanya’ya yaptığı akınlarından bıkan Macar Kralı Andreas, Alman Tarikatı’ndan yardım isteyince tarikat şövalyeleri yönlerini Avrupa’ya dönmüştü. Akınları durdurmuşlardı ama kurtardıkları topraklardan çıkmaya hiç niyetleri yoktur. Onların Macar topraklarına yerleşip devlet içinde devlet kurmaya başlaması Andreas’ı korkutmuştu. Tahtını kaybetmemek için tüm gücüyle tarikatla mücadele edip, pazarlığa oturmuştu. Sonunda Alman Tarikatı daha da zenginleşmiş olarak Macaristan’dan ayrılmıştı.
İKİNCİ GÖREV PAGAN PRUSYALILARA BOYUN EĞDİRMEK
Avrupalı soyluların, derebeylerin toprak ve para yağdırdığı Alman Tarikatı’na ikinci çağrı Varşova yakınlarından, Mazovyalı Konrad’dan gelmişti. Konrad, Pagan olan işgalci ve talancı Prusyalılara karşı yardım istemekteydi. Macaristan deneyiminden ders çıkaran tarikat, bu kez Konrad’dan karargâh kurmak için bir bölge ve Paganlardan kurtaracağı topraklara Kutsal Roma-Germen İmparatoru adına sahibi olma garantisini istemişti. Oldukça ağır bu talepleri kabul edilmiş, görevleri tanımlanmıştı. Paganlar sürülecek, kalanlar Hıristiyanlaştırılacak, ele geçirilen topraklara el konulacak ve sömürgeleştirilecekti. Tarihin gördüğü en kanlı ve vahşi saldırılardan biriyle Prusyalılar yok edilmişti.[2] Kalanlar Hıristiyanlaştırılmış, ele geçirilen topraklara ise çeşitli imtiyazlarla Alman köylüleri, tüccarları yerleştirilmeye başlanmıştı.
KUZEYİN HÂKİMİ TARİKAT DEVLETİ
Haç ve kılıçla ilerleyen, doğu ve kuzey Avrupa halklarına karşı Haçlı seferleri düzenleyen tarikat artık tam bir tarikat devleti olmuştu. Gücü neredeyse bütün Avrupa’ya yayılmış, Fin Körfezi’nden Danzig’e tüm bölgeyi ele geçirmişti.[3] Tarikat, Avrupa’da sayısız mülk ve çiftlik sahibi olmuştu. Papa’nın katında değeri arttığı gibi tüm krallıklarda diplomatik etkisi artmıştı. 14.yy ortalarında Alman Tarikatı güçlü ve ihtişamlı bir devlet haline gelmişti. Kendi parası vardı. Baltık çevresini kontrol ediyor, çıkarlarını koruyordu. Almanların Marienburg, Polonyalıların Malbork dediği şehirde ihtişamlarına yakışır büyüklükte kırmızı tuğladan bir şato inşa etmişlerdi. Şato Avrupa’nın en büyük savunma merkezi olmuştu. Bu kırmızı tuğla yapılar daha sonra tarikat devletin bütün şatolarının, şehirlerinin ve manastırlarının da ortak işareti olmuştu.
ŞEHİR TİCARETİNDEN ÇIKAR İMPARATORLUĞUNA HANSA BİRLİĞİ
1100 yıllarında Alman şehirleri arasında bir ticaret birliği olarak kurulan Hansa Birliği, ünlü Aydınlanmacı düşünür Voltaire’in “Ne kutsaldı ne Roma ne de İmparatorluk” dediği Kutsal Roma-Germen İmparatorluğu’nun zayıflayarak gücünü kaybetmesinin ardından oluşan güç boşluğunda ortaya çıkmıştı. İmparatorluk şemsiyesinden kurtulan şehirler önem kazanmış, bu şehirler arasındaki ticaret birliğini kuran Hansa birliği iktidar boşluğunu doldurmuştu. Hansa Birliği planlı bir biçimde şehirleri örgütlüyor, kendisine bağlı şehirleri ödüllendiriyor, birliğe bağlı olmayanları cezalandırarak ticaret ambargosu uyguluyordu. Birliğin çıkarlarına zarar vermedikçe şehirlerin iç işleyişine karışmıyor, şehirler arasındaki çıkar çatışmalarını da diyalog ve arabuluculukla çözüyordu. En yetkili karar organı dört büyük Hansa bürosunun ve şehir temsilcilerinin oluşturduğu bir kuruldu. Hansa günleri adıyla ihtiyaç durumunda toplanıyordu. Her ürünün alış ve satış fiyatı talebe göre belirleniyordu. Hansa tüccarları topladıkları keten, kereste, balmumu, et, balık, tahıl, tuz, demir, deri gibi birçok ürünü Hansa büroları aracılığıyla alıp satıyordu. Kuzey Avrupa’dan güneye, Çin’den Avrupa’ya alınıp satılan ürünlerden elde edilen gelir Hansa Birliği kasasını dolduruyordu. 12.ve 17. yüzyıllar arasında Baltık çevresinde 225 şehir Hansa Birliği’nin koruyucu kanatları altında gelişmişti. Şehirlerdeki bazı imtiyazlı işler sadece Almanların elindeydi. Bu Almanların etki alanının, zenginliğinin ve sosyal ağının gelişmesi, Alman yayılmacılığı demekti. Hansa Birliği yabancı devletlerce bağımsız bir güç olarak görülmekteydi. Hansa Birliği ile Alman Tarikatının yolları 1350 yıllarında kesişti.
ÇIKARLARI UĞRUNA SAVAŞI GÖZE ALAN HANSA BİRLİĞİ
Hansa Birliği ve Alman Tarikatı şiddetle ele geçirdikleri yerlerde oluşturdukları imtiyazlı ticaret ortaklıklarını korumak için savaşmaktan çekinmiyordu. Örneğin Baltık’tan geçen gemilerden gümrük alarak tüccarlarının işini sekteye uğratan Danimarka krallığına savaş açmış, dize getirmişlerdi. Norveç Kralı Bergen’e yerleşen Hansa tüccarlarına sınırlama getirince Hansa şehirleri Norveç ile alışverişi kesmişti. Sonunda Norveç kralı pes etmiş ve Hansa tüccarlarına tekel imtiyazı vermişti. Benzer yöntemlerle Danimarkalı, Rus, Hollandalı, İngiliz tüccarların bölgedeki egemenliklerine son verilmişti. İngiltere ve Hollanda’yı Hansa tekeline karşı çıkamaz hale getirmişlerdi. Hansa Birliği kendi gücünü sarsacak hiçbir krallığın gelişmesini istemiyor, güç kavgalarında hep en güçlünün karşısındaki ikinci güçlünün yanında yer almayı tercih ediyordu. Böylece Avrupa’daki ticari devrim veya erken kapitalizm döneminde Almanlar Hıristiyanlık kalkanıyla serpilmişti. Alman Tarikatı da ticarete girmekten geri durmamıştı. Tarikat, Hansa Birliği’nin şehir olmayan tek üyesi olarak, 1300 yıllarından sonra amber, tahıl, kereste ticaretinde önemli bir aktör olmuştu. Din ve ticaretin kanla beslediği evlilik bereket getirmişti.
HANSA BİRLİĞİ’NİN ÇÖKÜŞÜ
Yeni sosyal ve “milli” oluşumların ortaya çıkması Hansa Birliği’nin sonunu getirmişti. Avrupa’da nüfusun üçte birini yok eden veba salgınının ardından yaşanan tarım krizinde çok sarsıldılar. 16.yy da okyanus ötesi keşifler, İberya yarımadasını ve İngiltere’yi yeni ticaret odakları haline getirmişti. Amsterdam gibi hiçbir zaman Hansa kontrolüne girmeyen limanların etkisi artmıştı. Rusya, İsveç ve Danimarka krallıkları Baltık ticaretinden paylarını kopararak Hansa Birliği’nin ticaret tekelini kırmıştı. Şehirlerde türeyen yeni tüccarlar, Alman tüccarlara ve eski kurallara başkaldırıyordu. Şehirler yeni ticaret ortaklıklarına sıcak bakıyorlar, Hansa Birliği’nden birer birer ayrılıyorlardı. Son darbe tarikat liderinden gelmişti. Alman Tarikatı’nın lideri Avrupa’yı kana bulayan Katolik-Protestan savaşlarında Protestanlığı seçince Hansa Birliği kanlı kılıcını da kaybetmişti. Hansa şehirlerinin 1669 yılında yapılan sontoplantısına sadece 9 şehir katılmıştı. Yeni düzende Hansa Birliği’ne yer yoktu! Hansa şehirlerinden sadece Hamburg, Bremen ve Lübeck ayakta kalabilmişti. Bu üç şehir,1937 yılına kadar resmen “devlet ve özgür Hansa şehirleri” olarak tanımlanmaya devam ettiler. Hansa Birliği tüm Avrupa’yı etkilemişti. Avrupa’da liman ve liman şehirlerinin kuruluşunu sağlamış, şehirleri belli ürünlerde uzmanlaşmaya, birbiriyle ticaret yapmaya yönlendirmişti. Almanca dil olarak tüm kuzey Avrupa’ya yayılmıştı. Halen Hansa bölgesindeki dillerde Almanca kelimeler mevcut. Halen Hansa Birliği yoluyla güney Baltık bölgesine yerleşmiş olan Almanların, bölgedeki kültür, siyasi ve ekonomik hayattaki etkinliği devam ediyor.
Hansa ve tarikat ruhu, silahların gölgesinde yapılan din ve paylaşım savaşları farklı biçimlerde de olsa günümüzde yaşıyor, yaşatılıyor, yeni oluşumlara örnek oluyor.
Haç ve kılıç Alman tüccarların emrinde
Hansa Birliği’nin amacı bölgesel krallıklara karşı kendi ticari çıkarlarını korumak, diğer tüccarlarının rekabetini kontrol altına almak, yok etmek ve kendi kontrolündeki şehirlerin bağımsızlık taleplerine karşı kolektif bir baskı uygulamaktı. Yani ticari örgütlenme aslında siyasi bir yapılaşmanın görünen yüzüydü. Hansa Birliği kendi tüccarları kanalıyla edindiği ayrıcalıklarla Kuzey Avrupa’nın bakir zenginliklerini tekeline alacaktı. Alman Tarikatı da aynı bakir toprakların halklarını Hıristiyanlaştırmak üzere kılıç sallamaktaydı. İki hareketin yolları kesişince, ticari ve siyasi hedeflerle, dini ve askeri hedefler de bütünleşivermişti. Bir ticaret loncası olarak şehirlerde örgütlenmeye başlayan, yöresel ve bölgesel ticareti ele geçirmeye çalışan Hansa yayılmacılığı ve Alman Tarikatı’nın kılıç zoruyla kabul ettirdiği Hıristiyanlık özleşmişti. Hansa Birliği üyesi tüm şehirler Alman Tarikatı üyesi olurken, tarikatın “tanrı adına savaşan” askeri gücü, Hansa Birliği’nin ticaret tekelini korumak için ihtiyacı olan vurucu güç olmuştu. Askeri koruyuculuk Hansa Birliği’nin yayılmacılığının önünü açmıştı.
Almanya’nın Hansa Birliği sevdası
Hansa Birliği’nin Baltık kıyılarındaki egemenliği ve başarısı, ulusal birliğini 1871 yılında kuran Almanya için imrenilecek bir örnekti. Hemen bir savaş filosu kuruldu. Yüzyıllarca küçük şehir devletçikler olarak varlık sürdürdükten sonra ortak bir gelenek ve aidiyet unsuru olarak “ortaçağda Alman gücünün merkezi” olan Hansa Birliği seçildi. İmparator II. Wilhelm’i 1908’de Marienburg’da karşılayan askerler tıpkı Orta Çağ şövalyeleri gibi giyinmiş, tören Alman tarikatı ruhuyla yapılmıştı. Güçlenen Almanya’nın Kayzer’i II. Wilhelm “Almanya’ya güneşte bir yer vaad ediyorum” diyerek dünyanın paylaşımda ve politikasında yer alacağını ilan etmişti. Birinci Dünya Savaşı’nda Almanya’nın ortaya attığı “Mitteleuropa” düşüncesi sanki Hansa Birliği’nin yeniden hayata geçirilmesi projesiydi. Almanya önderliğinde Avrupa’da siyasi ve ekonomik ortak pazar oluşturulacaktı.
Nazi Almanya’sı da kendi saldırgan politikalarına uygun bulduğu Hansa Birliği’nin Almanlaştırma politikasına ve yayılmacı ruhuna atıfta bulunmakta gecikmedi. Alman Tarikatı da unutulmadı, tarikatın şövalyeleri Nazilere göre Alman milletinin savaşçılarıydı. Hitler iktidara geldiğinde Marienburg şatosuna gamalı bir tarikat haçı asıldı. Haç, Sovyet birlikleri kaleyi topa tutana kadar da asılı kaldı. 1941 yılında Sovyetlere karşı Barbarossa harekâtını başlatan Nazilerin propaganda afişlerinde Hitler, şövalye giysileriyle atın üzerindeydi. Mesaj açıktı, görev tamamlanacaktı. Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarını kaybeden Almanya’nın Avrupa’ya hâkim olma ve Hansa Birliği’ni yaşatma hayali hiç bitmedi. 1980’lerin sonunda Hansa Birliği’nin yarattığı kültürel, ekonomik ve kurumsal bağı canlandırmak için Baltık bölgesinde ve İskandinavya’da “yeni Hansa” veya “Kuzey Avrupa’nın Ekonomik Birliği-Hansa” sloganı sıkça dile getirildi. Almanya’nın Estonya-Litvanya-Letonya üzerindeki geçmişten gelen etkisi, Hansa geleneğine atıf yapılarak dillendirildi. Bu üç ülkenin Avrupa’ya yakınlığını vurgulayan Almanya, Sovyetler Birliği’nin dağılma sürecine katkıda bulunurken Sovyetler Birliğinden boşalan yerin sahibiyiz demek istiyordu. 2004 yılına gelindiğinde Hamburg’da yeni bir çabayla Baltık bölgesinde ortak amaçlar için çalışmak üzere 50 ticaret odasının katılımıyla “Hansa Parlamentosu” kuruldu.
1980 yılında bu kez Hollanda’da da Zwolle adıyla sosyal, ekonomik, milli ve kültürel bağları güçlendirecek, üyeleri arasında gelenekleri canlandırarak işbirliğini özendirecek bir Hansa Birliği kuruldu. 16 ülkede 185 şehri içeren birlik, geçmişte Hansa üyesi olan, Hansa bürosu açılmış ya da kendini Hansa ile özdeşleştiren tüm şehirlere açık.
DİPNOTLAR
[1] Üçüncü Haçlı Seferi 1189-1192 yılları arasında Kudüs’ü Selahattin Eyyubi’den kurtarmak üzere yapılmıştır.
[2] Artık Prusya’nın ne dili ne de kendileri vardı, sağ kalanlar Almanlaştırılmıştı. Sonra adı da yok edildi, Prusya coğrafi ve politik bir kavram olarak ortadan kaldırıldı!
[3] Bugünkü Polonya kıyılarında Gdansk adıyla bilinen şehir, tarihte Danzig adıyla Polonya şehriyken 1308-1454 yıllarında Alman Tarikatı tarafından yönetilmiş ve Hansa Birliği’nin 1361 üyesinden biri olmuştu.