DİTİB’in ‘günahları’

Türk milletinin bünyesi besleme imamları kabul etmez

Müjdeler olsun: Alman devleti artık kendi imamlarını yetiştiriyor. Osnabrück kentinde bu sebeple kurulan eğitim kurumu (İslamkolleg Deutschland, İKD) geçtiğimiz hafta ilk 26 mezununu verdi. Artık Almanya’daki Müslümanlara din hizmeti vermek için Alman devleti Türk Diyanetine veya Almanya’daki cemaatlere muhtaç değil. “İthal imam” devri geride kaldı, artık Almanya Almanca eğitimden geçmiş, Almanca vaaz verecek imamlar yetiştiriyor.

Peki bu ihtiyaç nereden ‘hasıl’ oldu? 1961’de başlayan Türk gurbetçilerin göç serüveninin üzerinden 60 küsur sene sonra Alman devleti ‘Türk yurttaşlarımızın dini ihtiyaçlarına daha fazla ilgi alaka gösterelim, ayıp oluyor’ diye bir uyanış mı yaşamakta? Gülmeyin, bizi bu masala inandırmak isteyenlerin sayısı hiç de az değil.

Alman devletinin ve ‘kamuoyunun’ meramını anlamak için mevcut duruma ve Almanya’nın mevcut durumdan şikayetlerine göz atmamız yeterlidir. Bugüne kadar Almanya’daki Türk camilerinin dini hizmetlerini T.C. Diyanet İşleri Başkanlığı ile işbirliği içerisinde olan DİTİB (Diyanet İşleri Türk İslam Birliği) yürütüyor.


Bülent Uçar

İslamkolleg’in DİTİB’e karşı kurulduğunu zaten hiç kimse inkâr etmiyor, Alman medyası, siyasiler ve kurumun kendisi bunu açık açık söylüyor. Dahası: İslamkolleg’in başındaki kişi, Prof. Bülent Uçar, Alman devletinin eğittiği imamlara sahip çıkması gerektiğini, aksi takdirde büyük federasyonların (yani esas itibariyle DİTİB) karşısında tutunma şanslarının olmadığını belirtiyor. Uçar, devletin İslamkolleg imamlarına direkt maaş vermeyi tercih etmemesi durumunda onları belediyelerde ve proje bazlı kaynaklarla gençlik ve sosyal çalışmalar fonları üzerinden finanse edebileceğini söylüyor. Aynı zamanda hastanelerde, hapishanelerde ve Alman ordusunda görev alabileceklerini söylüyor, Alman ordusunda 3000 Müslüman askerin bulunduğuna işaret ediyor. Pişkinliğe bakar mısınız! Açık açık “Biz Türkler ve ülkedeki Müslümanlar arasında tutunamayız, besle bizi ey Alman devleti” diyor. Sağ olsun Bülent Bey yol, yordam da gösteriyor. Demek ki çok reklam ettikleri o çağdaş İslam bildiğimiz fondaş İslam imiş…

DİTİP NEDEN HEDEFTE?

DİTİB, Türk cami cemaatinin dini ihtiyacını karşılıyorsa, DİTİB’i baypas ederek imam yetiştirme ‘ihtiyacı’ nereden doğuyor? Meselenin dini hizmet vermek olmadığı apaçık. Almanya yıllardır DİTİB’i hedef almakta, ülkenin ‘demokratik değerleri’ ile uyumsuz olmakla itham etmekte. Peki DİTİB sürekli demokrasiye ve hoşgörüye bağlılığını beyan etmesine rağmen neden Almanya’nın o yüce ‘demokratik değerlerleri’ ile çelişkide olmakla suçlanıyor? DİTİB’in ‘günahları’ nelerdir bir göz atalım. Örneğin Frankfurt camisinin imamı cemaate hain FETÖ darbesinin arkasında ABD ve İsrail’in olduğunu vaaz ediyor. Skandal! Zeytindalı harekâtı esnasında şehitlerimiz ve Türk askerleri için dua edilmiş. Savaş çığırtkanlığı, faşizm! DİTİB’in sosyal medya sayfalarında insanlar Filistinli kardeşlerimizle dayanışma gösteriyor, siyonizmi mahkûm ediyor. Irkçılık, antisemitizm, nefret suçu! DİTİB camilerinde eşcinsellik, LGBT mahkûm ediliyor. Olacak iş değil, gene nefret suçu!

Bunlar ve bu gibi tavırlar emperyalizmin nezdinde affedilmez ‘günahlar’. Sanırım Almanya’nın ‘kendi imamlarını yetiştirme’ ihtiyacının nereden ‘hasıl olduğunu’ anlatmak için bu örnekler yeterlidir. Özetle DİTİB’in günahı emperyalizmin kültürel ve ideolojik dayatmalarına boyun eğmemek ve Türk-İslam kültürüne bağlılık.

Alman devletinin nasıl bir İslam yaratmak istediğini DİTİB’e yönelttiği eleştirilerden kolayca anlayabiliyoruz. Bu koşullarda DİTİB üzerinde baskı uygulanıyor ve etkisizleştirilmeye çalışılıyor.

NEOLİBERAL DÖNEMİN ARTAN İDEOLOJİK BASKI ORTAMI

Neoliberal döneme kadar Avrupa devletleri gurbetçilerin kültürel kimlikleriyle çok da alakalı değildi. Emek sömürüsü ön plandaydı, gurbetçilerde kendi kültürlerini kendileri yaşatıyorlardı. Küreselci dönemde bu alanda köklü bir değişim yaşandı. Artık Alman devleti küreselciliğe uygun insanı yaratma çabası içine girdi. Yani “Sorosçuluk” olarak tarif edebileceğimiz postmodernist ideolojik kimlikleri benimseyen insan tipi yaratılmalıydı.

Millî kültürler bunun önündeki en önemli engeldi. Postmodern insanı yaratmak için bir yandan ülkedeki Almanın millî kimliği, diğer yandan burada yaşayan Türkün, Faslının, Yugoslavın, Yunanın (...) millî kültürü, millî şuuru yok edilmeliydi. Yeni paradigma ‘multikültüralizm’ (çokkültürlülük). Kavram sizi yanıltmasın sakın, mevzubahis olan aslında kültürlerin ahenk içerisinde beraber yaşaması falan değil. Paradigma istisnasız (Alman+yabancı) tüm toplumu kozmopolit, küreselci, LGBT’ci, siyonizm ve Atlantik yandaşı, köksüz, aidiyetsiz neoliberal bireyler yığını olarak yeniden yaratmayı hedeflemekte. Mesele küreselci finans kapitalin ağzını sulandıran insan modelini, Sorosgillerin, bizdeki Neo-Tanzimatçıların hayallerini süsleyen insan tipini yaratmak. Bu dönemde artık gurbetçilerin kültürel aidiyetleri ‘devlet meselesi’ oluverdi.

Örneğin Avrupa’daki Türklerin konsolosluklarda ağırlıklı olarak Batının tercih etmediği partilere oy vermesi emperyalist devletlerde çok büyük rahatsızlık yaratmakta. Yani: Kendi ülkemizin genel seçimlerindeki siyasi tercihimiz Avrupa’ya dert oldu…

Türklerin, ama aynı şekilde Sırpların, Arapların, Rusların (...), kendi ülkelerine bağlılığını ortadan kaldırmak neoliberal dönemde artan bir şekilde sistemin temel önceliğini oluşturmakta. Artık gurbetçilerin kendi hallerinde rahat bırakıldığı dönem geride kaldı.

BAŞI DİK YAŞAMAK YA DA EMPERYALİZMİN DEVŞİRMESİ OLMAK

Almanya’nın ve emperyalist devletlerin İslam politikasını ancak bu bağlamda doğru kavrayabiliriz. Bu dönüştürme stratejisi içerisinde Almanya özellikle Alevi dernekleri ve DİTİB ile uğraşmaya başladı. Alevi derneklerinde maalesef belli başarılar kazanabildiler. Fakat DİTİB güçlü ve Türk devletine yakın örgütlenmesiyle çetin ceviz çıktı.

Cemaatin kendi içerisindeki iletişim dilinin Türkçe olması da başlıca eleştiri konusu. ‘Alman İslamını’ yaratmanın bir önemli yapı taşı İslamı Almancalaştırmak, böylelikle Türkçeyi ve Türklüğü devre dışı bırakmak.

Almanya’nın ülkedeki Müslümanların ve özellikle Türklerin dini ve kültürel yaşantısına müdahil olma girişimlerini doğru değerlendirmek yalnızca DİTİB’i veya cami cemaatini ilgilendiren bir durum değil, tüm gurbetçileri köklerinden koparma çabası olarak bütün Türk milletinin meselesidir. Emperyalizmin bu girişimini salt ilahiyatçı bakışla göğüsleyemeyiz. Mesele örneğin ‘İslamın Türkçesi, Almancası olmaz’ meselesi değildir. Saldırı Türk-İslam kimliğine saldırıdır, saldırı doğası gereği ideolojik ve kültüreldir. Bu saldırıyı entegrasyonist söylemlerden milli şuuru körelmiş zihniyetlerin fikriyatıyla da göğüsleyemeyiz. Liboşlardan ve emperyalizmin gönüllü elemanlarından zaten hiç bahsetmiyorum…

Türk toplumu kendi cemaatini kendisi örgütlerse, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu T.C. Diyanet İşleri Başkanlığı ile işbirliği içerisinde çalışırsa, camilerin ‘resmi dili’ Türkçe ise, o vakit o cemaat Mehmetçiğin ayağına taş değmemesi için dua eder, FETÖ’nün arkasındaki kuvvetleri lanetler, LGBT’ye, çürümeye, siyonizme geçit vermez. Bunlardan vazgeçersek, taviz verirsek, buradaki Türk toplumunun emperyalizmin devşirmesi olmaya doğru evrilmesine yeşil ışık yakmış oluruz. Avrupa’da yaşıyorsak ya başı dik Türk insanı olarak yaşayacağız, ya da hiç yaşamayalım!

Türk toplumunun Alman devletinden imam talebi falan yok. Bülent Bey'in yaptığı ‘eşit muamele’ ve ‘eşit statü’ çağrıları emperyalist devletlere ‘gel beni sen yönet’ çağrısı ile eşanlamlıdır. Biz de karşı çağrı yapıyoruz: Emperyalist Batı devletleri Türk milletinin kültürel yaşantısına burunlarını sokmasınlar, başka ihsan istemez.

Sonraki Haber