Fatih'te saklı kütüphane
Diyarbakırlı Ali Emîrî, Dîvânu Lugâti't-Türk'ün tek orijinal nüshasını 1914'te bir sahafta tesadüfen bulur ve borç aldığı 20 lira ile satın alır. Hayatı boyunca 16 bin kitap toplar. 700’den fazla nadir kitabı elle yazarak çoğaltır ve Fatih’teki Milli Kütüphaneyi kurar.
Öğrencilik yıllarımda, Saraçhane’den Fatih’te doğru ilerlerken yol üstünde gördüğüm taş bina mimarisi dolayısıyla dikkatimi çekmişti. Önüne gelip başımı kaldırdığımda küçük harflerle Millet Kütüphanesi yazısını gördüm. Merak edip içeri girdim. Kimseler yoktu. Yol akıp gidiyor, insanlar önünden geçiyor, ama kimse dönüp bakmıyordu bu güzelim binaya ve içindeki hazineye. Raflarında elle yazısıyla çoğaltılmış eserler, yüzyıllar öncesinden günümüze kalmış kitaplar öylece duruyordu. Demek ki benim gibi İstanbulluların da bu kütüphaneden haberi yoktu.
Birçok binanın arasında kalmış bu tarihi yapının içinde, mücevher değerinde kitapların olduğu kütüphane kimsesiz kalmış gibiydi. Sonradan öğrendim ki bu kütüphane Diyarbakırlı Ali Emiri Efendi tarafından oluşturulmuş.
Ali Emîrî 1857 yılında Diyarbakır’da dünyaya gelir. Emiri’nin kitap tutkusu daha 9 yaşında başlar. Maaşından artırdığı paralarla ömrünün son günlerine kadar kitap toplar. Çeşitli nedenlerle sahip olmadığı kitapları bizzat kendisi kopya ederek kütüphanesine kazandıracak kadar sevdalıdır kitaplara. Emiri topladığı kitapların yanı sıra, 700’den fazla nadir kitabı elle yazarak çoğaltır. Memur olarak gittiği şehirlerden 40 sandık kitapla döner.
DİVÂN-I LÜGATİ'T-TÜRK’A TESADÜFEN BULDU
Ali Emîrî, bilinen en eski Türkçe sözlük olan Dîvânu Lugâti't-Türk'ün tek orijinal nüshasını 1914'te İstanbul'daki bir sahafta tesadüfen bulur. Eser, Abbasi halifesine sunulmak üzere Bağdat'ta 1072-1074 yıllarında Kaşgarlı Mahmud tarafından yazıldı. Divân-ı Lügati't-Türk olduğu bilinmeden İstanbul Sahaflar Çarşısı'nda satılmıştı. Emiri eseri sahaf Burhan'dan 33 liraya satın alır. Şirazeleri çözülmüş, formaları dağılmış, sayfaları birbirine karışmış kitabın eksik mi, tam mı olduğunun tespitini Kilisli Muallim Rıfat Efendi'ye yaptırır. Eser ilk kez, 2007 yılında Pera Müzesi'nde sergilenmişti.
HEYECANDAN ELLERİ TİTRER
Ali Emiri Efendi emekli olduktan sonra da sahaflarda yazma kitapların arasından çıkmaz. Kaşgarlı Mahmud’un Divan-ı Lugati’t- Türk’ü de böyle bulmuş ve aldığı zaman ki duygularını ise şöyle ifade etmişti; “Bu eseri elime alır almaz, adeta heyecandan titredim. Yeryüzünde bir eşi daha olmayan kıymette bir hazine idi; 30 lira değil, 30 bin lira ederdi. Bu eser, şimdiye kadar görülmemiş, pek eski devirlerde yazılmış bir dil kamusu idi. Satın almak istedim fakat cebimde 15 liram vardı. O anda Allah’ıma yalvardım, ‘Karşıma bir dost çıkar’ dedim. O sırada dükkânın önünden Darülfünun müderrislerinden Faik Reşat Bey geçiverdi. Hemen koşup yanına gittim. 20 lira borç aldım. İşte bu esere bu şekilde sahip olma bahtiyarlığını kazandım. Bu, kitap değil, bir Türkistan ülkesidir. Türkistan da değil, bütün bir cihandır. Kitabı aldım, eve geldim. Yemeyi içmeyi unuttum. Bu kitabı sahaf Burhan bana 33 liraya sattı. Fakat ben bunu birkaç misli ağırlığındaki elmaslara, zümrütlere değişmem.”
KÜTÜPHANEYE ADININ VERİLMESİNİ İSTEMEZ
Ali Emîrî Efendi, 16 bin eserden oluşan özel kitap koleksiyonunu 1916 yılında Fatih'te Feyzullah Efendi Medresesi'ne bağışlar. Kütüphaneye kendi adının verilmesi önerisini kabul etmez. Eserlerin "milletin malı" olduğunu söyleyerek "Millet Kütüphanesi" adını verir. Ömrünün sonuna kadar Millet Kütüphanesi'nde kütüphane müdür olarak görev yapar. Gerek Divanü Lugâti't-Türk'e sahip olmak için Macar İlimler Akademisi'nden gelen para teklifini, gerekse kütüphaneyi satın almak için Fransa'dan gelen teklifi geri çevirir.
Otuz yıl kadar memurluk yaptı. Kâtip, maliye müfettişi ve defterdar olarak Diyarbakır, Selanik, Adana, Leskovik, Kırşehir, Trablusşam, Elâzığ, Erzurum, Yanya, İşkodra, Halep ve Yemen'de hizmet verdi. Gittiği yerlerde nadide kitapları topladı. Kırşehir muhasebecisi iken masrafları kendisinden, işçiliği dervişlerince karşılanmak üzere Hacı Bektâş-ı Velî Dergâhı'nı tamir ettirdi.
Sayısı otuzu bulan eserler yayımlanmamış, bunların bazıları kaybolmuştur. Yazma halinde bir de divanı vardır. Levâmiu’l-Hamîdiyye, Cevâhirü’l-mülûk (Osmanlı padişahlarının şiirlerini toplayan bu eserin sadece ilk fasikülü yayımlanmıştır), Tezkire-i Şuarâ-yı Âmid (Diyarbakır’da yetişen 217 şairin biyografisini içeren bu eserin yetmiş üç şairi içine alan sadece birinci cildi yayımlanmıştır), Mardin Mülûk-i Artukıyye Târihi ve Kitâbeleri ve Sâir Vesâik-i Mühimme (Ferdî Kâtib adıyla), Ezhâr-ı Hakîkat, Osmanlı Vilâyât-ı Şarkıyyesi, İşkodra Şâirleri, Yanya Şâirleri, Diyarbekirli Bâzı Zevâtın Terceme-i Halleri, Yemen Hâtırâtı, Osmanlı Şâirleri gibi eserleri bulunmaktadır.
KÖKLÜ VE AYDIN AİLE MENSUBU
Bunların yanı sıra, biyografi ve tezkire türünde birçok eser kaleme alır. Bazı eski eserleri de Nevâdir-i Eslâf adı altında tekrar yayımladı. Ali Emîri ayrıca Osmanlı Tarih ve Edebiyat Mecmuası Âmid-i Sevdâ dergilerini çıkardı. Bu dergi ve başka dergilerde makaleleri yayımlandı.
1857 yılında Diyarbakır’da doğan Ali Emiri Diyarbakır’ın köklü ve aydın bir ailesi olup, seyyid ve şerif soyundan gelmektedir. Diyarbakır’ın ünlü şairlerinden Saim Mehmet Emiri Çelebi’nin torunlarından Seyyid Mehmet Şerif Efendi’nin oğludur. İyi bir öğrenim görmesinde ve yetişmesinde ailesinin büyük rolü olmuştur. İlk öğrenimini Sülûkiyye Medresesi’nde tamamlamıştır.
Şirvan Kaymakamı olan dayısından Farsça dersleri aldı. Kısa zamanda Arapça ve Farsçasını ilerletti. Bu arada eski tarzda şiirler kaleme almaya başladı. Küçük yaştan itibaren okumaya ve öğrenmeye olan merakı yaşamı boyunca da devam eder ve hayatının gayesi haline gelir.
Ali Emiri, 17 Nisan 1916 tarihinde kurduğu kütüphaneye, hayatını kaybettiği 23 Ocak 1924 yılına kadar müdürlük yapar.