Doğu Akdeniz neden önemli?
Emekli Deniz Piyade Kurmay Albay ve 25-26. Dönem İstanbul Milletvekili Dursun Çiçek, Doğu Akdeniz'in önemini anlatan bir yazı kaleme aldı. İşte Çiçek'in dikkat çeken o yazısı...
Türkiye Cumhuriyeti üç tarafı denizlerle çevrili, İstanbul ve Çanakkale Boğazları ile Karadeniz’i Akdeniz yolu ile Atlantik ve Pasifik Okyanuslarına bağlayan deniz ulaşım yolları bakımından kilit bir ülkedir. İstanbul ve Çanakkale Boğazları ile Süveyş Kanalı ve Cebeli Tarık Boğazı, Dünya'nın en ekonomik ulaşım yolu olan deniz ulaşımında kritik suyolu konumundadır. Dünyada kültürlerin birleşme ve etkileşim içinde olduğu, emperyalizmin egemenlik kurmak için asırlardır iç çatışmaları ve terör örgütlerini desteklediği önemli kriz bölgeleri olan Balkanlar, Kafkaslar ve Ortadoğu üçgeninde bir demokrasi ve barış köprüsü olmayı hedefleyen Türkiye, bütün sorunlara ve saldırılara rağmen Cumhuriyet'in çağdaş değerleri ve kazanımları ile temeli hukuk ve adalet olan bölgenin en demokratik ve çağdaş ülkesidir.
Bütün sorunlara ve 15 Temmuz gibi kanlı emperyalist saldırılara rağmen, sağlam temelleri ve yıllardır süren medeniyet mücadelesi ile dünyada en gelişmiş yirmi ülke arasına girmeyi başaran ülkemizde, ne yazık ki son 10 yılda olumsuz gelişmeler oldu. Kişi başına düşen milli gelir azaldı, yargı ve TSK gibi demokratik hukuk devletinin temel kurumları hain PKK ve FETÖ/PDY adı verilen emperyalist güçlere hizmet eden suç örgütlerinin saldırıları ve iktidarın yanlış politikaları sonucu, güç, güven ve itibar yitirdi. Emperyalizmin istihbarat örgütleri ile onlara tetikçilik yapan FETÖ suç örgütü militanları tarafından darbe davası olarak kurgulanan “Ergenekon, Balyoz, Askeri Casusluk ve Poyrazköy” adı verilen kumpas davalarında özellikle TSK içinde denizciler hedef seçildi. Kumpas davalarında sanık listelerine dahil edilen TSK mensubu masum askerlerin yüzde yetmişinin, askeri darbelerde hiçbir görevi ve bilgisi olmayan Deniz Kuvvetleri'nin başarılı personeli arasından seçilmesinin temelinde ülkemizin stratejik konumu ve Doğu Akdeniz’de planlanan stratejik mücadelenin yattığını yıllardır haykırıyoruz.
Milli orduyu ve özellikle Türk Deniz Kuvvetlerini hedef alan ABD-İsrail-AB istihbarat örgütleri ile Siyonizm tarafından desteklenen, eğitilen ve yönetilen FETÖ/PYD suç örgütü; Deniz Kuvvetleri içinde özellikle SAT, SAS ve Amfibi Komando gibi özel deniz birliklerinde görev yapan Mustafa Kemal’in Askerlerini hedef seçti. Böylece Doğu Akdeniz’de başlayan enerji mücadelesinde ülkemizi zayıf düşürecek büyük ihanete, siyasi iktidar destekli FETÖ militanları tetikçilik yaptı. On yıldır süren bu kirli kumpaslara başlangıçta destek veren, FETÖ militanı yargıç ve polis kıyafetli hainleri yetkilendiren siyasi iktidar yöneticileri ne yazık ki, bu saldırılarda milli ordunun yanında yer almak yerine BOP Eşbaşkanlığı'nın gereğini yapmayı seçti. On yıldır süren onurlu mücadelemize ve yaptığımız bilgilendirmelere kulağını kapatan siyasi iktidar; Aralık 2013’de yaşanan, doğrudan siyasi iktidar yöneticilerini hedef alan FETÖ saldırıları karşısında, saf değiştirdi ve başta TSK olmak üzere devletin kurumlarını desteklemek durumunda kaldı. Açılım süreci adı verilen yanlış siyaset yerine başta PKK ve FETÖ olmak üzere her türlü terörle mücadele kararı veren iktidar, devlet aklının gereğini yapmaya başladı. İşte bu siyaset değişikliği sayesinde kumpas davalarında mağdur edilen, cezaevlerinde manevi işkence gören biz Atatürkçü, Cumhuriyetçi, hukuk ve adaleti savunan çağdaş cumhuriyet aydınları yıllar sonra özgürlüğümüze kavuştuk. Görev yaptığımız devlet kurumlarında mili çıkarlarımızın gereğini yapmak, bu milli konularda vatandaşları bilgilendirmek ve bilinçlendirmek için her fırsatı kullanmanın çabası içinde olduk.
1982 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi (BMDHS)'ne göre kıyı ülkelerin deniz alanlarında ekonomik haklarını belirleyen Münhasır Ekonomik Bölge (MEB)'de bilimsel araştırma yapma hakkı kıyı devletin iznine tabidir. Sahildar devlet MEB'de araştırmada bulunmadığı veya buranın doğal kaynaklarını işletmediği takdirde hiç kimse, sahildar devletin rızası olmadan bu çeşit faaliyetlere girişemez. Sahildar devlet, egemenliğine karşı yapılan bu tür faaliyetleri durdurmak için gerekli tedbirleri alabilir ve egemenliğine tecavüz edenleri ulusal mevzuatına göre cezalandırabilir ve yargılayabilir. Siyasi iktidarın Suriye, Mısır, Lübnan, Libya ve İsrail ile dostluk ilişkilerinin olduğu dönemde bu ülkelerle Doğu Akdeniz’de MEB sınırları konusunda işbirliği imkanları netleşmişti. Bu konuda Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) yalnız kalmıştı. Yani Doğu Akdeniz’de istediğimiz şekilde MEB sınırlarını belirleme konusunda büyük bir fırsat elde edilmişti. Karadeniz’de olduğu gibi, Doğu Akdeniz’de milli çıkarlara uygun olarak MEB sınırlarını belirleme, bu sınırları Yunanistan ve GKRY’ne kabul ettirme şansımızı yitirdik. Çünkü Doğu Akdeniz’de uzun yıllar bizimle birlikte hareket eden Suriye, Lübnan, Mısır, Libya ve İsrail ne yazık ki bugün Yunanistan ve GKRY ile birlikte hareket ediyor.
Doğu Akdeniz’de Yunanistan, AB ve Ortadoks dayanışması kapsamında Rusya’nın desteğini alan GKRY; Doğu Akdeniz’de fırsatçılık yapmayı ve KKTC’nin çıkarlarını ihlal etmeyi amaçlıyor. Türklerin milli hak ve çıkarlarını yok saymayı dış politikasının temeli haline getirdi. Ege’deki adalarımızı işgal eden Yunanistan, yedi kilometrekarelik Meis Adası’nı gerekçe göstererek Doğu Akdeniz’deki 148 bin kilometrekarelik deniz yetki alanımızı gasp etmek için özel bir gayret gösteriyor. Kuzey Denizi Davası (1969), İngiltere-Fransa Davası (1977), Gine-Gine Bissau Davası (1983), Libya-Malta Davası (1984), Libya-Tunus Davası (1984), Eritre-Yemen Davası (1999) ve Romanya-Ukrayna Davası (2009) gibi önemli evrensel deniz hukuku kararları Türkiye’nin haklılığını gösteriyor. Bu kararlar çerçevesinde, Ege'de ülkemize yakın olan adalar ile Doğu Akdeniz'de Türkiye kıyılarına yakın mesafede bulunan Meis Adası'nın karasuları dışında herhangi bir kıta sahanlığı veya MEB'e sahip olamayacağı aşikardır.
Ülkemizi Antalya Körfezi’ne hapsetmek isteyen deniz korsanı bir zihniyetle karşı karşıyayız. ABD, AB, Fransa, İngiltere ve son olarak da Rusya’nın siyasi desteğini alan Yunanistan ve GKRY; İsrail, Suriye, Mısır dahil bölge ülkeleri ile işbirliğini her geçen gün daha da ileriye taşımak için Türkiye karşıtı girişimlerine hız veriyor. Bu girişimler ile ülkemizin 100 bin kilometrekarelik MAVİ VATAN’ına göz diken bu hain girişimlere karşı Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu dış politika ilkelerine dönmek zorundayız.
Türkiye; Doğu Akdeniz’de kıyısı bulunan Mısır, İsrail, Suriye Lübnan ve Libya gibi ülkelerle ortak tarihi, kültür ve değerlerimizin de katkısı ile dostluk ve kardeşlik ilişkilerimizi en kısa sürede yeniden ihya etmek durumundadır. Büyük Ortadoğu Projesi-BOP veya Arap Baharı olarak bilinen emperyalist kumpasların mağduru olmuş Irak, Suriye, Mısır ve Libya gibi ülkelerde ortaya çıkan acıları hep birlikte iliklerimize kadar yaşadık. Milyonlarca göçmene, ülke olarak milyarlarca kaynak harcadık. Bölgede kardeşli ve dostlukların köprüsü olmak yerine BOP Eşbaşkanlığı ile ne yazık ki emperyalizmin figüranı olduk. Uluslararası hukuka göre, tüzel kişilik olan devletlerin vicdanı yoktur, milli çıkarları vardır. ABD-AB ile Türkiye arasındaki temel sorun; S-400 veya F-35 değildir. Asıl mesele Doğu Akdeniz’de çıkarılmayı bekleyen yüz yıllık enerji kaynaklarıdır.
Kumpas davaları ile bölgenin en güçlü donanmasına sahip olan, kendi milli gemisini üretme gücüne kavuşan Türk Deniz Kuvvetleri'nin yetişmiş ve tecrübeli subayları tasfiye edilirken bu ülkeyi yöneten siyasetçiler ne yaptı? Emperyalizmin hizmetinde olan ihanet çetesi ve 15 Temmuz kanlı darbe girişiminin faillerini yetiştiren FETÖ/PYD adı verilen suç örgütüne yıllarca yardım ve yataklık yapan bu terör örgütünün siyasi ayağı ne zaman yargılanacak? Doğu Akdeniz’de; Mısır, Suriye, İsrail, Libya ve Lübnan gibi dış siyasette dostumuz olan ülkeler nasıl Yunanistan ve GKRY tarafına geçti? Dış politikadaki son 10 yıldaki siyasi hataların ağır bedelini milletçe ödemeye başladık. Ama her şeye rağmen Türkiye Cumhuriyeti temelleri sağlam ve çağdaş olan, hukuk ve adaleti esas alan tek bölge ülkesi olarak bu sorunların üstesinden gelecektir. Yeter ki, tarihimize, milletimize ve başta siyasi, yargı ve silahlı güç olmak üzere milli güç unsurlarımıza güvenelim ve onları destekleyelim. Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk deniz aşırı milli müşterek harekatı olan 20 Temmuz 1974 tarihli Kıbrıs Barış Harekatı’nın 45. Zafer Yılını kutladığımız bu özel günde; Şehit ve Gazilerimizi rahmetle anıyor, sevgi ve saygı ile selamlıyoruz.