Dr. Selim Erdoğan yeni kitabını anlattı: Dağlarda tek tek ateşler yanıyordu

Türkiye'nin etrafında bir ateş çemberi var, İngilizler, Fransızlar, Ermeniler ve Yunanlılar. Milli Mücadele yoktan var edilen bir devletle yürütüldü. Kara gün akçesi filan yok, sıfırdan kuruldu. Milli hareketin siyasi, ekonomik, idari ve bürokratik dayanakları baştan inşa edilmiştir.

Dr. Selim Erdoğan, Sakarya Meydan Muharebesi'ni ayrıntılarıyla anlattığı Sakarya -Türk Bitti Demeden Bitmez- adlı eserinin çıkışından tam bir yıl sonra, yoğun çalışmalarının sonunda Büyük Taarruz -Dağlarda Tek Tek Ateşler Yanıyordu- adlı eserini yayınladı. Kendisiyle, kitabın hazırlanış sürecinden, içeriğine ve Milli Mücadele'nin çeşitli yönlerine ilişkin keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.

Öncelikle, kitabın hazırlanış süreciyle ilgili konuşalım hocam. Sizin çalışmalarınızı arazide yürüttüğünüzü biliyoruz, şehitlerin kabirlerini de tespit ediyorsunuz. Hem kitabın hazırlanışını hem de şehitlikler konusunda atılan adımları bizimle paylaşır mısınız ?

Salgın süreci, bütün insanlığı olumsuz yönde etkilediği gibi benim çalışmalarımı da olumsuz etkiledi. Salgın, araziye çıkmama bir süre engel oldu. Normalde bu kitap, birkaç ay önce yayına hazır olabilirdi.

Aslında bu kitaplar aslında bir yan ürün. Benim kendime biçtiğim misyon, kayıp şehitlerimizi bulmak. Binlerce Kuvayi Milliye şehidimizin bir şehitlikleri yok, oysa bu tarz tarihsel kalıntılar, toplumun en ihtiyaç duyduğu manevi gıda maddeleridir. Arazide, mevzileri siperleri şehitlerin mezarlarını bulmaya ve ortaya çıkarmaya çalışıyorum. Bu çalışmaları yaparken bulduklarımı da milletimizle buluşturmayı amaçlıyorum. Bu kitaplar esas olarak bu amacın yan ürünleridir.

Muharebe alanlarının, siperlerin, mevzilerin, şehitliklerin üzerine siteler, yollar, taş ocakları bile yapılsa, yüz sene de geçse elde haritalar ve koordinatlar olduğu sürece bu tarihsel kalıntılar gelecek kuşaklar tarafından bulunabilecekler. Biz bu siperleri, şehitlikleri bulup, koordinatlandırıp, haritaladıktan sonra, aradan geçecek zaman içinde üzenlerine binalar, tesisler yapılsa bile altlarında mevziler, şehitlikler olduğu bilinecek. Asla kaybolmayacaklar.

Hocam, kitabınızda 26 Ağustos'ta ilk top patladığında Türk, zaferi kazanmıştı diyorsunuz. Bunu 11 aylık hazırlık sürecine bağlıyorsunuz. Hatta bu 11 ay anlaşılmadan Büyük Taarruz anlaşılamaz da diyorsunuz. Bunun nedeni nedir ?

Her şeyden önce, dönemin subay kadrosu, 'Vatandan başka sevgili bilmediler' dediğim bir kuşak var. Bunlar Harbiye'den itibaren iyi yetişmiş ve cephelerde sınanmış insanlardan oluşuyor. Bir de Mustafa Kemal Paşa faktörü var. Öngörülü bir lider, strateji ve taktik başta olmak üzere birçok alanda kendi çağdaşlarının önündedir ve bu kuşağın lideridir.

Mustafa Kemal Paşa, bir cerrah gibi müdahale ediyor sorunlara. Doğu cephesini, Kilikya cephesini, İstanbul'daki yönetimi vs ayrı ayrı görmüyor, toplam bir sorun olarak ele alıyor. Çözebileceği en küçük sorundan başlayarak adım adım ilerliyor.

Türkiye'nin etrafında bir ateş çemberi var, İngilizler, Fransızlar, Ermeniler ve Yunanlılar. Doğu'da bir Ekim Devrimi yaşanmış. Ancak yeni rejim, ülkeye henüz hakim değil. Ciddi bir iç savaş süreci var ve Sovyet yönetimi önemli sorunlarla karşı karşıya. Türk-Sovyet ilişkileri bu ortamda kuruluyor. Ancak iki ülke arasında, İngilizlerin kurduğu Kafkas Seddi problemi var. Ermenistan, Gürcistan ve Azerbaycan'da İngiliz yanlısı yönetimler var; Çiçerin Azerbaycan için diyor ki, "Paramızla bile petrol alamıyorduk." Mustafa Kemal Paşa bunu görüyor. Bu seddi yıkmaya odaklanıyor ama bunlar da bir anda olmuyor, elinizde sihirli değnek yok. Türk-Sovyet ilişkileri bu somut problemi çözmeye odaklanıyor. Ancak bu ilişkinin de sorunsuz olduğunu söyleyemeyiz. Bakın, Moskova Antlaşmasını imzalıyoruz Sovyetlerle, ama dört gün sonra bizim Baruthane Kışlamız Sovyetler tarafından basılıyor, orada 30'a yakın şehit veriyoruz.

Sakarya Savaşı'ndan sonra yoğun bir diplomasi savaşı başlar. Mustafa Kemal Paşa'nın Milli Mücadele'nin başından beri Doğu'dan Güney'e oradan İtalyanlara ve İngilizlere karşı yürüttüğü diplomasi mücadelesinin düğümleri Ekim-Kasım 1921'de çözülür. Neler olur? Doğu cephesi güven altına alınmıştır. Fransızlarla yapılan antlaşma sonucu Güney cephesi tamamen rahatlar. Buralardaki birliklerimizi Batı'ya kaydırmaya başlıyoruz. Ayrıca Fransızlarla yapılan antlaşma sonucu silah ve cephane alabilmenin yolu açılır. Sovyetler yardımlarını hızlandırır ve daha rahat sevkiyat yapmaya başlar.

Peki Yunanlıların hazırlıkları neler?

Biz bu 11 aylık süreçte daha da güçleniyoruz, Yunanlılar geriye gidiyor. İşgalin başından beri Yunanlılar İtilaf Devletleri tarafından tam olarak destekleniyordu. Ancak yenilgi almaya başladıkça bu destek azaldı ve en sonunda İtilaf cephesi çözüldü. Yunanlılar yeterince destek alamamaya başladı, bunun yanında bir de ekonomik bunalım yaşıyorlar. Sakarya'dan sonra Yunanlıların tek düşüncesi Anadolu'dan çekip gitmek, ancak buna da İngilizler müsaade etmiyor. Arkalarında bırakacakları azınlıklara kötü muamele edileceği yönünde onlara baskı kuruyor İngilizler.

Hocam bu sırada yapılan ateşkes önerileri var, onları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Dostlar alış verişte görsün misali bir ateşkes önerisi var. Mustafa Kemal Paşa ve Gazi Meclisimiz bu önerileri reddediyor. İlk gelen teklife göre 3 ay boyunca ileri hareketler durdurulacak, bu sırada barış görüşmeleri yapılacak. Peki bu süreçte Yunanlıların yapacağı mezalim ne olacak ? Sakarya'da yenildikten sonra çekilirken bütün köyleri yaktılar, kuyuları doldurdular, hayvanları telef ettiler ve insanları kırımdan geçirdiler. Bu 3 ay zarfında yapacakları hakkında bir fikir veriyor. Büyük Taarruz'un başarıya ulaşmasının ardından İzmir'de yaşananları düşünelim, nasıl çekildiler, zulüm yaparak!

Bence İngilizlerin aklında şu vardı, Ankara'yı ateşkes önerileriyle oyalayalım, nasılsa takati kesilecek.

SIFIRDAN KURULAN BİR DEVLET

Milli Mücadele yoktan var edilen bir devletle yürütüldü. Kara gün akçesi filan yok 0'dan kuruldu. Milli hareketin siyasi, ekonomik, idari ve bürokratik dayanakları baştan inşa edilmiştir. Ateşkes sürecini uzatmak istemelerinin nedeni bu gerçeği görmeleridir. Ankara'nın kan kaybından ölmesini istiyor İngilizler, tabii böyle bir şey olmadı.

Kitabınızda ayrıntılı bir biçimde yer alan, Fransızlarla anlaşma konusunu konuşalım hocam. Türkiye'de mali çıkarları bu kadar yüksek olan bu ülkeyle anlaşmak nasıl mümkün oldu ?

Çok güzel bir soru bu. Nasıl olduğunu anlamak için burada izlenen bir stratejiyi anlamalıyız. Bu strateji; Mustafa Kemal Paşa'nın düşman güçlerin zaaflarını izlemesine dayanıyor. Özellikle Fransa kendi ülkesinde ekonomik sorunlarla boğuşuyor, siyasi istikrarsızlıklar da var. Liberal ve muhafazakar yöneticilerin iki büyük korkusu var, birincisi Fransa'da sosyalizm yükselişte, üstelik Bolşevikler aracılığıyla da Rusya'da iktidar olmuş durumda. İkincisi de Almanya tehdidi. Almanya her ne kadar Büyük Savaş'tan yenik çıksa da, bizim yaşadığımız dağılmayı yaşamadı.. Fransızlara savaş tazminatını vermiyor. Alman tehdidi varken Anadolu'da ve Suriye'de 100 bin asker beslemenin gereksizliğinden dem vuruyor Fransızlar. İngilizlerden de kazık yediklerini düşünüyorlar. İşgal ettikleri yerlerde sürekli kayıp veriyorlar ve hiçbir ekonomik çıkar elde edemiyorlar.

Fransızlar, Ankara'ya önce gayri resmi bir temsilci gönderiyor. Tabii Fransızlar yalnızca Kilikya'yı boşaltmaya razı, kapitülasyonları kaldırmak gibi bir düşünceleri yoktu. Ancak Mustafa Kemal Paşa onlara Misak-ı Milli'yi öğretti ve bundan asla taviz verilmeyeceğini anlattı. Paşai İngilizler ve Fransızlar arasındaki yangını sürekli körükledi. Sakarya Zaferi'nden sonra da Fransızlarla Ankara Antlaşması yapıldı.

Peki Sovyetlerle ilişkiler nasıl kuruldu ve geliştirildi ? Yardımlar nasıl alındı ?

Türk-Sovyet ilişkileri tamamen bir mecburiyetin sonucudur. İki taraf da birbirinin kara kaşına kara gözüne bakarak ilişki geliştirmemiştir. Mecliste ciddi tartışmalar yaşanmıştır, bu ilişki bizi Bolşevikleştirecek diye korkular yaşamıştır vekiller. Özellikle iki millet arasında yüzyılların husumeti vardır, rejimler değişse de insanlar ve toplumlar değişmiyor. Bu her iki taraf açısından da geçerli.

Rus tarafında muhattap olduğumuz devlet adamlarının farklı kesimlerden geliyor olmaları onlarda farklı bakış açıları geliştirmiştir. Tavırları değişiktir, iyi polis kötü polis gibi görünür. Örneğin Stalin'in bize karşı tavrı gayet olumlu iken Çiçerin, Ermeniler adına bizden toprak talep etmiştir. Ama iki ülkeyi birleştiren en önemli hat, emperyalist tehdit olmuştur, Kafkas Seddi olmuştur. Sovyet Rusya'nın ferahlamaya, Türkiye'nin de Doğu cephesini güven altına almaya ihtiyacı vardır. Bu ihtiyaç, ilişkilerin gidişatını belirlemiştir.

YARDIMLARINI YOLUNU AÇAN SÜNGÜLER

Yardımlar konusuna gelecek olursak, ilk olarak Sovyetler bir iyi niyet göstergesi olarak, Halil Kut Paşa ile bir miktar altın göndermiştir. Ancak çok zorlu ve maceralı bir yolculuk sonucunda ulaşmıştır bunlar Anadolu'ya. Ermeni birlikleri yardımların önünü kesmiş, Kızıl Ordu ve Türk Ordusu birlikte savaşarak bu engeli aşmış, yardımların Anadolu'ya ulaşması sağlanmıştır. Ancak ilişkilerin inişli çıkışlı seyretmesi, Sovyet yardımlarının da kesintili seyretmesine neden olur, ancak İkinci İnönü Zaferi'nden sonra yardımlar daha istikrarlı hale gelir.

Bu yardımlar Milli Mücadele'de kullanılan silahların 3'te 1ini teşkil eder. Fakat mühimmat meselesi ciddi bir sıkıntıdır. Sovyetler, bize fabrikadan çıkan silahları göndermiyordu, savaşta Beyaz Ordu'dan ele geçirdiği silahları gönderiyordu. Dolayısıyla bunlara mühimmat bulmak çok zordur. Ayrıca bir de ulaşım sorunu vardır, Karadeniz'den gelen cephaneyi, Batı cephesine kara yoluyla nakletmek bir meseledir. 40 develi bir kervan aracılığıyla yapılır bu iş ve cepheye varması üç ay sürer.

Kitapta, Türk Ordusu'nun hatalarından ders çıkaran bir ordu olduğunu söylüyorsunuz bunu açabilir miyiz ?

Mustafa Kemal Paşa, orduyu elde tutmayı çok önemsiyor. Kütahya-Eskişehir Muharebelerinde de bakış açısının merkezinde bu var. Arazi kaybediyoruz, ancak orduyu elde tutarak, Sakarya'da zafer kazanıyoruz. O andan itibaren insiyatif Türk ordusunun eline geçti. Zaman kazandık, daha önce bizim ordumuzu eğitmeye, yeniden örgütlemeye zamanımız olmamıştı. Sakarya'dan sonra instiyatifi ele alınca, taarruz sırası bize gelince. biz durup hazırlanmaya başlıyoruz.

Haritacılıkta gelişmeler oluyor, taarruz bölgelerinin haritaları çıkarılıyor. Asker coğrafyayı avucunun içi gibi öğreniyor. Hava keşfi yapabilecek yeteneğe de ulaşıyoruz. Bunun için hava kuvvetlerine çok ciddi yatırım yapılıyor, Büyük Taarruz arifesinde envanterimizde 50 uçak var, bütün keşif ihtiyacımızı karşılıyoruz. Menzil noktaları ve ikmal kolları konusunda da büyük sıkıntılar yaşamıştık. İkmal kollarına çok önemli eğitimler verilir. Eksiklikler giderilir.

Taktik seviyede karşılaştırma yapmak doğru değil ama, bilhassa Kütahya-Eskişehir muharebelerinden dersler çıkarılır. Tabii bu defa taarruz edecek olan biziz savunmada kalacak olanlar Yunanlılar. Biz Yunanlıların saldırı hatalarından da dersler çıkarıyoruz, örneğin onların baskın taarruz olarak planladığı Sakarya Savaşı, yaptıkları hatalar nedeniyle baskın olmaktan çıkmıştı, bizim kurmay heyeti buna çok dikkat ediyor.

Büyük Taarruzun planına geçecek olursak, bunun gizlilik esasına dayandığını biliyoruz. Neden Afyon'un güneyinden taarruz ettik ? Gizliliği nasıl sağladık ?

Sad Taarruz planı, Sakarya zaferinin hemen sonrasında yapılmıştı. Oradan itibaren hedefimiz hep Afyon'un güneyiydi. Yunanlılar da bunu biliyordu, keza biz de Güzelim Dağı taarruzumuzla niyetimizi belli etmiştik. Ancak bilmedikleri hangi Afyon'dan taarruz edeceğimizdir. Güneyinden mi doğusundan mı ? Özellikle Yakup Şevki Paşa, güneyden taarruza karşıydı. Yakup Şevki Paşa'nın 2. Ordusu'nun görev bölgesi olan Afyon doğusu daha yayvan bir coğrafyadır. Afyon'un güneyi ise daha sarptır. Taarruz eden askerin önünde büyük bir engeldir. Yunanlılar da doğudan taarruz edeceğimizi düşünerek yığınağını buna uygun biçimde yapıyor. Ancak doğudan yapılacak bir taarruzun cephe derinliği çok fazla olurdu. Onlara "hattı müdafaa değil sathı müdafaa" yapacak alanı vermiş olurduk. Fakat Afyon güneyini sahada inceleyenler görür ki, cephe hattının derinliği yoktur. O tepeler bir kez ele geçti mi cephe yarılmış olmaktadır. Bunu aslında Trikopis görür, zaten Yunan ordusunda stratejiden anlayan bir komutandır o. Ancak kuvvetlerimiz, Trikopis'in de tahmin edemeyeceği ölçüde bir yığınak yaptı bölgeye.

Kısacası, Yunanlıların, bize yapamadığı baskını biz onlara yapmış olduk. Taarruzumuz tsunami vurdu Yunan hatlarını.

YUNANLILARIN KAYBETTİĞİ AN...

Hocam Yunan komuta kademesini değerlendirecek olursak.

Yunan Ordusu'nun Başkomutanı Hacianestis kötü bir kurmay değil. Ancak çok yakın zamanda eşini kaybettiği için psikolojik sorunları var ki bu İngiliz raporlarında da tespit edilmiştir. Hacıanestis, Yunan Küçük Asya Ordusu'nun Başkomutanlığına atandığında, öncelikle savunma hattını çok geniş bulduğu için daraltmayı düşünüyor. Ancak yaptığı teftiş gezisinden sonra bundan vazgeçiyor. İşte Yunanlıların kaybettiği an bu andır.

Yunan Ordusu'nda bizde olmayan çok önemli bir problem var: Ordu içi siyaset. Bizim ordumuz kendisini milli davaya odaklamış durumda. Yunan ordusu ise, kralcılar ile Venizelosçular arasında bölünmüş durumda, ayrıca üçüncü bir grup olarak sosyalistler var. Hacıanestis, bu sorunu çözebilmek için pek çok komutanı görevden alıyor. Ancak, görevden alınanlar kıtalarına hakim ve tecrübeli komutanlar, yerine gelenler ise bu düzeyde yeterli isimler değiller. Tabii biz de bu arada, yangını körüklüyoruz. Yunan kışlalarına Yunan sosyalistlerinin gazetesi Rizospastis'i biz dağıtıyoruz neredeyse. Bunlar da çok büyük huzursuzluklar yaratıyor Yunan Ordusunda. Çünkü zaten asker terhis istiyor, savaş büyük bir rahatsızlık yaratmış, Yunanistan'a izine giden geri dönmüyor. Mektuplar var bu konuda.

Tam bu süreçte Yunan ordusunda terfiler gerçekleşiyor, 28 albay general oluyor ancak bunların sadece 8i aktif olarak cephe hattında olan albaylar. Cephede tümen komutanı görevinde olan ve terfi alıp general olamayan albaylar tepki gösteriyor. Bu durum çok ciddi bir huzursuzluk yapıyor. Genel olarak Yunan ordusu, Büyük Taarruz öncesinde yapılmaması gereken ne varsa onları yapıyor.

Ordu'da siyaset sorununu Yunanlılar bağlamında konuştuk hocam. Türk Ordusu'nda buna benzer bir durum var mı ? Ali İhsan Paşa olayı bunun örneği olarak değerlendirilebilir mi ?

Mustafa Kemal Paşa, Ali İhsan Paşa'nın Malta'dan kurtarılması için çok çaba harcıyor ve kurtulunca da çok seviniyor. Çünkü Ali İhsan Paşa hem sınıf arkadaşı hem de yetenekli ve kıdemli bir komutan, Osmanlı Devleti'nde ordu komutanlığı yapmış bir isim. Ali İhsan Paşa Ankara'da büyük sevinçle karşılanır, geldiği gibi de yeni kurulan 1. Ordu Komutanlığına atanır. Ancak iyi bir ordu komutanı olsa da egosu çok yüksek bir insan. Ayrıca geçmişten de bazı sorunları bagajında getiriyor. Ordunun komuta kademesine sık sık müdahale ediyor, Kurmay Başkanı Halit Akmansü, Ali İhsan Paşa'nın yanında aldığı görevden üç ay sonra istifa ediyor. A. İhsan Paşa, 1. Kolordu Komutanı İzzettin Çalışlar ile de epeyi uğraşıyor. Batı Cephesi komutanının sorduğu eksiğiniz var mı sorularına da yanıt vermiyor ancak son kertede depolarının boşaldığını ve acil erzak ihtiyaçları olduğunu belirtiyor cephe komutanına. Buna karşılık Batı Cephesi komutanı İsmet Paşa'nın erzak ihtiyacı için gönderdiği ek ödeneği ise subaylarının maaşlarını ödemek için kullanıyor. Diğer birliklerde subayların maaş alacakları birikirken Ali İhsan Paşa'nın 1. Ordusu'nda bu sorunun çözülmesi ilginç bir hava yaratıyor. Ayrıca Ali İhsan Paşa tehlikeli bir girişimde de bulunarak, bazı subaylarını diğer birliklere er kılığında göndererek kendi şahsi propagandasını yaptırıyor. Bir bordo olayı nedeniyle, emrindeki tümen komutanı ve kolordu komutanı karşı karşıya geliyor, Ali İhsan Paşa, tümen komutanını koruyarak, kolordu komutanını es geçiyor. Kısacası, Ali İhsan Paşa, Büyük Taarruz'a hazırlanan orduyu içeriden dinamitliyor.

Ali İhsan Paşa görevden alındıktan sonra 1. Ordu'ya komutan bulmak da zorlaşıyor tabii. Nurettin Paşa bulunuyor ancak bu isim de tartışmalı...

Büyük Taarruz'da şu da Nurettin Paşa'nın eseridir diye bir şey gösteremeyiz. Bununla birlikte uygulama aşamasında da bazı gecikmelere ve sıkıntılara neden olduğu da görülüyor. Tabii bir de Çiğiltepe konusu var. Çiğiltepe başlangıçta oyalama taarruzu yapılacak bir yer olarak öngörülüyor. Kesin sonuçlu muharebe kesiminin sınırında ancak yarma yeri değil. Belentepe gibi Tınaztepe gibi yarma yerlerindeki tümenlere büyük bir topçu desteği tahsis ediliyor, yarma yeri olmadığı için Çiğiltepe'deki 57. Tümenimize topçu desteği de verilmiyor. Ayrıca ihtiyatı da yok. Ancak Sakallı Nurettin Paşa'dan 57. Tümen'e, Çiğiltepe'yi kuşatıp ele geçirme emri gidiyor. Gerçekten de 57. Tümen topçu desteği olmadan ve ihtiyatsız biçimde taarruz ederek kendisini parçalıyor, bir tür intihar görevi yapıyor. Biliyorsunuz, 57. Tümen Komutanı Albay Reşat Bey bu görevi başaramayınca intihar ediyor. Bu görevi veren de Nurettin Paşa.

Nurettin Paşa'nın takip harekatındaki enerjisi de yeterli değil. Yakup Şevki Paşa'nın da gerisinde. Mustafa Kemal Paşa, çoğu yerde, Nurettin Paşa'yı ittirerek çalıştırıyor. Zaten tartışmalı da bir isim, daha önce Merkez Komutanlığı yaptığı dönemde yaptığı şedit uygulamaları nedeniyle mecliste, görevden alınması ve yargılanması bile gündeme gelmiş.

Hocam Büyük Taarruz'un başladığı güne gelecek olursak, planlarımız tam olarak işledi mi ? Tıkandığı noktalar oldu mu, olduysa nasıl aşıldı ?

Plan, 26 Ağustos günü düşman cephesini tek vuruşta yarmaya dayanıyor, bunun için taarruz bölgesine gerekli yığınak yapılmış, kimin taarruz edeceği kimin ihtiyatta kalacağı ve bunların ikmali iaşesi planlanmış. Kurmaylarımızın A, B, C planları hazır. Tabi ne kadar iyi planlanmış olursa olsun, işin içerisine insan faktörü girdiğinde aksamalar olur. Cephe ilk gün yarılamadı. Tümenlerimizin bazılarının aynı hizaya gelemeyişi nedeniyle bir takım sorunlar oluştu. Öngörülemeyen durumlarla ve kayıplarla da karşılaşıldı.

Süvari Kolordumuz, taarruz başladığında çoktan düşmanın arkasına sarkmıştı. Ancak bu sırada hızlı hareket edebilmek için, ağırlıklarını ve dolayısıyla telsizlerini arkada bıraktıklarından diğer kuvvetlerimizle bir iletişim problemi yaşadılar. Eğrette yaşanan trajedi bununla ilgilidir. Böyle durumlarla Yunanlılar da karşılaşıyor, Trikopis'in telsizi yanlışlıkla cephe hattından çıkıp trenle Eskişehir'e gönderiliyor.

Tesadüf muharebeleri de oluyor, sonuçları da ağır bunların. Savaş dinamik bir süreçtir. Cepheyi yardınız şimdi takip harekatını başlayacaksınız, fakat düşman nereye doğru çekilecek ? Bunu anlayıp takibe başlamak bir zaman alıyor. Bu süre zarfında Yunanlılar bazı karşı önlemler almaya çalışıyor. Ancak bütün bu gelişmelere rağmen, Büyük Taarruz'un planı yüzde 80-90 oranında hayata geçirilmiştir diyebiliriz.

Hocam bu sırada, İstanbul'daki gizli teşkilatlarımız nasıl bir çalışma yürütüyor ? Büyük Taarruz'a katkıları nedir ?

Milli Mücadele'nin ilk başlarında daha çok Karakol Cemiyeti üzerinden yapılan bir faaliyetten bahsedebiliriz. Bunun yanı sıra bir İmalat-ı Harbiye grubu var. İmalat-ı Harbiye atölyelerinde görevli vatansever subaylar bir araya geliyorlar, İstanbul'dan silah ve mühimmat yapımında kullanılacak malzemelerin, tornaların vs Anadolu'ya kaçırılmasında rol oynuyorlar..

Tabii İstanbul'da başka gruplar da var, Hamza Grubu, Felah Grubu vb. Burada bizim Yunanlılara bir üstünlüğümüz söz konusu, Teşkilat-ı Mahsusa geleneğimiz var, gizli örgüt, teşkilatçılık ve gayrinizami harp tecrübemiz var. Milli Mücadele'de kullandığımız silah ve cephanenin 3te 1i İstanbul'dan kaçırılarak gönderilmiştir.

Ayrıca sadece silah ve cephaneden söz etmiyoruz. Anadolu'ya asker ve subay kaçırma noktasında da bu gizli örgütler etkindir. Ankara, İstanbul'da gönüllü olan subayları ihtiyaca göre Anadolu'ya kabul ediyordu, bu işi de söz ettiğimiz gizli örgütler üzerinden yapıyordu. Mesela, Sakarya Savaşı'ndan sonra subay zaiyatımız çok olduğu için Ankara, İstanbul'dan daha fazla subay istedi. Ankara'nın istekleri, bu gizli örgütler vasıtasıyla gerçekleştirildi.

Peki Anadolu'da istihbarat/gayrinizami harp faaliyetimiz var mıydı ?

Elbette, bakın bir Gavur Mümin örneği var. O Sakarya'yı, Büyük Taarruz'u göremiyor bir şekilde açığa çıkıp Yunanistan'a gönderiliyor. Sadece o da değil, Yunan askeri harekatlarına dair espiyonaj ve kontrespiyonaj faaliyetlerimiz var.

Düşman istihbaratçıların düştükleri tuzaklar da kuruluyor Mustafa Kemal Paşa tarafından. Büyük Taarruz öncesi kurulan Deli Halit Bey tuzağı tam olarak böyledir. Bizim planımız, düşmana taarruz edeceğimiz noktada üstün güçler toplamaktı. 18 tümenimizin 11ini bir noktaya yığdık, evet gizliliğe uyduk. Ancak muharebe başladıktan sonra Yunanlıların kamyonlarla ihtiyatlarını cepheye nakletme olasılığı vardı. Mustafa Kemal Paşa, bunu önlemek için normalde zayıf bir kuvvet olan Kocaeli Grubumuzu güçlü bir kolordu gibi göstermeyi başarıyor. Olmayan 19. ve 20. Tümenlerin hücum taburlarını Kocaeli'ye sevk ediyor Mustafa Kemal Paşa. Düşman, Batı Cephesi komutanlığının gönderdiği "Kış Taarruzu'na hazırlık yapın, buna Kocaeli grubu da katılacaktır bu yüzden 19. ve 20. tümenleri de Kocaeli grubuna katılmaları için yürüyüşe geçirdik." Gerçekten de Kocaeli grubuna 19. ve 20. Hücum taburları var, ancak gerçekte Türk Ordusu'nda bu taburların bağlı olduğu tümenler yok. Dolayısıyla düşman Kocaeli grubunu önce bir ordu sonra da bir kolordu seviyesinde görmeye başlıyor. Aslında 7 bin kişilik bir kuvvet, bir istihbarat oyunuyla 40 bin kişi gösteriliyor. Bu grubun komutanı Deli Halit Bey de Yunanlılar nezdinde şöhretli bir komutan. Bunun da düşman üzerinde olumsuz bir etkisi oluyor ve dolayısıyla bölgedeki Yunan kuvvetleri Büyük Taarruz'un asıl cephe hattına kaydırılamıyor.

Hocam son olarak Akıncı Müfrezeleri'ne değinirsek.

Kütahya-Eskişehir Muharebelerinden önce her biri 30ar kişilik müfrezeler kuruluyor. Bunların görevi cephe gerisinde düşmanın lojistik noktalarına baskınlar düzenlemek, Yunan hatlarında huzursuzluk yaratmak. Zaman içerisinde bu müfrezelerin sayısı artıyor 200-300 kişilik birliklere dönüşüyorlar. Bunların ünlüleri Yunan kaynaklarında da geçer mesela Parti Pehlivan, Demirci Akıncısı İbrahim Ethem.

Akıncılar Batı cephesi karargahından taarruzu bekleme emrini alıyor. Taarruz başlayınca Yunan cephe gerisini karıştıracaklar ve milleti ayaklandıracaklar. Akıncı müfrezeleri bu görevi başarıyla yerine getiriyor. Yunanlıların cephe gerisinde tuttuğu müstakil alayları cepheye getirme imkanı Akıncılar sayesinde ortadan kaldırılıyor. Cepheye iki tümenlik bir takviyeyi götüremez hale getiriyorlar düşmanı.

Hocam son olarak, Büyük Taarruz'a dair söylemek istediğiniz neler var?

Altını çizmek istediğim husus şudur, Büyük Taarruz, Sakarya Meydan Muharebesi'nin hemen ardından başlayan sürecin 26 Ağustos'ta sonuca ulaşmasıdır. Sad Taarruz Planı defalarca güncellenmiş, tarihi değişmiştir. 26 Ağustos ulusal ve uluslararası düzeyde çok kırılgan bir evrede yapılmıştır. Birkaç ay daha gecikmiş olsa idi, gerçekten olumsuz sonuçlar doğabilirdi. Büyük Taarruz hem hazırlanış açısından, hem de uygulanış biçimi ve zamanı açısından mükemmel bir askeri süreçtir. Büyük Taarruz sonrasındaki takip harekatının sonucunda Çanakkale'de İngilizlerle karşı karşıya geldiğimiz süreçte etrafımızda neler olduğunu iyi görmeliyiz. Neden kırılgan dediğim iyi anlaşılacaktır. Bunları 3. kitabımda daha ayrıntılı bir şekilde yazacağım. Bakalım neden İngilizler tek kurşun atmadan çekilmiştir İstanbul'dan ? Bu zaferi asıl büyüten şey, zaferin kazanıldığı iç ve dış şartlardır. Bu olaya 2021'den değil 1921'den bakmalıyız. TTK eski başkanı "7 düvelle savaşmadık" dedi ya, sadece İngilizlerle, Fransızlarla ve Yunanlılarla savaşmamız bu savaşı daha mı değersiz kılar ? Üstelik salgın hastalıklarla, cehaletle ve fakirlikle de savaştık. Yunan onlardan daha az tehlikeliydi. Bu son saydığım savaşı bugün de sürdürüyoruz.

Sonraki Haber