Edebiyat dili oluşturan kültür ve tarihten ayrı tutulur mu?
Başlıktaki sorumuzu hem usta kalemlere hem de yeni neslin temsilcisi olarak öne çıkan edebiyatçılara sorduk. Görüşlerine başvurduğumuz isimler tartışmanın ortaya çıkmasına sebep olan siyasi tutuma da büyüteç tuttular.
Edebiyat dünyası Aydınlık’ın açtığı tartışmayı konuşuyor. Füruzan, Ataol Behramoğlu, Hidayet Karakuş, Feyza Hepçilingirler, Hüseyin Haydar, Faruk Duman, Ali Kandaz ve Hakan Bıçakcı'nın görüşleriyle başlattığımız ''Türk edebiyatı mı Türkçe edebiyat mı?'' başlıklı tartışma dosyamız yoğun ilgi gördü. Görüşlerin genelinde Türk edebiyatının, binlerce yıllık Türk kültürüyle oluşan Türk dilinin yaratısı olduğu ve edebiyatın isminin yazarın etnik kökeni değil yazılan dil ile belirlendiği düşüncesi belirtildi. Bugün de okurlarımıza İnci Aral, Seyyit Nezir, İrfan Yalçın, Hüseyin Ferhad, Mario Levi, Barış Erdoğan, Sina Akyol, Kaan Eminoğlu, Eray Sarıçam'ın görüşlerini sunuyoruz.
'PARÇALAMAK, BÖLMEK ÇABASININ ÜRÜNÜ GİBİ GELİYOR BANA'
İnci Aral: Nasıl bunca yıllık Türk edebiyatının adını değiştirmeye çalışırlar anlam vermek güç. Asla onaylamıyorum. Etnik köken baz alınmaz. Hangi dille yazarsanız o edebiyatın içinde var olursunuz. Örneğin Macar asıllısınızdır ama İngilizce yazdığınızda İngiliz edebiyatına dahil olursunuz. Ki sürekli etnisiteyi belirtmeye de gerek yok. Bu Türkçe edebiyat söylemi, parçalamak, bölmek çabasının ürünü gibi geliyor bana. Bir bölünmedik edebiyatımız kalmıştı onu da bölmeye çalışıyorlar. Tabii bu çaba sonuç vermez onu da belirteyim. Ben bir dönem PEN başkanlığı yaptım. O dönem Kürt yazarlar Kürt edebiyatının öne çıkarılması görüşündeydiler. Ben de Türkiye'deki PEN'in Türk edebiyatı örgütü olduğunu vurguladım. Tabii onlar da Türk edebiyatının içinde olmak, anılmak istediler.
'İSMET ÖZEL ANTOLOJİDE YER ALMAYI NİYE REDDETTİ?
Seyyit Nezir: Kapitalizm; İkinci Dünya Savaşı sonrasında krizlerini kendi üretip aşarak tarihin sonunu getirmek yani kendini tarih üstü kılarak sonsuzlaştırmak üzere Soğuk Savaş’la işe koyulduğunda ilk yaptığı şey savaşta yekvücut olarak faşizmi yenen aydınlar ve emekçiler arasına McCarthy’nin cadı kazanıyla kama sokmak oldu: Toynbee’nin o sıralarda dikkat çektiği postmodernizm, 1960 - 70’lerde, insanlığın on bin yıllık deneyim ve birikimle ördüğü uygarlık ve kültürden özgürleşmek amacıyla onu tüketmeyi asıl işi sayan aydın tipini üretti.
Sosyalizmi kurmaya çok geri koşullardan başlayarak eksiklerini aşıp yanlışlarını gidermeyi, kendini onarmayı ve yenilemeyi başaramayan Sovyetlerin çöküşüyle insanlığın birikimini yoksayma ve tüketmeye akın eden yeni tip aydınlar, tarihsel gelişime reset atarak insanı yeniden içgüdüsel varlığına geri tıkma ve hurafeyi egemen kılma programı doğrultusunda teknolojik donanımlı Yeni Ortaçağ’ın rüya tacirleri ve paralı kalemşorları oldular. Cesur ve büyük yazar sıfatıyla sözüm ona insanı özgürleştirme adına her türlü günahı ve alçaklığı sıfırdan deneyerek bozunumu ve tükenişi derinleştirmeyi üstlendiler. Yöneticilerle ağız birliği ettikleri fikirsiz zikirlerde kirlenme salgınlarını toplum yemezse olanca kabalıklarıyla dönüp özür dileme erdemini kullandılar. Bugün asıl mesele, her tada maydanoz olup içimize oturan bu özürlü ve özürcü aydın tipine sıkı bir ders vermeye niyetli olup olmamakta...
Türk şiiri / edebiyatı mı, Türkçe şiir / edebiyat mı polemiği; ABD güdümlü mafiyöz ilişkilerin edebiyat üzerinden mezhepçi ve etnik yönelimlerle toplumsal bilinci kaplumbağa misali ters döndürme gayretinin bir uzantısı olarak masumiyet karinesi gösterilen yeni tip kendi sözde ve kişisel söz özgürlüğünü bütün hakikatlerin üstünde tutmayı vesile bilenlerce postmodern çerçöple örülü dijital T24 surlarının gerisindeki kalenin kurusıkı atışlarından öte hiçbir değer taşımıyor. Cemal Süreya’nın şiiri, dünya görüşü ve tavrıyla yaşamı arasındaki örtüşme ve aykırılıklara hiç değinmeden, etnik kökeniyle ulusal ve evrensel duruşu arasındaki sacayağı üzerinde kurduğu yapısal bütünlüğü hiç görmeden derneğe ve Üvercinka’ya saldırmaları da dijital donanımlı yeni tip hurafenin son siluetidir. Bu konuda gerçekten merakı olanlar, Orhan Kâhyaoğlu’nun alet olduğu güç ve tuzağı etkisiz kılmak üzere, hem bireysel özgürlük kullanımını hem hurafe baskısını hiçe sayan İsmet Özel’in geleneğe aykırı Türkçe Şiir Antolojisi’ni reddetmesindeki düğümü çözmeye kafa yormalıdır.
'TUTARLI DEĞİL BAŞARI ŞANSI YOK'
İrfan Yalçın: Böyle bir şeye neden gerek duyuldu. Türkçe, Fransızca, İngilizce edebiyat olur mu? Bunu çıkaranların amacının ne olduğunu bilmiyorum ama bu tutarlı değil başarı şansı yok.
'TÜRKÇE YAZIYORSA TÜRK EDEBİYATI İÇİNDE DEĞERLENDİRİLİR'
Hüseyin Ferhad: Türkçe bir ana dil, kültür dilidir. Kökeni, entisitesi, anadili ne olursa olsun Türkçe yazıyorsa Türk edebiyatı içinde değerlendirilir. Bu sebeple Türkçe edebiyat söylemi yanlıştır. Ancak bunu Türkçe'ye çevirilen ürünler için söz konusu edilebilir. Örneğin Zahrad, Türk vatandaşıdır ama Ermenice yazmıştır ve Ermeni edebiyatında değerlendirilir. Ahmed-i Hani içinde bu geçerlidir. Dünyada ana diller vardır bir de ana dilimiz vardır. Bu ikisi birbirine karıştırılıyor. Örneğin ana diliniz Arapça'dır ama Fransızca yazarsanız bu Fransız edebiyatının içinde değerlendirilir.
'TÜRK EDEBİYATI BİR KÜLTÜRDÜR'
Mario Levi: Türk edebiyatı diye adlandılmalıdır. Çünkü Türk edebiyatı bir kültürdür. Kültüre olan bağlılığından dolayı Türk edebiyatı denilmelidir. Tabii bunlar çok da önemli tartışmalar değil. Çünkü önemli olan edebiyatın kendisidir. İyi edebiyat ve kötü edebiyat vardır.
Mesela bir İngiliz dili ve edebiyatı denebilir. Çünkü işin içinde İngiltere var, İrlanda var. Alman dili ve edebiyatı diyebiliriz. Çünkü işinde Almanya ve Avusturya var. Ama Türkiye'de olana Türk edebiyatı denilmeli.
Barış Erdoğan: The Clown and His Daughter (Soytarı ile Kızı) adıyla 1935’te Londra'da yayımlanan Sinekli Bakkal’ı hangi dilin sınırlarına yerleştirelim? İngiliz romanı tarihinde adı anılmayan bir Türk romanı mı, Türkçe roman mı? Çekoslovakya’nın Brno kentinde doğan ama sürgüne yollanan Milan Kundera’nın Fransızca yayımlanan Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği’ni? Bir zamanlar Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun bir parçası olan Prag'da doğmasına karşın Almanca yazan Kafka’nın yapıtlarını? Yine Lübnan doğumlu Amin Maalouf’un Fransızca romanlarını?
Aslında her öneride bir akıl(sızlık) bulaşığı vardır. Sözün ortaya çıkış amacı kadar, söz söyleyenin niyetini de okumak gerekir. İletişim Yayınları'nın bir twitinde rastladığım, "Türkçe şiirin en önemli isimlerinden Turgut Uyar 1927 yılında bugün doğdu." sözü fitili ateşlemekten başka bir amaç taşımıyordu. Türk şiiri deryasından Türkçe şiir gölüne çekilme…
Sermet Sami Uysal'ın “Yahya Kemal'le Sohbetler”inde ilginç bir diyaloğa rastlamıştım. S. S. Uysal, Yahya Kemal'e soruyor:
Hiç Fransızca şiir denediniz mi?
Yahya Kemal de cevaplıyor:
Hayır, aklım fikrim Türkçe şiirde idi.
"Türkçe Edebiyat ya da Türkçe şiir" sözleri ayrıştırmaya yönelik çaba gibi geliyor şimdi bana. Yahya Kemal'in, "...aklım fikrim Türkçe şiirde idi." sözünün ötesinde bir niyet okuyorum. Bu topraklarda doğup büyüyen, bu iklimi soluyan şair ve yazarlar Türkçe kullanıyorsa "Türk edebiyatı" deryasında bir damladırlar. Kendini o deryada damla olarak görmeyen de buharlaşmaya mahkumdur.
'ŞOVENİZME GİDEN İFADE KULLANILMIŞ OLUYOR'
Sina Akyol: Türkçe edebiyat ifadesinin doğru olduğunu düşünüyorum. Türk edebiyatı dendiğinde çok milliyetçi dolayısıyla şovenizme giden ifade kullanılmış oluyor.
'NEOLIBERAL DÜZENDE 'BİLGİSİZLİK GÜÇTÜR' GİBİ GÖRÜLÜYOR'
Kaan Eminoğlu: Mesut Varlık’ın T24’te başlattığı tartışmanın taraflarından birisi de yazıda bana atıfta bulunduğu bir bölüm olması sebebiyle de benim. Ancak benim bilimsel bir bakış açısıyla hazırladığım ve KANON 2010 dergisinde ortaya koyduğum dosyaya Mesut Varlık’ın İrani bir kavim olan Tacikistan’ın Türki devlet olduğunu iddia edecek kadar komik bir yazıyla müdahil olmaya çalışması meselenin tarafları arasındaki bilgi-birikim farkını ortaya koyacak nitelikte bir veri. Türk edebiyatına karşı çıkan bu cenahın İngiliz, Alman, Fransız, Rus edebiyatı gibi kavramlara itirazlarının olmaması ise cabası. Sırf içinde Türk kelimesi var diye Türk edebiyatı kavramına karşı olması mevcut tutumlarını trajikomik bir hâle getiriyor. Ancak bilgisizlik üzerinden kamuoyu yaratmayı başarmaları takdire şayan. Tartışmada son durum ne derseniz eğer şu cevabı verebilirim: Tacikistan’ı Türki bir devlet sananlar Türkçe edebiyat kavramının doğruluğunu savunurken Tacikistan’ın İrani bir devlet olduğunu bilenler Türk edebiyatı kavramının doğruluğunu savunuyor. “Bilgi güçtür.” demişti büyük filozof Francis Bacon. Neoliberal düzende “Bilgisizlik güçtür” gibi görülüyor.
'AYRIŞTIRICI OLAN ETNİSİTEDİR'
Eray Sarıçam: Türkiye Liberallerinin Türkçe Edebiyat tartışmalarında çıkış noktaları, ulus-devletler ve ulusal edebiyatların bütün bir coğrafyadaki halkların tamamını kapsamadığıdır. Örneğin, “Türkiye’de Kürtler ve Ermeniler olduğu halde, nasıl olur da Türk Edebiyatı diyebiliriz. Bu insanlar kendilerini Türk olarak görmüyorlar ki!” denir sürekli. Mehmet Yaşın’dan beri süregelen tartışmalar, hep bu Türk olup olmamak bahsinde tıkanıyor. Yaşın buna, “çok sorunlu Türklük meselesi” diyor. Türk Edebiyatı kullanımını savunanların Yaşın ve devamındaki yazarlara bir türlü anlatamadığı nokta tam olarak burası. Edebiyat bir dil meselesidir. Onu, ırka indirirsek işin içinden çıkma şansımız olmaz. Buradaki “Türk” kullanımı, ”dil”i ve “vatandaşlık”ı gösterir. Nasıl ki, Rumen asıllı Fransız yazar derken vatandaşlığı anlıyorsak Kürt asıllı Türk yazar derken de yine dili, pasaportu, vatandaşlığı anlamamız gerekir. Bunun dışında, alt kimlikleri zorlayarak Türkiye Edebiyatı demek ırkçılıktan başka bir anlama gelmez. Alt kimlikleri zorlayanlar isteseler de istemeseler de kullandıkları dilin edebiyatı onları da kapsar. Özdemir İnce’nin dediği gibi, yine de alt kimliği, etnisiteyi öne çıkarmak istiyorlarsa, o alt kimliğin diliyle yazabilirler. Tıpkı Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı Ermeni şair Zahrad gibi. “Zahrad’ın Ermeniliği etnisitesinden değil, kullandığı dilden kaynaklanır.” Zahrad eğer Türkçe yazsaydı Ermeni asıllı olmasına karşın Türk edebiyatının içinde yer alacaktı. Tıpkı Almanya’da yaşayan, Almanca şiir ve yazılar yazan Zafer Şenocak’ın Alman yazarı olarak değerlendirilmesi gibi. Son tahlilde ulus, ayrıştırıcı değil birleştirici bir güçtür. Ayrıştırıcı olan etnisitedir. ABD Büyükelçiliğinden gelen fonlardır…
'GAFİLLER' DE 'KİNCİLER' KADAR TEHLİKELİDİR!'
Yeniçağ gazetesi yazarı Arslan Tekin de köşe yazısında ''Türk edebiyatı mı Türkçe edebiyat mı'' tartışmasını kaleme aldı. ''Yine aynı tartışma: 'Türk' mü, 'Türkçe' mi?'' başlıklı yazısında ''Millî hassasiyeti zayıflatmanın en kolay yolu "masum" görüntülü tercihlerdir. Edebiyatları beş para etmezlerin, propaganda bombardımanıyla el üstünde tutulduğu bir ülkedeyiz.
İçlerinde "Türk"e "kin" yuvalayanlar "Türkçe edebiyat"ta ısrarlılar. Sözün nereye varacağını ve kimlere yarayacağını düşünmeden baskın propagandanın tesiriyle "Türkçe edebiyat diyelim. Ne olacak ki..." moduna giren "gafiller" de "kinciler" kadar tehlikelidir!'' diyen Tekin, ''Türkçe düşünüp Türkçe yazıyorlar. Kendilerini ne hissederlerse etsinler, yazdıkları "Türk edebiyatı"na dâhildir. Bunu düşünemeyecek kadar aptal değiller; ama, dediğim gibi, niyetleri başka!'' vurgusunu yaptı.